Srebrenitsa anneleri, soykırımı unutturmuyor
Srebrenitsa'da eşlerini, çocuklarını ve yakınlarını kaybederek hayatta yapayalnız kalan anneler, hayata küsmek yerine dünyanın dikkatini Srebrenitsa soykırımına çekmeyi başardı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-11 11:27:00
Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşından sonra yaşadığı en büyük trajedi olan Srebrenitsa soykırımı, ülkenin doğusunda yer alan, bir zamanlar doğal güzellikleri ve şifalı kaplıcalarıyla ünlü kentin sosyal yapısını altüst etti. Boşnak aileleri erkeksiz, çocukları babasız, anneleri evlatsız bırakan bu soykırımın acısı, aradan geçen 15 yıla rağmen hiç dinmedi.
Bir zamanlar evlatları ve kocalarıyla yaşadıkları mutlu hayatları ansızın yok edilen ve hayatta yapayalnız kalan Srebrenitsalı annelerin her birinin hayatı ayrı bir hikaye, her birinin yaşadığı olaylar insanın kanını donduruyor.
Mutlu hayatlarının yok edildiği kente her şeyi göze alarak dönen, burada her türlü tehditle karşılaşan, yıkılmış ve harabe edilmiş evlerinin tek gözlü bodrumlarında yaşamak zorunda bırakılan bu anneler, hayata küsmek yerine, acılarını yüreklerine basarak, haklı davalarını dünyaya anlatmak için çaba harcıyor.
Yaşadıkları topraklara geri dönerek sönen ocaklarına tekrar hayat veren bu anneler sayesinde Srebrenitsa kurbanları toplu bir şekilde Potoçari Mezarlığına gömülerek, burası adeta uçsuz bucaksız "beyaz zambaklar ülkesi" haline getirildi ve soykırım burada tescillendi.
Her biri ayrı tarihte çocuklarını doğuran, her biri farklı yaşta olan bu annelerin en büyük özelliği, hepsinin aynı tarihte yakınlarını kaybetmesi ve hepsinin bu olayın ardından hayatta yapayalnız kalması. Ancak bu anneler hayata küsmek yerine, haklı davalarını dünyaya anlatmak için dernekler kurdu ve sosyal hayatın içine girdi. Bu annelerin çığlıkları sayesinde BM ve Lahey'deki uluslararası savaş suçları mahkemesi, 2004 yılında Srebrenitsa'yı "soykırım" olarak tanımak zorunda kaldı.
İşte o annelerden bazıları, dramlarını, hüzünlerini, yaln ızlıklarını, katliamdan önce ve sonraki yaşamlarını ve verdikleri mücadeleyi AA muhabirlerine anlattı.
Srebrenitsa ve Zepa Anneleri Derneği Başkanı Munira Subaşiç, katliamda kocasını, oğlunu kız kardeşini ve akrabalarından 22 kişiyi kaybetti.
"Oğulumu Srebrenitsa'da doğurdum, Srebrenitsa'da kaybettim" diyen Subaşiç, 11 Temmuz günü Srebrenitsa'nın işgal edilmesi üzerine Potoçari'deki Hollanda birliğinin bulunduğu kampa gittiklerini söyledi. O zaman 18 yaşında olan oğlunun korkudan hastalandığını ve kaçamadığını ifade ederek, "12 Temmuzda gözümün önünde Sırp komşum onu alıp götürdü ve bir daha da oğlumu göremedim. Oğlum bana son kez, 'Anne üzülme, her şey iyi olacak' sözünü söyledi" dedi.
Adaletin hala yerine geldiğine inanmadığını ve katillerin hala yakalanmadığını belirten Subaşiç, "Biz adaleti görmek için savaşımızı veriyoruz. Allah bizim sağ kalıp bir şeyler yapmamızı istedi" ifadesini kullandı.
Kendilerinin evlerine kapanıp acılarıyla baş başa kalmak ve hayata küsmek yerine, Srebrenitsa'nın acısını dünyaya anlatma yolunu tercih ettiklerini söyleyen Suşabiç şöyle konuştu:
"Bu işe ilk olarak, Srebrenitsa'nın kurbanlarının toplu mezarlardan çıkartılıp farklı farklı yerlere gömülmesini engellemekle başladık. Bu kapsamda başta dernek olarak 12 bin 500 kadının imzasını toplayarak şehitlerin nerede gömüleceklerini söyledik. Bu teklifimiz kabul edildi. Bunun üzerine şu andaki Potoçari mezarlığının yapımı başlatıldı. Tarihte ilk defa bir soykırım yerinin çizgileri, beyaz zambaklarla işaretlendi. Srebrenitsa sadece utanç yeri değil, bütün dünyanın da aynasıdır. BM bayrağı altında kan dökü ldü ve askerlik onuru ayaklar altına alındı."
Oğlunu yanından alıp götüren komşusuyla şu anda yine Srebrenitsa'da karşılaştığını ve onun yüzüne bakma gereği bile duymadığını söyleyen Subaşiç, şöyle devam etti:
"Çünkü giden evladım zaten gitti. Biz bu insanlarla yıllarca komşuluk yapmıştık, ancak komşuluklarının bedeli evlatlarımızı katletmeleri oldu. Şu an biz yine doğduğumuz topraklardayız. Biz utanılacak bir şey yapmadık, onların utançları Potoçari mezarlığıdır. Her gün orayla zaten yüzleşiyorlar."
Subaşiç, kendilerinin savaş zamanında kiliseye dokunmadıklarını ve onu koruduklarını ifade ederek, "Çünkü o bizim de kilisemizdi, ama onlar kenti işgal ettikleri zaman ilk işleri camileri yıkmak oldu" dedi.
Srebrenitsa'ya 2001 yılında döndüğünü ve çok zor koşullar altında burada yaşadığını belirten Subaşiç şunları söyledi:
"Bize karşı şu anda psikolojik savaş yürütülüyor. Ancak biz savaşı değil, barışı ve adaleti savunuyoruz. Birçok anne ilaçlarla ayakta kalabiliyor. Bu annelerden her gün biri acılarından ve üzüntüsünden yaşama veda ediyor. Aslında 1995 yılında hepimiz öldürüldük, sadece bazılarımız hala toprağa gömülmedi. Onlar da mücadelelerinin tamamlanmasını bekliyor. Yaşananları her yerde anlatıyorum. Konuşmak belki riskli, ama susmak da günahtır."
Srebrenitsa Anneleri Derneği Başkanı 58 yaşındaki Hatice Mehmedoviç ise katliamda eşini, 2 oğlunu ve bütün yakın akrabalarını kaybetmesi sonucu hayatta yapayalnız kaldı.
Çeşitli mülteci kamplarında yaşadıktan sonra 2002 yılı nda Srebrenitsa'ya dönen Mehmedoviç, kendisiyle aynı kaderi paylaşan kadınları bir araya getirerek, derneği kurduğunu ve çeşitli uluslararası konferanslarda Srebrenitsa gerçeğini anlattığını söyledi.
Kocası Abdullah ile 1977 doğumlu Almir'in toplu mezarda bulunan ve parçalanmış cesetlerini 2007 yılında Potoçari'deki mezarlığa gömdüklerini söyleyen Mehmedoviç, bu yıl da 1974 doğumlu oğlu Azur'un cenazesini toprağa vereceğini kaydetti.
Oğlu Azur'un DNA sonucunun 10 Mayısta tamamlandığını ve onu 15 yıl önce giydiği kot pantolonunun kemer parçasından tanıdığını ifade eden Mehmedoviç, "Eşim ve bir oğlumdan sadece bacak kemiklerini ve sol kol kemiğini buldular. Ben çocuklarımı başsız, kolsuz doğurmadım, ama onlardan geriye birkaç kemik kaldı. Her yeni gün onların sağ olduklarına dair güzel bir haber gelecek diye uyanıyordum, ama artık bu ümit de yok, toprağın altındalar" diyerek gözyaşlar ına hakim olamadı.
Mehmedoviç, kocasının ve 2 oğlunun silahsız bir şekilde katledildi ğini belirterek, "Onlar masumdu, silahsızdı. Ellerinde silahları olsaydı şu an Potoçari'de mezar taşları değil, fabrikalar dururdu. Benim de gelinlerim, torunlarım olurdu" diye konuştu.
Kocasını ve 2 çocuğunu Srebrenitsa'dan Tuzla'ya giden orman yoluna uğurlarken sadece 3-4 gün ayrı kalacağını düşündüğünü sö yleyen Hatice Mehmedoviç, sö zlerini şöyle sürdürdü:
"Ama bu hasret artık ömür boyu sürecek. Ayrılırken bana sımsıkı sarılan küçük oğlumun kollarını hala boynumda hissediyorum. Benim nereye gideceğimi görmemek için ellerini gözlerine koydu ve hiç açmadı. Ne zaman dönsem elleri gözlerindeydi. İnançlı bir insanım. Allah'ın yardımıyla ayakta kalabiliyorum. Hepimiz onun önünde yargılanacağız. Bu katillerden o zaman hesap soracağım. Ben de çocuklarıma cennette kavuşacağım."
Hayatta yapayalnız kalan annelerden Hayra Çatiç, 15 yıldır gömüldükleri toplu mezarı bildiği 2 oğlunun cenazesine, alanın mayınlarla çevrili olması yüzünden ulaşamıyor.
Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşından sonra yaşadığı en büyük trajedi olan Srebrenitsa soykırımından geriye kalan kadınların yaşam hikayeleri adeta insanın kanını donduruyor. Soykırımda yitirdikleri yakınlarının ardından yapayalnı z kalan bu kadınlar, şimdi döndükleri topraklarda yalnızlık ve geçmişe duyulan özlemle günlerini geçiriyor.
Kurdukları derneklerle Srebrenitsa'da yaşanan trajediyi bütün dünyaya anlatmaya çalışan bu kadınlar, bu tür trajedilerin bir daha tekrarlanmaması için savaş suçlularının adalete teslim edilmesi için mücadele veriyor.
Bu kadınlardan biri de merkezi Tuzla kentinde bulunan Srebrenitsa Kadınları Derneği'nin başkanlığını yürütün Hayra Çatiç...
Srebrenitsa'da doğan 65 yaşındaki Çotiç, 11 Temmuz 1995 yılında kocası Yunus (1942) ve o sırada Srebrenitsa'da gazetecilik yapan 1969 doğumlu oğlu Nihad'ı kaybetti.
Oğlunun son haberini 10 Temmuz saat 22.00'de çalıştığı gazeteye gönderdiğini ve onun yazdığı bu haberi hala muhafaza ettiğini belirten Çotiç, "Oğlum haberinde, 'Kimse bir şey yapmazsa bunlar benim son haberlerim olabilir' ifadesini kullanmıştı. Gerçekten de o haber oğlumun son haberi olmuştu. Çünkü kimse bir şey yapamamıştı ve oğlum da katledilmişti" diye konuştu.
O zaman Bosna-Hersek'te görev yapan Birleşmiş Milletler yetkililerinin ise bu haberlerin aksine "ülkede her şeyin iyiye gittiğini ve savaşın kısa sürede biteceğini" açıkladıklarını ifade eden Çotiç, o günlerde yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Oğlum Nihad, 11 Temmuz sabahı eve geldi ve 'Anne, Srebrenitsa'da kurtuluş yok, ben ormandan kaçacağım' dedi. Bir grup arkadaşıyla gitti ve bir daha oğlumu göremedim. Ben ve o günlerde böbreklerinden hasta olan kocam, Potoçari yolunu tuttuk. Orada 2 gece otobüslerde uyuduk, ama sürekli kadınların, çocukların çığlıklarıyla uyandık. Ertesi gün eşimi benden ayırd ılar. Bir eve götürdüler, eşim evin önünde birkaç eşyamızın olduğu torbayı bırakmak zorunda kaldı. Ardından eşimi başına sıktıkları kurşunla öldürdüler."
Çotiç, eşinin cenazesini 2005 yılında ikinci toplu mezarda buldukları nı, oğlunun cesedine ise hala kavuşamadığını söyledi.
Oğlu ve arkadaşlarının katledilip gömüldükleri yeri olayın görgü tanıklarından öğrendiğini ve bunu gerekli makamlara ilettiğini anlatan Çotiç şöyle dedi:
"Ancak burası mayınlarla döşendiği için oğlumun kemiklerine ulaşamıyorum. Sırp Cumhuriyeti yetkilileri de burada mayınların temizlenmesi için gerekli izni vermiyor. Her gün oğlum rüyalarıma giriyor. Bana sadece kemiklerinden bir tırnağını verseler, onu Potoçari'ye gömsem ve gelip her gün dua etsem bu bana yeter. Çünkü oğlum her gün rüyalarımda... Dayanamıyorum artık..."
Hayra Çotiç, dernek üyesi kadınların bu mayınları temizleyip çocuğunun cesedine ulaşma isteklerini çoğu zaman kendisinin engellediğini ifade ederek, "O mezarda oğlum ve 6 arkadaşının cenazesi bulunuyor. Bunu biliyorum, ancak elimizden bir şey gelmiyor. 15 yıldır sabrediyorum.
Savaştan önce Srebrenitsa'da mutlu bir aile hayatım vardı, oğlumun haberleriyle gurur duyuyordum. Ama 11 Temmuz 1995 günü her şeyimi kaybettim. O tarihten sonra ise güldüğümü hatırlamıyorum" diye konuştu.
Srebrenitsa ve Zepa Anneleri Derneğinde görev yapan Kada Hotiç'in acılarla dolu yaşamı annesinin karnında başlıyor...
Kocasını, oğlunu ve yakın ailesinden tam 56 kişiyi kaybeden Hotiç, oğlunun cesedine ise hala ulaşamadığını söyledi.
Ağabeylerinin başlarının kesilerek vahşi bir şekilde katledildiğ ini belirten Hotiç, oğlunun orman yolunu kullanarak kaçmak isterken, kocasının ise gözleri önünde öldürüldüğünü ifade etti.
Hotiç, kocası öldürüldüğü sırada kendisinin hamile oldu ğunu ifade ederek şunları kaydetti:
"Ben de annemin karnındayken İkinci Dünya Savaşı sırasında babam Çetniklerce katledildi. Babamı göremeden gözlerimi dünyaya açtım. Şu anda 15 yaşında olan kızım da benimle aynı kaderi paylaştı. Çünkü o doğduğu sırada kocam katledilmişti. Her şey tekrarlanıyor, başlarından aynı olaylar geçecek diye kı zım iç in çok endişeleniyorum."
Hotiç, dünya katilleri ve onların ideolojilerini yargılayana kadar asla susmayacaklarını ve mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini vurguladı.
Srebrenitsa yakınlarındaki dağlık alandaki evinde bir zamanlar 3 çocuğ u ve eşiyle mutlu hayat geçiren 65 yaşındaki Nura Mustafiç, kendisini ziyaret eden, 10 gündür kimsenin kapısını çalmadığını ve dağ başında insanlarla konuşmayı özlediğini söyledi.
Eşini ve 3 oğlunu kaybettikten sonra hayatta yapayalnız kaldığını anlatan Mustafiç, 1973 doğumlu oğlu Aliya ile 1975 doğumlu oğlu Esad'ın kemiklerinin bir kısmının bulunduğunu, ancak çocuklarının yaşları birbirine çok yakın olduğu için halen DNA sonuçlarında kimlik tespitinin yapılamadığını belirtti.
Bu yılki törenlerde de çocuklarını mezarlarına defnedemeyecek olmanın hüznünü yaşadığını anlatan Mustafiç şunları kaydetti:
"11 Temmuz günü çocuklarım kaçmak için ormana gitti. O zaman yaralıydılar. Onlardan geriye bacak kemikleri ve kaburgaları bulundu. Yıllardır her gün doğdukları bu eve dönecekler diye bekledim. Bazen bahçede onların sesini duyar gibi oluyorum. Eşim kamyon şoförüydü, evimin önünden geçen her kamyon sesinde de onun geldiğini sanıyorum. Bu evde her şey onların hatıralarıyla dolu. Benim artık kimsem kalmadı. O acıyı kaldırabilmek için bütün gün ev ve bahçe işleriyle uğraşıyorum. Tek istediğim şey, üçüncü oğlum Mirsad'ı n cesedini bulmak. Çünkü bu bulunursa diğer oğullarımın kimlik tespiti daha kolay yapılacak."
Srebrenitsa'da Potoçari Mezarlığına bakan bir tepenin yamacındaki tek katlı, büyük bir Bosna-Hersek bayrağının dalgalandığı evde ise 56 yaşındaki Nezira Süleymanoviç tek başına yaşamını sürdürüyor.
2 oğlunu ve 1 kızını savaşta yitiren, oğlunun cesedinin bulundu ğu haberini alan, kocasını ise 4 yıl önce kalp krizi sonucu kaybeden Süleymanoviç, güler yüzü, hayata olan sevgisi ve misafirperverliğiyle Srebrenitsa'da yaşamaya kararlı bir "yiğit anne"...
Savaş sırasında Çetniklere karşı silahlı mücadele verdiğini söyleyen, yaralı Boşnakları cephede hemşire olduğu için tedavi ettiğini belirten Süleymanoviç, Srebrenitsa'ya ilk dönen kadınlardan birinin kendisi olduğunu anlattı.
Boynuna astığı ay yıldızlı büyük kolyeyle Türkiye'ye ve Türklere hayranlığını dile getiren Süleymanoviç şunları kaydetti:
"Kızım kendisine isabet eden şarapnel parçasıyla öldü. 2 oğlum ise ormandan Tuzla'ya kaçarken Sırplar tarafından yakalanıp katledildi. Oğlumun cesedi, 2004 yılında Sırbistan sınırları içinde bulunan Şabac şehrinde bulundu. Eşim ise savaş yıllarında çalıştığı Libya'daydı. Hayatta tek kızım ve kocam kalmıştı. Kocam savaşın ardından yanımıza döndü. 2004 yılında oğlumun cesedinin bulunduğu haberini aldığı sırada, yaşadığı acılara dayanamadı ve geç irdiği kalp krizi sonucu öldü."
Oğlunun cenazesini 2004 yılında Potoçari'deki törenlerde tek başına gömmekte zorlanınca kendisine gazetecilerin yardım ettiğini anlatan Süleymanoviç şöyle konuştu:
"Bu gazeteci arkadaşlar daha sonra evime geldi. Benim kaldığım yeri görünce şaşırdılar. Çünkü ben 3 yıl boyunca soğuk havaya, yağmura aldırış etmeden kömürlükte yattım. Evim Sırplar tarafından yıkılmıştı. Ancak ben burada yaşamaya kararlıydım. Hiçbir tehdide aldırış etmeden, 3 yıl kömürlükte yattım. Bu gazeteci arkadaşların girişimiyle bana ev yaptırıldı. Şimdi bu evde günlerden, saatlerden habersiz bir şekilde yaşıyorum. Bahçemdeki çiçeklerle konuşuyorum. Burada aslında inat için yaşıyorum. Çünkü istesem Saraybosna'da daha rahat bir yaşam sürdür ürüm. Ben Srebrenitsa'da mutluyum, kendi ocağımda olmak istiyorum. Toprağımız zengin, burada her şey yetişiyor. Yurt dışından aileler yavaş yavaş topraklarına dön üyor. Her yıl bir köyde 4-5 ev yapılıyor. Bu da bizleri çok mutlu ediyor."
Süleymanoviç, ailesinden 13 kişinin katledildiğini, babasını ise şu anda evinin yanında bulunan ve savaş suçlusu olduğu için yurt dışında yaşayan komşusunun oğlunun öldürdüğünü gördüğünü sözlerine ekledi.
Savaş zamanında Srebrenitsa'da yaşayan ve şu anda ise Tuzla'daki Srebrenitsa Kadınlar Derneğinde çalışan 50 yaşındaki Habiba Maşiç ise katliamda eşini ve 2 oğlunu kaybettiğini söyledi.
Maşiç, kocasının cesedinin 2008 yılında toprağa verildiğini ifade ederek, "1976 doğumlu oğlum Saden ve 1977 doğumlu oğlum Sadmir'in ceset parçaları 5 farklı toplu mezarda bulundu, ama yaşları birbirine çok yakın olduğu için kimlik tespiti hala tamamlanamadı. İşlemin tamamlanması için birkaç kemik parçasını n daha bulunması bekleniyor. Her açılan toplu mezarda acaba bu defa çocuklarımın hangi parçası bulunacak diye merak ediyorum. Bunu yapanlar insan olabilir mi? Cesetleri parçalamışlar" diye konuştu.
Srebrenitsa'da oğlu sağ kalan ender kadınlardan biri ise Şahida Abdurahmanoviç...
Savaşın başlarında öğretmen olan kocasını kaybeden Abdurahmanoviç, şu anda o ğlu Ziyad ve kızı Ziyada ile birlikte yaşadığını ve Srebrenitsa annelerinin yaşadıkları acıları dünyaya anlatmak için çaba harcadığını belirtti.
Srebrenitsa'nın işgal edilmesi üzerine Hollandalı askerlerin kendilerine yardım etmeyeceklerini söyleyen oğlunun, Tuzla'ya giden orman yolu üzerinden kaçan ve "ölüm yürüyüşünde" kurtulabilen ender kişilerden biri olduğunu söyleyen Abdurahmanoviç, o günleri şöyle anlattı:
"Oğlum ve birkaç arkadaşı Tuzla'ya sekiz günde ulaşabildi. O ölüm yolunda gördüğü korkunç manzaralar hala rüyalarına giriyor. Yüzleri, vücutları kesilmiş yaralı insanlar kurtulmak için yürümek zorundaydı. Oğlum 1995'te elektro-teknik meslek lisesinde 3. sınıf öğrencisiydi. 44 kişilik sınıftan sadece 3 arkadaşı hayatta kaldı.
Kadınlar, Potoçari'den Tuzla'ya otobüslerde ve kamyonlarda götürüldü. Ben ve kızım hayvan kokusunun duyulduğu kamyonda onlarca kadınla beraberdik. Kızımın sinir krizi geçirmemesi için sürekli onu yatıştırmaya çalışıyordum. Dışarda olanları göremedim, ama sürekli çığlık sesleri duydum. Kadınlar, yol kenarlarında öldürülen eşlerini, oğullarını görüyordu. Aralarında sinir krizi geçirip kamyondan atlayanlar da vardı. Sırplar, bazen araçları durdurup genç kızları dışarı çıkarıyor ve onlara tecavüz ediyordu. 1995 yılında yaşananları anlatmak mümkün değil. Benim bir erkek kardeşim hala kayıp. Kız kardeşim 16 yaşındaki oğulunu kaybetti."
Şu anda en büyük sorunun Bosna'daki Sırp Cumhuriyeti'nin soykırım ı yok sayması olduğunu belirten Abdurahmanoviç, "Potoçari'ye dünyanın her yerinden öğrenciler geliyor ve acımızı paylaşmaya çalışıyor, ama maalesef Srebrenitsa'daki okullar hala böyle bir ziyaret düzenlemedi. Çünkü burası Sırp Cumhuriyeti sınırlarında kalıyor. Sırbistan'dan bile buradaki mezarlığa öğrenciler geliyor. Oğullarını kaybetmiş acılı annelerin yaşadıklarını duyduklarında o çocuklar gözyaşlarını tutamıyor, onlara sarılıyor, yapılanlar adına öz ür diliyor. Buradaki ortak yaşam, ancak böyle sağlanır" ifadesini kullandı.
Bosna-Hersek'in doğusunda bulunan Srebrenitsa, BM'nin "güvenli bölge" ilan ettiği Saraybosna, Bihaç, Gorajde, Zepa, Tuzla gibi yerlerden biriydi. Srebrenitsa'nın bu özelliğinden dolayı komşu bölgelerden de mülteci akını olmuş ve katliam öncesinde 45 bine yakın bir nüfus Srebrenitsa'da toplanmıştı.
Srebrenitsa'daki Boşnak erkek ve 14 yaş üstü çocuklar, Bosnalı S ırp birliklerinin komutanı Ratk Mladiç'e bağlı birliklerce sığındıkları Hollandalı birliklerin elinden alınarak otobüslere ve kamyonlara doldurulup götürüldükleri ormanlık alanlarda, kapatıldıkları fabrikalarda katledildi.
Cenazeleri ise toplu mezarlara gömüldü. Srebrenitsa yakınlarında bulunan 13 ayrı toplu mezarda binlerce Boşnak erkeğine ait ceset bulundu. Srebrenitsa'da katledilen 8 bin 372 Boşnak'tan 2 bininin cesedi ise hala bulunamadı.
Srebrenitsa katliamının baş sorumlularından Ratko Mladiç hala yakalanamadı. Srebrenitsa katliamı, BM ve Lahey Adalet Divanı tarafından "soykırım" olarak kabul edildi. Ancak Boşnaklar, "soykırımın" sadece Srebrenitsa'da değil, tüm Bosna'da yapıldığının kabul edilmesini istiyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara