Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

İslami cemaatler üzerine bir değerlendirme

Geçen yüzyıl boyunca İslam dünyasının farklı köşelerinde pek çok İslami cemaat ortaya çıkmış; tebliğ, cihad ve hayır eksenli çalışmaları hedef olarak belirlemişlerdir. Bu cemaatlerin başarılarını ve başarısızlıklarını tahlil etme zamanı geldi ve geçiyor da...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-07-06 10:50:00

İslami cemaatler üzerine bir değerlendirme
İslami Cemaatleri Değerlendirme Fıkhı Üzerine

Gazi et Tevbe* / TİMETURK

Kültür mirasımız üzerine çalışan birisi, İslam fıkhının Müslüman bireyle alakalı hükümler noktasında kavramlar terminolojisi açısından oldukça zengin olduğunu görecek, takva sahibi, vera ehli, tövbekar, abid ve zahid gibi pek çok pozitif kavramın yanında facir, fasık, yalancı, azgın gibi negatif kavramlara da tesadüf edecektir. Bireye ait terminoloji içerisindeki kavramların her biri, gayet ince nüans farklarıyla apayrı anlamları ifade edebilme kıvraklığını bünyesinde taşımaktadır. Oysa günümüz İslam cemaatlerini değerlendirme kudretini haiz değer yargıları ve terminolojik altyapı söz konusu olduğunda İslam fıkhının aynı oranda cılız kaldığı göze çarpar.

Geçen yüzyıl boyunca İslam dünyasının farklı köşelerinde pek çok İslami cemaat ortaya çıkmış; tebliğ, cihad ve hayır eksenli çalışmaları hedef olarak belirlemişlerdir. Ancak politik, sosyal vb. açılardan bu cemaatlerin başarılarını/başarısızlıklarını, doğrularını/yanlışlarını değerlendirebileceğimiz; haklarında titiz bir yargıda bulunmamızı sağlayacak zayıf/güçlü yönlerini mukayese imkânı verecek bir fıkıh anlayışı noktasındaki fukaralık gerçekten dikkate değer.

Bu boşluğu doldurmak için daha geriye, tarihin derinliklerinde zuhur etmiş cemaatlere dönüp bakmaktan başka çare yok. Günümüz pratiğine uygulamak amacıyla bir değerlendirme usulü elde etme için, geçmiş cemaatlerin üzerine kuruldukları temelleri ve hayata geçirdikleri faaliyetleri incelemek gerekiyor. Bu geriye bakış, bize iki türlü cemaat yapısını ortaya koyuyor:

1. Teorik Bilgiye Dönük Cemaatler:

Akaid, fıkıh ve hadis gibi değişik alanlarda şer’i ve dini konuları ele almaya çalışan ya da bu konulara ilişkin tashih veya katkı amacı güden cemaatler. Dört fıkıh mezhebi, Mutezile ve Eş’arilik gibi oluşumlar bu cemaatlere örnek verilebilir.

Fıkıh mezhepleri, hadis ilmi, fıkıh usulü ilmi ve şer’i hükümler gibi konularda özel ictihadların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Her gelen imam, bir öncekinden istifade etmiş ve kendi ictihadını ortaya koymuştur. Örneğin İmam Şafii, mezhebini meydana getirirken İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’ten istifade ettiği halde ehad hadise bakış açısıyla onlara muhalif olmuş, keza istihsan ve Medine Ehlinin icması gibi usule dair konularda da ayrı bir yol izlemiştir.

Mutezile cemaati ise inanç konusunda ortaya çıkmıştır. Allahın sıfatları konusunda tenzih amaçlı bir yaklaşım onları sıfatları iptale götürmüş, bu sebeple Kur’an’ın mahluk olduğunu, ahirette Allah’ı görmenin mümkün olmadığını söylemişlerdir. Eş’ari cemaati de mutezileye muhalefet olarak doğmuş ve başta Ebul Hasan el Eş’ari, devamında Bakillani ve nihayetinde Razi olmak üzere mezhebin büyük âlimleri, Allahın sıfatları ve Halk-ul Kur’an meselesi etrafında söylemlerini geliştirmişlerdir.

2. Pratik Bilgiye ve Aksiyona Dönük Cemaatler

Bir taraftan ilim ve ictihadla, diğer taraftan ameli/pratik konularla ilgilenmiş oluşumlar bu gruptandır. Genelde kendi çağlarındaki ilmi cemaatlerden etkilenmişlerdir. Bağdat’ta hüküm süren Selçuklular buna örnek olarak verilebilir. Ebu Hamid el Gazali’yi Bağdat ve Nisabur’daki İslam tarihinin en büyük iki üniversitesine rektör olarak atamışlardır. Her iki üniversite de, banisi Selçuklu başveziri Nizamülmülk’ün anısına “Nizamiye” olarak adlandırılmıştır.

Her iki üniversite de, Şam bölgesine dek yayılmış bulunan Mısır’daki Şii Fatımi devletinin davetçilerine karşılık olmak üzere Eş’ari akidesiyle donatılmış davetçiler mezun etme yoluna gitmiştir. Konuya ilişkin diğer iki misal, Zengi ve Eyyubi devletleri olabilir. Her iki devlet de âlimlere, tarihçilere ve kadılara yakınlık göstermiş; Şam ve Mısır bölgelerinde onlarca dini medrese yaptırmış; bu medreselere çeşitli vakıflar bağışlamış ve Şam bölgesinde Haçlı ilerlemesinin önüne geçmiştir.

Geçen yüzyıla baktığımızda, bu iki kategori ışığında cemaatlerin durumu ne minvaldeydi bir bakmak lazım.

1. Geçen Yüzyıldaki Teorik Bilgiye Dönük Cemaatler

Geçen yüzyılda teorik bilgi üretecek çapta yeni bir cemaat göremiyoruz. Eski cemaatlerin uzantıları göze çarpıyor. Şurada burada Sufi, Selefi veya Eş’ari uzantılar görülüyor. Ancak bu yapılanmaların hiçbirinde gerçek anlamda bir ilmi nitelikten bahsetmek mümkün değil. İlmi nitelik yoksa ilmi cemaatten bahis de mümkün olmuyor haliyle. İlmi nitelikten mahrumluğun sebepleri ise:

a. İslam tarihinin tamamına dönük derinlikli eleştirel bakıştan mahrum olma

İslam’ın tarihsel sürecinin sosyo-politik, sosyo-ekonomik ve diğer birçok açıdan derin eleştirel yaklaşımlardan nasibini alamaması ve dolayısıyla olumlu-olumsuz değerler itibariyle belli sonuçlara ulaşılamayarak ümmetin bugününe çözümler sunamama büyük bir sorun olarak ortada durmaktadır. Bugün varolan eleştirel bakış, İslam tarihini batı uygarlığıyla kıyaslamaktan ibarettir. Tayyib Teyzini ve Hüseyin Merve’nin kitapları, Marksist bir yöntem kullanarak, marksist kriterler içerisinde islamın tarihsel sürecine eleştirel yaklaşımlar getirmektedir. “Durağan ve değişken” adlı kitabında Adonis de bir benzerini yapmış, İslam’ın tarihsel sürecine marksizm-liberalizm karışımı bir eleştirel bakış yöneltmiştir.

Muhammed Abid el Cabiri’nin iki çalışması; “Arap aklı: Oluşumu ve Yapısı” ile “Politik ve Etik Akıl”, Arap medeniyetini asıl kabul etmek cihetiyle barındırdığı zaafı ortaya koyuyor ve arap politik aklı ile Arap etik aklını ele alırken yaptığı gibi İslam medeniyetine karşı zalimce yargılarda bulunuyor.

Kullandığı kriterler ve ulaştığı sonuçlar itibariyle ele alındığında yukarıda ifade edilen tüm eleştirel çabaların noksan olduğuna şüphe yoktur. İstisnasız hepsi, bugünkü medeniyetimizin batı medeniyetinin tecrübesi üzerine kurulduğu inancındadır. Bu ciddi bir yanlıştır zira her toplumun kendine mahsus bir varlığı ve gidişatı vardır. Karl Marx bile “İnsanın Ekonomik Gelişimi” adlı çalışmasında Asya’nın ekonomik seyrinin Avrupa’dan farklı olduğunu ifade ederek bu durumu “Asya Tipi Ekomomi” olarak adlandırmıştır. Buradan hareketle, Avrupa’ya mahsus ekonomik gelişimin başka yerlere tatbik edilemeyeceği yönündeki ekonomik kuramını ortaya atmıştır.

b. Eğitimin dini ve dünyevi olmak üzere ikiye ayrılması

İslam tarihi boyunca eğitimin dini ve dünyevi olarak iki unsuru birleştiren tekil bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İslam tarihi boyunca din ilimleri, dünyevi ilimlerden istifade etmekteydi. Dünyevi ilimler de dini ilimlerin etkisini taşımaktaydı. Aralarında sürekli bir etkileşim vardı. Bu etkileşim, İslam ümmetine sosyal, ekonomik, fikri vb. birçok yönden fayda sağlamaktaydı. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından itibaren, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’a vali olmasıyla birlikte bu eğitim yöntemi sona erdi. Avrupa örnek alınarak din eğitimi, sivil eğitimden ayrıldı. Eğitimin birbiriye ilişiği kesilmiş iki parçaya bölünmesi, İslam ümmetindeki ilmi hayat üzerinde iki büyük etkiyi meydana getirdi:

Birincisi, dünyevi ilimlerden habersiz din âlimlerinin ve dini ilimlerden habersiz dünyevi âlimlerin ortaya çıkışı. Oysa daha önce âlimler, hem din hem de dünya ilimlerini iyi biliyorlardı.

İkincisi, din ilimlerinde gelişimin duraklaması. Bunun sebebi de din âlimlerinin Avrupa’daki bilimlerin gelişimine duydukları ilgisizliktir. Bu ilgi, özellikle insani ilimler, yabancı diller, sosyoloji ve dilbilimi alanlarında kendi bilgilerini geliştirmelerini sağlayabilirdi.

c. Devletin vakıflara el koyması:

İslam tarihinde vakıflar, âlimlere, ilim talebelerine, mektep, medrese ve rasathane inşasına kaynak sağlama noktasında en önemli unsurlardan birisi olagelmiştir. İlmi cemaatlerin oluşumunda rol oynayan ilim muhitlerinin meydana gelmesinde bu vakıfların payı büyüktür. Fakat gerek Osmanlı, gerek Mısır gerekse diğer İslam devletlerinde ondokuzuncu yüzyıl itibariyle devlet vakıflara el koymaya başlamıştır. Mısır’da Mehmet Ali Paşa, eğitime ve vakıf eliyle yürütülen diğer hayır alanlarına doğrudan kaynak aktarımını bahane ederek vakıfları müsadere etmiştir. Bu el koyma operasyonunun ümmet üzerinde telafisi zor yıkımlara sebep olduğuna şüphe yoktur. En başta vakıflar eliyle yürütülen eğitim sürecinin ortadan kalkması sayılabilir.

2. Geçen Yüzyılda Pratik Bilgiye ve Aksiyona Dönük Cemaatler:

Geçen yüzyılda Mısırda Hasan el Benna’nın kurduğu İhvanu’l Muslimin, Pakistan’da Ebul Ala Mevdudi’nin kurduğu Cemaat-i İslami, Türkiye’de Said Nursi’nin kurduğu Risale-i Nur cemaati gibi cemaatler ortaya çıkmıştır. Yine bu meyanda Türkiye’de Necmettin Erbakan’ın yirminci yüzyılın son dilimlerinde kurduğu Selamet Partisi, Filistin’de Takiyuddin Nebhani’nin kurduğu Hizb-ut Tahrir, Fas’ta şeyh Abdusselam Yasin’in kurduğu Adalet ve İhsan cemaati ve Cezayir’de Abbas Medeni’nin kurduğu Kurtuluş Cephesi sayılabilir.

Bu cemaatler, İslami ilim vizyonu üzere kurulmuş ve kendilerine bazı ameli/pratik hedefler belirlemişlerdir. Bunlardan bir kaçı:

- Hilafetin geri getirilmesi
- Ümmetin yeniden ayağa kalkması
- Yüksek insani medeniyet düzeyine ulaşmak
- İlim, ekonomi, politika ve sosyal açılardan ümmeti yeniden dinamik hale getirmek.
- Ümmeti tehdit eden çözülme, parçalanma ve bölünme tehlikelerine karşı durmak
- Sömürgeciliğin egemenlik ve yağma planlarına karşı durmak
- İsrail’in yayılmacı ve saldırgan tehditlerine gereken cevabı vermek

Peki, sonuçta ne oldu? Bu cemaatler sayılan tüm bu amaçları yerine getirebildiler mi?

Duruma bir bakalım… Bu cemaatlerin kuruluş felsefelerinde önemli bir yere sahip en belirgin hedef hala gerçekleşmiş değildir. İsrail, 1967 yılında daha da genişlemiş, kurulduğu 1948 yılından bu yana işgal alanını kat be kat büyütmüş durumdadır. Üstüne üstlük iki Müslüman devlet, Afganistan ve Irak işgale uğramıştır; bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Somali parçalanmıştır, Yemen bölünmeye adaydır. Bu güne dek bilimsel anlamda bir kalkınma hamlesi olmamıştır. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %40’lara ulaşmaktadır. Yoksulluk yayılarak artmaya devam etmektedir. Afganistan ve Sudan’daki iki İslami yönetim tecrübesi başarısızlığa uğramıştır. Umulan hedeflerin gerçekleşmesindeki tüm bu başarısızlıkların sebebi nedir?... Sebep çoktur ancak ikisi büyük önem arzetmektedir.

Birinci sebep: İlim cephesindeki zayıflık:

Bu cemaatler, ümmeti zayıf düşüren etkenleri analiz etmede gereken ilmi gayreti göstermemişler, kalkınma adımlarını belirlememişlerdir. İslam’ın zamana ve koşullara göre değişim teorisini, esaslarını tespit edip en azından bir bakış açısı olarak ortaya koyamamışlar, batı medeniyetini gereği gibi etüt edememişler, konjonktürü okumada yetersiz kalmışlar, çağdaş İslami tecrübeleri gereği gibi değerlendirememişler, çağdaş Müslüman bireyin psikolojik ve zihinsel yapısını analiz edememişler, inanç ve yaşam pratikleri açısından çağa uygun araştırmaları yapamamışlardır. Böylece kendi ülkelerindeki sağ ve sol düşünceli grupların tesirinde kalmışlardır.

İkinci Sebep: Cemaatlerin, mensupları ve ümmet ile arasındaki ilişkinin şekli:

Çağdaş İslami cemaatlerin mensupları ve ümmet ile olan ilişkisi duygusal bir ilişkiden ibaret kalmıştır. Tamam, bu tür bir ilişki doğrudur ve gereklidir ancak yeterli değildir. Başka türlü ilişki türleriyle desteklenmesi gerekir. Akli, ilmi, objektif, meşru zeminde ve belli bir program dâhilinde olması gereken ilişki türlerinden mahrum olarak sadece duygusallık zeminine oturmuş bir ilişki, istenen hedefleri elde etmede yetersiz kalmış, makûs talihi değiştirmemiş, bir başarısızlıktan diğerine dönüp durmaya devam etmişizdir. Aksiyon temelli bu cemaatler, ümmetin tarihi varlığına destek olmaktan çok, bu sermayeyi tüketme yoluna gitmişler, ürettiğinden fazlasını tüketen eli ayağı tutmaz bir ihtiyara dönüşmüşlerdir. Şimdi sıhhatli ve güvenli bir cemaat yapısı için olmazsa olmaz kriterleri bir sayalım;

1. İslami cemaat, her şeyden önce geniş ve detaylı bir şekilde İslami-şer’i bilgilere ve çağdaş konjonktür bilgisine sahip olmak durumundadır. Bu bilgileri, ümmetin bireyleri arasında yayılması amacıyla mensuplarıyla paylaşmalıdır.

2. İslami cemaat yönetimi, mensupları ve ümmet ile olan ilişkisini iki temele oturtmalıdır.

a. Objektif temel (akli, ilmi, şer’i, açık hedeflere sahip bir programı olan)
b. Subjektif temel (duygusal, samimi)

3. İslami cemaat, başka bir medeniyetin kriterleriyle değil bizzat İslam’ın bakış açısıyla İslam tarihinin bütün değerlerini; ekonomik, politik, bilimsel, sosyal, teknolojik ve fikri süreci derin bir eleştiri süzgecinden geçirmelidir.

4. Cemaat bireylerinin eğitim ve öğretiminde, din ve dünya ilimlerini birbirinden ayırmamalı, bir bütün halinde okutmalıdır. Bunu bir dava haline getirip bütün bir ümmet sathına yaymalıdır.

5. Genel olarak tüm vakıflarla, özelde ise ilim vakıflarıyla ilgilenmek gerekir.

6. İslami cemaatler, ümmetin mevcut statüsünün değişmesi noktasında, kurulma gerekçesi olan hedeflere yönelmek suretiyle bir ilerleme sağlamalıdır. Bu meyanda yapılması gerekenler:

a) Ekonomik büyüme
b) Bilimsel ve ilmi ilerleme
c) Caydırıcı, yaptırımcı güçler edinme
d) İslami birlik yolunda ilerleme
e) Bölünmelere karşı teyakkuz halinde olma


* Mısırlı ünlü Müslüman düşünür ve yazar.

Bu makale Süleyman Şahin tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

Haber Ara