Dolar

34,8955

Euro

36,6936

Altın

3.012,92

Bist

10.058,63

Türkiye'ye daha iyi bir koltuk vermeli

İngiliz Financial Times gazetesi, Türkiye'nin Batı dünyasından koptuğu iddialarının gerçekle bir ilgisi olmadığını yazarak, "Türkiye ile AB ilişkilerinin sadece şartları değişti." ifadelerini kullandı.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-19 13:44:00

Türkiye'ye daha iyi bir koltuk vermeli
Financial Times gazetesi yazarı Philip Stephens "Türkiye'ye daha iyi bir koltuk vermeli" başlıklı makalesinde Türkiye'nin artık 'yumuşak başlı, ricacı bir ülke' olmadığı, halbuki Avrupa ve ABD'deki pek çok kişinin Türkiye'nin ebediyen böyle kalmasını umduğu vurgulandı. İşte Philip Stephens'ın makalesi;

Türkiye'ye daha iyi bir koltuk vermeli

Batı Türkiye’yi kaybetmedi, en azından şimdilik. Mesele, Türkiye’yle ilişkilerdeki şartların değişmiş olması. Türkiye artık ABD ve Avrupa’daki birçoklarının hep öyle kalacağını umduğu yumuşak başlı ricacı değil. Kendisini başka bir ülke gibi hissediyor. Ekonomik açıdan canlı, siyasi açıdan özgüvenli Türkiye, kendisine Batı tarafından biçilen role artık sığmıyor.

Türkiye’yle ilgili moda olan hikâye şöyle: Kendi isteğiyle Doğu’ya dönen, ülke içinde İslamcılık adına Batı demokrasisinden kaçınan ve eski Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarındaki liderliğini yeniden tesis etmek için yüzünü Doğu’ya dönen bir ulus. Batı tarafından ağzının payı verilen Ankara, kendi mahallesindeki ilişkileri onarıyor. Bölgesinde kendisini göstermek için ekonomik ve diplomatik fırsatları kendi çıkarına kullanıyor.

Gazze’ye insani yardım taşıyan Türk gemisindeki sivillerin İsrail komandoları tarafından öldürülmesinin ardından İsrail’le yaşanan kopma ve Ankara’nın İran konusunda Batı’ya karşı koyması da bu anlatıyı teyit etti. Çıkarılan sonuç da şu: Tayyip Erdoğan’ın İslamcı hükümeti, Ortadoğulu bir misyon için Avrupalı bir misyondan vazgeçiyor.

1. Dünya Savaşı’ndan beri ilk

Bu gözlemlerin bazılarında haklı noktalar var. AKP bölgesel komşularının yanında kesinlikle rahat görünüyor. ‘Komşularla sıfır sorun’ politikası ihtilaf tehditlerini azaltarak partiye bölgede prestij ve nüfuz kazandırdı. Suriye’yle savaş riskinin yerine vizesiz seyahat getirildi; Irak’la gerilim de siyasi uyuma dönüştü. Türkiye’nin yeni bölgesel konumuyla, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Ankara’yı aşağılaması arasındaki zıtlık aşikâr.

İsrail’in geçen yıl Gazze’yi istila etmesiyle başlayan gerginliği onarmak zor olacak. İsrail’in yardım filosuna saldırısının yol açtığı öfke siyasi sınırların dışına taştı. Geçtiğimiz günlerde önde gelen bir yetkilinin söylediğine göre, 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Türk siviller yabancı askerler tarafından öldürüldü. İsrail’in ölümler için özüre benzeyen bir ifade bile kullanmaması, Türkler tarafından en az olay kadar çirkin görülüyor.
Bununla birlikte, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün laik siyasi yapılanmasına bağlı olanlar da hükümetin öfkeli söyleminden huzursuz. Onlara göre, İsrail’le yaşanan çatlak tehlikeli bir alt metin taşıyor; eğer kontrol edilmezse Atatürk mirasının altını ölümcül biçimde oyacak bir radikal İslamcılığa yönelik bir çağrı anlamına geliyor. Hükümetin Gazze’deki Filistinlilerin davasını savunma ve Hamas’la diyaloğu teşvik etme kararı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hiperaktif bölgesel diplomasi anlayışıyla uyumlu. Bazıları içinse, Davutoğlu’nun Arap halklarına yönelik duygusal yaklaşımları Osmanlı halifeliğine dair rahatsız edici anıları canlandırıyor.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates Avrupa’yı suçluyor. AB, Ankara’nın üyelik başvurusuna ayak direyerek Türkiye’yi Doğu’ya itti. Gates geçen gün şu varsayımda bulundu: Eğer Türkiye’nin Batı’yla ‘organik’ bir bağı bulunsaydı, yüzünü Doğu’ya dönmeye bu kadar meyilli olmazdı. Gates, genelde AB’nin, özelde de Fransa’yla Almanya’nın Türkiye’nin üyelik arzusunu geri çevirmek için ellerinden geleni yaptığı konusunda haklı. Türkiye’nin en ateşli Avrupaseverlerinin bile sabrı tükenmek üzere. Nihayetinde, Ankara’nın ilk üyelik başvurusunu sunmasının üzerinden yarım yüzyıl geçti.

Gates gerçeği saklamasın

Ancak ABD savunma bakanı Türkiye’nin Doğu’yla Batı arasında iki şıklı bir tercihle karşı karşıya olduğunu konusunda hatalı; ve Washington’ın son dönemde Türkiye’yle ilişkileri eskiye göre çok daha iyi yönettiğini ima ederken de tam olarak gerçeği dile getirdiği söylenemez. Eğer işlerin tadının ne zaman kaçtığını bulmaya çalışıyorsanız, George W. Bush’un yönetiminin, Türkiye’nin Irak istilası için bir atlama noktası olarak hizmet etmesi yönündeki buyurgan talebine bakmalısınız.

Her durumda, geçtiğimiz günlerde Chatham House tarafından İstanbul’da düzenlenen konferansta politika yapıcılardan ve iş dünyasının liderlerinden aldığım mesaj, Batı’daki mevcut söylemden çok daha incelikliydi. Buna göre, hükümet Avrupa’ya sırtını dönmek şöyle dursun, ülkenin artan bölgesel nüfuzunun AB’ye katılım şansını artıracağını umuyor.

Bugünlerde AB’den övgüyle söz eden birilerini bulmak zorken, Türk siyasetçiler istisna. Erdoğan’ın bakanlarından biri konferansta, AB’nin ‘tarihin en büyük barış projelerinden biri’ olduğunu söyledi. Türkiye’nin üyeliğinin sağlanması da, hâlâ ‘ulusal ve stratejik’ bir hedefti.

İran meselesi çelişkili

Bakanlara göre, Türkiye İran’a yeni BM Güvenlik Konseyi yaptırımları dayatılması kararına karşı çıkmaktan da keyif almamıştı. Bu oylama, Tahran’ın nükleer arzuları konusunda bir anlaşma sağlama yönündeki beyhude Türk-Brezilya girişiminin ardından yapıldı. İran’ın uranyum stokunun bir kısmının Türkiye’ye transfer edilmesini öngören girişim, ABD’de en iyi ihtimalle safça bulunarak dikkate alınmadı. Ankara İran’ın tuzağına düşmekle suçlandı. Türk bakanlarsa olayı biraz daha farklı anlatıyor. Önerinin şartlarının, ABD Başkanı Barack Obama’nın nisanda Erdoğan’a gönderdiği özel mektupla tümüyle uyumlu olduğunda ısrar ediyor-lar. Girişimin hiçbir zaman kapsamlı bir çözüm gibi gösterilmediğini, bundan ziyade Tahran’la daha etraflı müzake-relere yol açabiliecek bir güven inşası önlemi olarak sunulduğunu söylüyorlar.

Bize asıl bu Türkiye lazım

Ayrıntılar ve kronoloji nasıl olursa olsun, benim İstanbul’da edindiğim izlenimin Batı’yla bozuşma peşinde olan bir ulusla hiçbir alakası yoktu; daha ziyade şu fikri edindim: Soğuk Savaş’ın sona ermesinden 20 yıl sonra, Türkiye kendi dış politikasını zaman zaman kendisinin şekillendirebileceğine karar verdi. Bir zamanlar Batı’nın parçası olmak Washington’ın dediği her şeyi yapmak anlamına geliyordu. Bugün Türkiye’nin kendi çıkarları, fikirleri ve hakları var.

Pek çok Amerikalı ve bazı Avrupalılar için bu durum epey sinir bozucu.

Onların hayalindeki Türkiye, Batı’nın masasındaki herhangi bir koltuk karşılığında onlara sonsuza dek borçlu ve minnettar hissedecek bir ülkeydi.

İşin ironik yanı da pek tabii ki şu: Yeni ve kendisine daha çok güvenen Türkiye, eski uysal haline kıyasla Batı’ya daha çok şey sunacaktır. Kendi fikrine sahip olan Türkiye’nin Ortadoğu ve Müslüman dünyadaki stratejik inandırıcılığı daha fazla. İşte Batı’nın gerçekten de kaybetmemesi gereken Türkiye bu.


Radikal
SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara