Dolar

34,8459

Euro

36,6446

Altın

3.023,04

Bist

10.063,80

Türkiye Ortadoğu'da güçleniyor

* Türkiye'nin dış politikası değişiyor mu yoksa devamlılık mı söz konusu? Bir görüşe göre, Davutoğlu imzasıyla köklü bir değişim yaşanıyor * İkinci görüşse, dünyanın ekseni zaten Batı'dan Doğu'ya kayarken, Türkiye'nin önünde açılan alana eski ekseni çerçevesinde yanıt verdiğini savunuyor

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-18 09:47:00

Türkiye Ortadoğu'da güçleniyor
6. Radikal-EDAM toplantısının ilk oturumunda, Türkiye’nin Ortadoğu politikası tartışıldı:

Radikal, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) ile birlikte 7-9 Mayıs arasında ‘6. Radikal-EDAM Gazeteciler Toplantısı’nı gerçekleştirdi. Geçtiğimiz senelerde olduğu gibi, bu sene de toplantıda tartışılan konuları okurlarımıza aktarıyoruz. İlk oturumda, Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu’da yürüttüğü dış politika ve Türk dış politikasında gözlenen ‘değişim’ tartışıldı. İkinci oturumda seçimler sonrası Kıbrıs konusu ele alınırken, son oturumda da Kafkaslar siyaseti genelinde Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Rusya ilişkileri tartışıldı.

Değişim ve devamlılık

Değişim ve devamlılık tartışmalarında, iki farklı fikir ortaya çıkıyor. Her ne kadar, 2002 sonrasında Türk dış politikasının gözle görülür bir değişim geçirdiği fikri kabul görse de, bu değişimin ölçeği, geçmişte yürütülen siyasetten ne derecede farklılaştığı ve sebepleri konusunda farklı açıklamalar getiriliyor. Bazı katılımcılar, yeni Türk dış politikasını, altında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun imzasının olduğu yepyeni bir doktrinle kökten bir değişim geçirmiş olarak görmekte. Komşularla sıfır sorun iddiasıyla akıllarda kalan doktrinle Türkiye, dünya siyasetinde önemi artan bir ülke olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda, Türkiye eskiden mesafeli durduğu Ortadoğu ülkelerine ve de Filistin sorununa yönelik daha iddialı bir politikayı hayata geçirebiliyor. Türkiye, dış politika alanında geleneksel Türk dış politikasından farklılık gösteren stratejik seçimler yapmakta ve böylece dünya siyasetinde daha görünür hale gelmekte. Bu değişimin altındaysa, milliyetçi ya da ideolojik sebepler aramak yerine ekonomik beklentilere odaklanıldığında, sebep ve sonuçlar daha net anlaşılabilir. Örneğin, son yıllarda Türkiye’nin Kuzey Afrika’ya ihracatı 7 kat arttı.
Toplantıda dile getirilen ikinci görüşse, Türkiye’nin öteden beri yürüttüğü dış politikanın benzer bir eksende olduğu, ancak, Soğuk Savaş koşullarında bunun ifadesinin kaçınılmaz olarak farklı gerçekleştirildiği. Bir konuşmacıya göre, Ortadoğu’daki 80 yıllık düzen, Amerika tarafından değiştirildiği için, bölgedeki ülkelerin farklı roller üstlenmeleri doğal bir gelişme olarak algılanmalı. Dünyanın ekseni Batı’dan Doğu’ya kaymakta. Patlak vermesinden endişe duyulan savaşlar artık Avrupa’da değil, Hazar Denizi’nden Basra Körfezi’ne uzanan bir coğrafyada.
Türkiye’nin dış politikası değerlendirilirken, ilk etapta değişen dünya koşulları düşünülmelidir. Bu sayede Türkiye’ye, tarihi sebeplerden ötürü zaten önemli bir aktör olduğu Ortadoğu’da hareket edebileceği bir siyaset alanı açılmıştır. Türkiye’yse, kendisini Soğuk Savaş havasından çıkarmakta geç kaldığından, 1990’ları bir bakıma boşa geçirdi. Ancak 2000’li yıllarda bu hissiyattan kurtulduğu için, iktidarda hangi parti olursa olsun, Ortadoğu bölgesinde sözü geçen bir aktör olması zaten beklenebilirdi.
Bunun yanı sıra, Türkiye’nin siyasi ve politik koşulları da daha aktif bir dış politika yürütmesini sağlayacak şekilde gelişti, ekonomisi büyüdü.

Türk dış politikasında bir devamlılık olduğunu savunan ikinci görüşe göre de, komşularla sıfır sorun politikası tamamen yeni doktrine mal edilemez. Yeni hükümet, selefinden sadece üç sorunlu ilişki devralmıştır: Ermenistan, Irak ve Kıbrıs. Çeşitli zamanlarda sorunlar yaşanan komşulardan Yunanistan, İran ve Suriye’yle sorunların çoğu 1999’da çözüldü ya da hafifledi.
Kimilerine göre, Türk dış politikasındaki çok taraflılık 1970’lerde başlamışsa da, Johnson mektubu (1964) ve Kıbrıs çıkartması sonrası Türkiye’ye uygulanan askeri ambargo neticesinde, Özal’lı yıllarda tekrar geçerlilik kazanmak üzere, sekteye uğradı.

Yeni bir güvenle şekillenen ‘yeni’ politikanın bir diğer öne çıkan unsuru, arabuluculuk rolü oynamada gösterilen istek, ancak hemen hemen bütün katılımcılar, farklı coğrafyalardaki siyasi sorunlarda arabuluculuk rolü oynamak isteyen Türkiye’nin maddi imkânlarının ve insan kaynaklarının bu kadar ağır bir yük karşısında yetersiz kalacağı konusunda hemfikirdi. Öte yandan Avrupa bu bölgede arabuluculuk vasfını tamamen yitirdi. Türkiye’nin benimsediği haliyle arabuluculuk kavramına daha yakından bakıldığındaysa, farklı dinamikler ortaya çıkıyor. Pek çok durumda Türkiye, arabulucudan ziyade taraflardan birinin sözcüsü durumuna düşebiliyor. Örneğin Filistin konusunda, Türkiye’nin tarafsızlığını yitirdiği dile getirildi. Filistin meselesinin Türkiye’de bir iç siyaset unsuru haline geldiği de doğrudur. Bir zamanlar İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad posterleriyle dolu olan Arap sokaklarında, artık Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın posterleri çoğunlukta. Ama Arap sokakları, Arap siyaseti demek değildir; özellikle de bu siyasetin Hamas ya da Müslüman Kardeşler gibi farklı aktörleri düşünüldüğünde, sokaklardaki sempatiyi uluslararası siyasette sempatinin takip etmesini beklemek saflık olacaktır.

Doğu ya da Batı

Brüksel’deki Avrokatlar ne olup bittiğini anlamak ve yorumlamak konusunda yetersiz kalıp, Türkiye’nin dış politikasına şaşkınlıkla bakıyorlar. Bazı katılımcılar, dış politika ekseninde Türkiye’nin AB’yle ilişkisini değerlendirirken, Avrupa’nın artık ne yazık ki Türkiye için bir öncelik olmaktan çıktığını, hükümetin esas önceliğinin dış politikada Osmanlı mirasına işlerlik kazandırmak olduğunu vurguluyor. Artık Türkiye, dış politikasında AB’den ziyade Brezilya gibi ülkeleri örnek almakta ve bu yeni aktörlerle işbirliği arayışlarına girmekte. AB sürecindeyse, üyelik perspektifinden yerine üyelik süreci ve getireceği ekonomik kazanımlar önem kazanmıştır.
Şu anda, Türk dış politikasının ya da bu politikayı oluşturanların sormadıkları soru, İran ve Suriye gibi Ortadoğu ülkeleriyle günden güne geliştirilen ortaklıkların ve bu yeni ilişkinin, AB’yle ilişkilere nasıl bir etkisi olacağı ve bu etkiyle başedebilmek için ne tür stratejilerin geliştirileceğidir.

İran ve Suriye

Bir zamanlar Türkiye’nin en çok sıkıntı yaşadığı komşuları arasında sayılan Suriye’yle ilişkiler, vizelerin karşılıklı kaldırılmasına varacak kadar iyi duruma geldi. Suriye eskisinden çok farklı değil ancak, Türkiye Suriye’yi tehdit olarak algılamaktan vazgeçti.

İran-Türkiye ilişkileriyse, hem danışma hem de rekabet ekseninde tanımlanabilir. Türkiye, elbette etrafında nükleer silahlara sahip bir İran görmek istemiyor ama İran’a düzenlenecek bir saldırıdan ya da uygulanacak ekonomik yaptırımlardan da aynı ölçüde uzak duruyor. İran’a uygulanacak herhangi bir nükleer kısıtlamanın, ileride kendisini de bağlamasından çekiniyor. Retorikte, özellikle Erdoğan, İran’dan ve Ahmedinecad’dan övgüyle söz ediyor, kendisini kardeşi olarak bile nitelendiriyor.

Değerlerin yokluğu

Katılımcıların ele aldığı bir diğer konuysa Türk dış politikasında değerlerin oynadığı rol oldu. Pek çok katılımcı, Türkiye’nin dış politika neticesinde elde ettiği maddi kazançların değerler tartışmasına olumlu bir katkıda bulunamadığının altını çizdi. Bunun başlıca örneği olarak, ülkesi Sudan’daki insan hakları ihlallerinden sorumlu görülen ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanması talep edilen Ömer el Beşir’le geliştirilen yakın ilişkiler gösterildi. Mevcut hükümetin dış politikasını başarılı bulanlar bile, Türk dış politikasında demokrasi ve etik gibi değerlerin bir önceliği olmadığı konusunda görüş birliği içindeydi. Örneğin Erdoğan, Gazze’deki Müslümanlar’ın uğradığı haksızlıkları dilinden düşürmezken, Darfur’da soykırım yapmakla suçlanan el Beşir’den “Müslümanlar soykırım yapmaz” diye bahsedebilmektedir.

Türk dış politikasının geleceği

Türkiye, bugün olduğu gibi gelecekte de bölgede sözü geçen bir aktör olma hedefini sürdürecek. Bölgeden kasıtsa, tam olarak 19. yüzyıl Osmanlı coğrafyasıdır. Türkiye’nin gelecek için beklentisi, siyasi diyalog, etnik farklılıkların sorunsuz bir biçimde bir arada bulunması ve ekonomik işbirliğidir. Ancak bu süreçte, bir işbirliği/menfaat alanı mı, yoksa bir etki alanı mı arandığı konusunda karar verilmesi gerekebilir. Bazı katılımcılara göre, Türk dış politikasının geleceği bu seçimle şekillenecek. Türk dış politikası, dış politika yapıcılarının belirleyeceği çıkarlar ve önceliklerin sağlanması için bir araç olacak ve içi bu çıkarlar doğrultusunda doldurulacak.

Türkiye, bölgedeki boşluğu kendi siyasetiyle doldurmaya aday oldu ve görüldüğü kadarıyla artık burada, Avrupa Birliği’nin sözü geçmemekte. İleride de, Ortadoğu’da Türkiye’nin muhatabının AB değil, Amerika olması beklenebilir. Buna karşılık Türkiye, bölgedeki Amerikan varlığını sorgulamayacaktır.

radikal

Haber Ara