Türkiye uluslararası bir savaşın hedefi
İran'la nükleer takas anlaşması Türkiye'nin uluslararası bir aktör haline geldiğinin kanıtı. Fakat bölgede yeni bir güç istemeyen Batı, Ankara'yı engelleme kampanyası başlattı. İsrail saldırısı da bu savaşın uzantısı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-15 09:11:00
Türkiye şu an büyük bir uluslararası kampanyaya maruz kalıyor; bu kampanya hem büyüyen rolünü, hem de Amerikan politikalarının karşı çıkan ülkelerin ve güçlerin yanı sıra Filistin halkıyla da dayanışma içindeki tutumlarını hedef alıyor. İlk saldırı, Gazze ablukasını kırmaya çalışan özgürlük filosuna yönelikti. Mavi Marmara gemisi İsrail saldırısına uğradı ve askerler gemideki Türk eylemcileri hedef aldı. Hepsi Türk, dokuz kişi şehit oldu. Yaralılara ve tutuklulara işkence yapıldı. İsrailli saldırganlar Türk eylemcilere karşı, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl Davos’ta kullandığı ve bir sembole dönüşen
‘one minute’ ifadesini tekrarladı.
Görünen o ki, İsrail’in Türkiye’yi cezalandırmayı amaçlayan kararlılığı uluslararası sularda sivil bir gemiye saldırma, dokuz Türk’ü öldürme ve Türkiye’nin İsrail’e sunduğu 60 yıllık hizmeti inkâr etme noktasına vardı. Bu hizmetler Türkiye’yi tıpkı İsrail gibi kendi bölgesinde tecrit edilmiş bir ülke haline getirmişti. İsrailliler buna rağmen ‘müttefik’lerine görülmemiş derecede yüzsüz-ce bir saldırı düzenlemekte tereddüt etmedi.
Kimse başarı beklemiyordu
Fakat İsrail’in, Türkiye’yi büyüyen rolü ve büyük güçlerin bu rolden endişelenmesinden dolayı hizaya çekmeyi amaçlayan uluslararası senaryoda bir piyon olmasa böyle bir cürette bulunmayacağı anlaşılınca, saldırının nedenleri de daha net anlaşılıyor. Saldırı konusunda tam bir Amerikan karartmasına, ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nin saldırıyı kınamasını engellemesine ve ardından
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın hiç utanmadan İsrail eyleminin haklı olduğunu açıkça ifade etmesine tanık olmamızın nedeni de bu. Avrupa da Amerika’dan daha iyi bir yaklaşım ortaya koymuş değil.
Türkiye’nin maruz kaldığı ikinci olaysa, BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yeni yaptırım kararında görülüyor. İran meselesi belki de büyük devletlerin Türkiye’ye karşı harekete geçmesini teşvik eden kıvılcımdı. Zira Türkiye’yle Brezilya’nın 17 Mayıs’ta İran’ın nükleer programı üzerine anlaşma imzalama başarısını göstermesinin ardından, ‘saldırgan’ uluslararası tutumlar görülmeye başlandı. Bu anlaşma Türk diplomasisinin parlak bir başarısı olarak değerlendirildi. Anlaşmanın ABD Başkanı Barack Obama’nın 20 Nisan’da Erdoğan ve Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’ya gönderdiği mektubu hayata geçirmesine rağmen, uluslararası güçler Türkiye’nin bu konuda başarılı olmasını beklemiyordu. Başarı sağlanınca, ABD ve Avrupalıların yanı sıra Rusya ve Çin İran’a yaptırım dayatılması, Türkiye’yle Brezilya’nın yaptığı nükleer anlaşmanın da bir aldatmadan ibaret görülmesi çağrısında bulundu.
Rusya ve Çin de kızdı
Tahran anlaşmasını sağlama başarısı, Türkiye’nin sadece bölgesel bir güç değil, aynı zamanda uluslararası bir aktör olduğunu da kanıtladı. Bu ABD, Avrupa ve İsrail’in yanı sıra Rusya ve Çin’i de kızdırdı. Dolayısıyla, Türk zaferini söndürmek ve anlaşmayı iptal etmek için bir kampanya başlatıldı. Amaç, Türkiye’nin bölgesinin sınırlarını aşan büyük bir güç ve aktör haline gelmesini engellemek. İran’a da aynısı yapılıyor ve bu ülkenin kalkınması engelleniyor. Batı, İsrail ve beraberlerindeki Rusya’yla Çin güçlü mesajlar verdi; ilk mesaj Türk kanına bulanmıştı.
Saldırı sadece AKP’ye değil, Türkiye’ye ve Türk halkına da yönelikti. Batı’nın, Arap ve İslam dünyasında ne zaman büyüyen bir güç belirse onu engelleme noktasındaki değişmez politikası bu. Batı, Mısır’da Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerinde yeni bir modern devlet kurmaya çalışan Mehmet Ali Paşa’ya yaptığı gibi güce bile başvuruyor. Yine Mısır’da Cemal Abdül Nasır’a ve ardından İran’daki İslam devrimine aynı politikayı uygulamıştı. Şimdi de sıra Türkiye’ye geldi.
Dar iç hesapların sırası değil
Türkiye’ye yönelik yeni Batı saldırısı, Türk deneyiminin Mehmet Ali Paşa ve Abdül Nasır’ınkiyle aynı şekilde sonuçlanacağı anlamına gelmez. Ancak bölgesel güçler ve bloklar kendilerini ve özgürce yaşama haklarını savunma amacıyla birleşmeli; tarihin tekerrrür etmemesi için kaçırılmaması gereken bir fırsat söz konusu. Türkiye içindekilerin yapacağı en kötü şeyse, ülkelerine yönelik bu yeni saldırıyı, AKP’ye dair dar iç hesapları Türkiye’nin rolünün ve gücünün aleyhine olacak şekilde görmek için kullanmaya çalışmaları olacaktır.
AKP’yle rekabet etmek meşru bir hak, ancak ülkelerine yönelik yeni dış savaşla mücadele etmek de bütün Türklerin sorumluluğu. Zira saldırı kendi gelecekleriyle, ülkelerinin güçlü, serbest ve bağımsız olmasını isteyip istemedikleriyle ilgili.
(Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 13 Haziran 2010)
Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara