Türkiye'den Arap ülkelerine dersler
Türk liderlerin ülkelerinin konumuna ve rolüne olan saygıları arttıkça Batı ve Doğu'dakilerin de saygısını kazandılar.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-11 08:08:00
Arap yönetimleri ve halklarının, Türkiye-İsrail geriliminin göstergelerini daha derinden incelemeye ve bundan, bugünleri ve gelecekleri için dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyaçları var. Sırada çıkarılabilecek derslerle ilgili bir özet var:
İlk olarak Türkiye –Batı'nın kuyruğuna takılarak geçen uzun yıllardan sonra- İslam dünyasının başı olmanın, Batı'nın kuyruğunda olmaktan çok daha iyi ve onurlu olduğunu anladı. ABD'li strateji yazarı Graham Fuller, zamanında şöyle yazmıştı: "Türkiye, Batı ile Doğu arasında köprü olmak istiyor. Batı ise Türkiye'yi kendisiyle İslam dünyası arasında bir set yapmak istiyor."
Türkiye'deki yabancılaşmış seçkinler yıllarca, Batı'ya tutunarak ve İslami köklerinden kaçarak bu set görevini üstlendi. Ancak Türkler bu tabiiyet rolünden artık memnun değil. Akdeniz'de yaşanan son olayları, kuyruktan başa, setten köprüye doğru giden bu değişim bağlamında okumamız gerek.
Bu değişim, bugün Türkiye'yi yöneten bilinçli siyasi elitin, özellikle de Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun kuşağı sayesinde oldu. Bu adamlar, Batı ile ilişkilerinde Türkiye'ye, öz güvenini ve kendine olan saygısını yeniden kazandırdı.
Türk liderlerin ülkelerinin konumuna ve rolüne olan saygıları arttıkça Batı ve Doğu'dakilerin de saygısını kazandılar. Son krizde, Batı'nın Türkiye'nin yanında yer alan tavrı, Türklerin, akan kanlarıyla ilgili taviz vermez tutumu sayesinde oldu. Buradan alınacak ders, öz saygının, diğerlerinin saygısını kazanmanın anahtarı olduğu.
İkinci ders ise Türkiye'nin özüne ve İslami derinliğine dönmesi, geçmişte bizdeki bazı yüzeysel devrimci rejimlerin yaptıkları gibi Batı ile ilişkilerin geri plana atılması üzerine kurulmadı. Aksine Türkiye'nin değişimi, Türk politikasına denge getirmeyi amaçlayan bir bakış açısı çerçevesinde gelişti. Yazarlardan biri Davutoğlu'nun kişiliğini şöyle nitelemişti: "Makyavel ve Mevlana'nın bir birleşimi." Yani adam, Doğu'nun kalbi ile Batı'nın mantığını bir araya getirmiş ki Filozof Muhammed İkbal'e göre bu ikisini bir araya getirmek, İslam aleminin kalkınması için gerekli bir koşul.
Davutoğlu, Türkiye'nin mesajını, tarihin ve coğrafyanın diliyle belirledi ve şöyle dedi: "Türkiye, pek çok bölgesel kimlik taşıyor. Tarihî ve coğrafi kimliğimize dair bu eşsiz birleşim bize, çok boyutlu Türk tarihinden kaynaklı eşsiz bir sorumluluk yüklüyor." Yeni Türkiye, Batı'da Doğu'nun, Doğu'da ise Batı'nın temsilcisi olmaya çalışıyor.
Türk yöneticiler, Türkiye'deki Doğulu ve Batılı yönelimler ve çakışmalar arasındaki entegrasyonun, ülkeleri için önemli bir güç ve canlılık kaynağı olduğunun farkında. Türkiye'nin ticari alışverişinin yarısı AB ülkeleri ile yapılırken Arap ülkeleri ve İran ile alışverişi neredeyse çeyreğe ulaşmış durumda.
Türkiye, bazı safların düşündükleri gibi Batı ile olan bağlarını çözemez, çözmek de istemez. Zaten bu ne kendinin ne de Müslüman dünyanın yararına olur. Aksine Türkler, Batı ile ilişkilerin saygı ve karşılıklı yarar sağlama üzerine kurulu olması için çalışıyor. Araplar, Türkiye'nin konumundaki ve kapasitesindeki bir ülkenin böylesine olumlu ve hayati bir rolü üstlenmesine sevinmeli. Burada Türkiye'den çıkarılacak ders, kendi özüne dönmenin, başkalarına savaş ilan etmek değil, aksine kendine ve başkalarına saygı duymayı birleştirmek anlamına geldiği yönünde olmalı.
Üçüncü ders ise şu anda Türkiye'nin Araplara verebileceği en önemli ders ki o da içerideki demokrasiyi sağduyulu dış politikayla birleştirmek. Uluslararası Kriz Grubunun bu yılın başında "Türkiye ve Orta Doğu... Hırslar ve Bağlar" adlı bir çalışmasına göre Türkiye-İsrail ilişkileri, Türk politikacıların kendi ülkelerindeki kamuoyunun görüşlerine boyun eğdikleri ölçüde kötüleşiyor.
Türkiye'deki yabancılaşmış seçkinler, 20. yüzyılın ortalarında; Filistinlilere karşı İsrail'in yanında durduklarında, Cezayir'in bağımsızlığına karşı Fransa'yı desteklediklerinde, Araplara karşı İran Şahı ile ittifak kurduklarında, bütün bunlar siyasi ve askerî despotizmin acı birer meyvesinden ve Türkiye'nin çıkarlarına dar bir noktadan bakmaktan başka bir şey değildi. Üstelik bütün bu tutumlar, Türk halkının derin iradesinin samimi bir ifadesi olmaktan uzaktı.
Bugün ise Türk demokrasisi büyüdü ve olgunlaşmaya yaklaştı, Türk halkının duygularını samimi bir şekilde ifade etmeye başladı. Şimdi, Türkiye'nin bu onurlandırıcı davranışlarını Arap meselelerinde görmek mümkün.
Aynı şey Arap ülkeleri için de geçerli. Mısır rejiminin Filistinlileri aç bırakmada İsrail ile kurduğu ittifak, kardeşlerinin acılarından ötürü acı çeken Mısır halkının göğsüne çöken despotluğun acı meyvesinden başka bir şey değil.
Özetle, harcanmış şerefimizi geri kazanmak ve zulme uğrayan Filistinli kardeşlerimize yardım etmek istiyorsak içerideki despotizme karşı mücadelemizi yoğunlaştırmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Aksi halde dışarıdan gelen düşmanı çıplak göğüsle ve zincirli ellerle karşılamayı sürdüreceğiz.
Yine de şanslıyız ki Türkiye'nin bu yükselişinden faydalanacak siyasi zekaya sahip Araplar var. Suriyeli bir yetkili, Türkiye'nin rolüyle ilgili olarak şunu söylemişti: "Türkiye var olmasaydı bizim onu var etmemiz gerekirdi. Türkiye bizim için önemli çünkü o, Arap devletlerinde girişimin var olmadığının bir göstergesi."
Ancak şöyle de bir talihsizlik var ki bazı Arap yöneticiler, Türkiye'nin rolüne kuşkuyla bakıyor. Bu da her çağda tembel olan ülkelerin, bir mesajı veya iradesi olana karşı beslediği hasedi ortaya koyuyor. Mısırlı bir yetkili, Uluslararası Kriz Grubuna verdiği demeçte, "Erdoğan, Gazze ile ilgili açıklamalarında sarhoş gibi görünüyor." derken Suudi bir yetkili, Türkiye'nin rolünü ancak İran'ın rolünü bir köşeye attığı sürece kabul edebileceklerini belirtiyor. Aynı yetkili, "Türkler, bölgede yeniden hüküm sürmek istiyor ve bu, bir Arap olarak benim için tehlikeli." diyor.
Amerikalı yazar Grace Halsell'in ifadesiyle Batı Hristiyanlığının, İsrail'in köleliğine (the cult of İsrael) dönüştüğü bir dünyada Türkiye, İsrail'in çirkin tarafını çırılçıplak ve tek bir kurşun atmadan vicdanların önüne serdi. Bugün ise Gazze'deki ablukayı kaldırmak için muzaffer bir çabanın önderliğini yapıyor. Türkiye'nin kendine saygısı, ittifaklarında dengesi ve samimi bir demokrasisi olmasaydı bunların hiçbiri olamazdı. İşte, Türkiye'nin başarısının ardında yatan üç sır bu.
BYEGM
SON VİDEO HABER
Haber Ara