Dolar

34,8959

Euro

36,6160

Altın

3.009,57

Bist

10.058,63

ABD'nin Küba politikası değişti mi?

Yürüttüğü seçim kampanyasında “değişim” temasını ön plana çıkararak iktidara gelen Obama’nın seçim vaatleri arasında Küba politikasında değişim sözü de yer alıyordu.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-26 00:59:00

ABD'nin Küba politikası değişti mi?
Bir buçuk yıla yaklaşan Obama iktidarı Küba konusundaki vaatlerini kısmen yerine getirdi. Ancak bu değişiklikler ABD’nin geleneksel Küba politikasının esasına dokunmaktan çok uzak.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000’li yıllara damga vuran George W. Bush iktidarı, dünya halkları nezdinde ABD’nin itibarının en alt seviyeye indiği bir dönem olarak yaşandı. Dünya, tarihsel olarak Amerikan karşıtlığının özel bir anlam taşımadığı ülkelerde bile bu hissiyatın hızla tırmandığına tanıklık etti. Bu süreçte, ABD’nin saldırgan ve yalanlara dayalı dış politikası ortalama ABD vatandaşı için bile giderek bir utanç kaynağı haline gelmeye başladı. Belki de tarihte ilk defa, Amerikan nüfusunun bir bölümü Amerikalı olmaktan utanç duydu. Elbette bu sürecin başat dinamikleri terörizme karşı savaş doktrini çerçevesinde girişilen Irak ve Afganistan savaşlarıydı. Guantanamo üssü ve Ebu Garib cezaevindeki işkence görüntüleri dünya halklarının yanı sıra ABD vatandaşlarını da travmatize edici bir etki yarattı.

Bu koşullar altında Başkanlığa adaylığını açıklayan ve rakibi Hillary Clinton’u eleyerek Demokratların adayı olmayı başaran Obama, 2008 yılında yürüttüğü seçim kampanyasını “değişim” teması üzerine kurdu. Amerika’nın Bush iktidarında yaşadığı utancı hafifletmek, Amerikan değerlerine yeniden inanmak için değişime ihtiyacı vardı, en çok da dış politika alanında…

Obama, Bush’un “sonuna kadar saldırganlık” ile özetlenebilecek dış politikasının karşısına, diplomasiye daha fazla rol tanıyan bir politikayla çıkmak durumundaydı. Seçim kampanyası boyunca özellikle Irak konusunda pek çok vaatte bulundu. Ancak Obama’nın dış politika vaatleri Irak’tan askerlerin geri çekilmesi ve Guantanamo üssünün kapatılmasından ibaret değildi. Obama Küba politikasında da bir takım başlıklarda “değişim” vaatleriyle iktidara geldi. Obama iktidarı bir buçuk yılını tamamlamak üzereyken bu konuda bir ön muhasebe yapmak artık mümkün görünüyor.

Başkanlık seçimlerinde Küba hep var
Amerikan seçim sisteminin yapısı nedeniyle tek tek eyaletlerde alınan sonuçlar başkanlık seçiminin sonuçları açısından belirleyici bir nitelik taşıyor. Bu durumun en çarpıcı örneği 2000 yılında George W. Bush ile Al Gore arasında geçen seçimlerde yaşanmıştı. Al Gore ülke genelinde Bush’tan daha fazla oy almış olmasına rağmen bir eyalette 537 oy farkla Bush’a kaybettiği için (aslında oyların yeniden elle sayımı belirlenen sürede tamamlanamadığından, mahkeme kararıyla mağlup ilan edildiği için) başkanlık yarışını kaybetti. Söz konusu eyalet Küba kökenli Amerikalıların yoğun olarak yaşadığı Florida’ydı.

2000 seçimlerinde Florida’nın seçim sonuçlarını belirleme gücü olan kritik eyaletler arasında yer aldığı bir kez daha tescil edildi. Böylece, Florida seçmeninin yeni başkan adayının Küba politikası konusunda ikna edilmesi, seçimlerin kritik meselelerinden biri hale gelmiş oldu.

Obama’nın Florida kampanyası ve Demokratların seçim zaferi
Florida 2008 seçimlerinde de başkan adaylarının önemli çarpışma sahalarından biri oldu. Cumhuriyetçi aday McCain eski kuşak Kübalılara seslenmeyi tercih ederek Bush hükümetinin politikalarına sıkı sıkıya bağlı kalma sözü verdi. Obama ise Küba kökenli Amerikan nüfusundaki demografik ve siyasi değişiklikleri de göz önüne alan bir politika yürüttü.

Florida’da da yaşayan ilk kuşak Kübalılar, ağırlıklı olarak devrimden hemen sonra adayı terk eden Kübalı sermaye sahipleri ile Batista rejiminin destekçilerinden ve üst düzey yöneticilerinden oluşan bir topluluk. Adayı terk etmelerinin sebebi bütünüyle siyasi gerekçelere dayanıyor. Florida’da önemli bir seçmen grubu oluşturan bu topluluk Küba ile ancak rejim değiştiğinde ilişki kurulmasından yana; Küba karşıtı politikaların değişmemesi doğrultusunda ciddi bir lobi faaliyeti yürütüyorlar ve ABD’li siyasetçiler üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyorlar. Seçimlerdeki tercihleri de ABD siyasetinin muhafazakâr kanadını temsil eden Cumhuriyetçilerden yana.

İkinci kuşak olarak nitelendirebileceğimiz topluluk ise ilk kuşağın çocukları ve özellikle 1990’lardan itibaren Küba’dan göç eden kişilerden oluşuyor. 1960’lı yıllarda göç edenlerin aksine 1990’lı yıllarda göç eden Kübalıların doğrudan siyasi gerekçelerle ABD’ye göç ettiğini söylemek mümkün değil. Sovyetler Birliği’nin çözülmesini takip eden yıllarda Küba’nın yaşadığı “özel dönem” devrim tarihi boyunca Kübalıların ekonomik açıdan geçirdiği en zor dönem. Küba’nın ticari ilişkilerinin bütünüyle sekteye uğradığı bir dönemden söz ediyoruz. Bu dönemin Küba için çok zor olmasının sebebi ise en büyük pazarlarını kaybetmelerinden, en önemli dış destek ve finansman kaynaklarının ortadan kalkmasından ibaret değil.

Reel sosyalizmin Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da çözüldüğü günler ABD’nin Küba karşıtı politikasında da yeni bir aşamaya tekabül ediyor. ABD, esmekte olan anti-sovyetik rüzgârı arkasına alarak Küba sosyalizmini yıkma hedefine yeniden kilitleniyor. Bu çerçevede, 1962 yılından itibaren uygulanmakta olan ekonomik, finansal ve ticari ablukayı sıkılaştırmak doğrultusunda önemli adımlar atılıyor. 1992’de çıkan Toricelli yasası tam da Küba’nın ekonomik açıdan büyük güçlükler yaşadığı sırada ekonomik yaptırımları ağırlaştırarak Küba rejimini boğmayı hedefliyor. Toricelli yasası ABD’yi hedefe ulaştıramayınca 1996’da ablukayı biraz daha sıkılaştıran ve üçüncü ülkeleri de Küba’yla ekonomik ilişkiler kurmaları durumunda yaptırımlara maruz bırakan Helms-Burton yasası geliyor.

Florida’da yaşayan ikinci kuşak göçmenlerin ABD’ye göç ettikleri koşulları bu şekilde tarif etmek mümkün. Birinci kuşak göçmenlerden farklı olarak, ikinci kuşak açısından Küba’da yaşanan ekonomik zorluklar çok daha belirleyici bir faktör. Bu toplamın Küba ile ilişkilerin geliştirilmesi doğrultusunda bir talebi bulunuyor. Abluka dolayısıyla ailelerini ziyaret etmeleri, ailelerine para göndermeleri gibi konularda ciddi kısıtlamalara tabi oldukları için ablukanın bu alanlarda gevşetilmesini istiyorlar.

2008 başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi başkan adayı McCain önceki seçimlerde daha büyük bir ağırlık oluşturan ilk kuşağa seslenirken, Obama demografik ve siyasi değişiklikleri gözeterek ikinci kuşağa seslenmeyi tercih ediyor.

Obama’nın seçim kampanyası sırasında Küba konusunda aldığı tutumu 2008 Mayıs’ında Miami’de yaptığı konuşmadan izlemek mümkün. Obama, bu konuşmada Küba’ya dönük politikasına tek bir kelimenin kılavuzluk edeceğini söylüyor.

“Küba’ya dönük politikama tek bir kelime kılavuzluk edecek: özgürlük. …Tüm Kübalıların özgürlüğüne giden yol Küba’daki siyasi mahkûmlar için adalet, ifade özgürlüğü, özgür basın, örgütlenme özgürlüğü ile başlamalı ve serbest ve adil seçimlere varmalıdır. … birlikte Küba’da özgürlük için ayağa kalkacağız” (1).

Obama, bu konuşmada aynı zamanda Küba kökenli ABD vatandaşlarının Küba’ya seyahat ve para transferleri konusundaki kısıtlamalarının gevşetilmesi çağrısında bulunuyor. Obama’nın Küba konusundaki seçim vaatleri bunlardan ibaret. Adaya özgürlük getirmek üzere mücadele etmeyi ama bunu yaparken Bush yönetiminin başarısız politikalarını sürdürmek yerine Küba kökenli ABD vatandaşlarının Küba’daki aile üyeleriyle görüşmelerini sağlamayı vaat ediyor.

2008 seçimleri Florida’da demokratların zaferi ile sonuçlandı. Başkanlık seçimlerindeki toplam 538 oyun 27’sini elinde tutan ve oy sayısı açısından en büyük dördüncü eyalet konumunda olan Florida bir kez daha başkanlık seçiminin belirleyici eyaletleri arasında yerini aldı.

Küba politikasında “değişim”
Obama iktidara gelişinin dördüncü ayında Küba konusunda beklenen adımları attı. Sonuncusu 2005 yılında yapılan ve yoğun protestolar sebebiyle Bush’un kapanışı beklemeden terk etmek zorunda kaldığı Amerikalar Zirvesinden birkaç gün önce, Beyaz Saray tarafından yapılan bir açıklamayla Küba kökenli ABD vatandaşlarının Küba’ya seyahatleri ve para transferleri konusundaki sınırlamalar kaldırıldı.

Kararın Amerikalar Zirvesinin hemen öncesinde açıklanması, Obama’nın Latin Amerikalı liderlerle buluşmadan önce, kıtanın güneyinde Bush politikalarına mesafe koyacağı mesajı iletme ihtiyacı hissettiğinin bir göstergesi. Nitekim Obama’nın Küba konusunda atacağı adımlar birçok Latin Amerika ülkesi tarafından bir samimiyet testi olarak değerlendiriliyor.

13 Nisan’da açıklanan karar uyarınca Küba’ya yapılacak aile ziyaretleri ve para transferleri konusunda kısıtlamalar kaldırılıyor ve ABD’li telekomünikasyon şirketlerinin Küba ile iş yapmasına olanak sağlanıyor. Bu çerçevede, Küba’ya yapılacak ziyaretlerin süresi ve sıklığı konusundaki sınırlamalar ile ailelere gönderilecek para miktarı ve transferlerin sıklığı konusundaki limitler kaldırılıyor; bankalara bu işlemler için genel lisans veriliyor; Küba’ya yapılabilecek bağışların kapsamı genişletiliyor. Ancak, Küba Komünist Partisi yetkilileri ve hükümet görevlileri için mevcut sınırlamalar devam ettiriliyor (2).

Açıklamada, Küba kökenli ABD vatandaşlarının Küba’daki aileleriyle temas halinde olmasının yalnızca insani açıdan temel bir hak olmadığı, aynı zamanda Küba’da demokrasinin tabandan gelişimine katkı sağlayacak en önemli araç olduğu, özgürlük için Küba kökenli Amerikalılardan daha iyi elçi olamayacağı vurgulanıyor. Ablukayla sonuç alamayan ABD yönetimi bu kez de kişileri satın almayı deniyor.

Obama’nın attığı bu adımlar her ne kadar ABD basınında önemli yankı uyandırdıysa da ne Latin Amerikalı liderler ne de Küba yönetimi tarafından büyük bir gelişme olarak algılanmadı. Nitekim Küba-ABD ilişkilerine damgasını vuran unsur karşılıksız para transferi meselesi değil, Küba’yı ticari olarak izole eden abluka; ama abluka yerinde duruyor. Her yıl ABD Başkanlarının önüne gelen abluka konusu Eylül ayında Obama’nın da önüne geldi ve “değişimci” Başkan ablukayı bir yıl daha uzatmanın ABD çıkarlarına uygun olduğuna hükmetti (3).

Diğer taraftan, Küba-ABD ilişkilerine damga vuran bir diğer konu olan Küba Beşlisi konusunda da Obama döneminde herhangi bir değişim söz konusu olmadı. 1998 yılından bu yana haksız ve hukuksuz bir biçimde ABD’de mahkûm olan beş Kübalı istihbaratçının tutuklulukları devam ediyor. Eşlerini ziyaret etmek üzere yaptıkları vize başvuruları yıllardır reddedilen Olga Salanueva ve Adriana Pérez’in son vize başvuruları da 18 Aralık 2009 ve 15 Temmuz 2009 tarihlerinde reddedildi (4). Obama’nın aile ziyaretlerine ilişkin özgürlükçü tutumu bu aileleri kapsamıyor.

Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez Parilla 28 Ekim’de BM Genel Kurulunda yaptığı ambargo konulu konuşmada Küba-ABD ilişkilerinin geldiği noktaya ilişkin bir değerlendirme de yapıyor. Bruno Rodriguez Parilla, Obama yönetiminin attığı adımların olumlu ancak son derece sınırlı ve yetersiz olduğunu vurguluyor. İlişkilerin mevcut durumunun 2004’ün ilk günlerine kadar süren ve ABD tarafından akademi, kültür, bilim ve spor alanlarında belli düzeyde karşılıklı ilişkiye izin verilen eski düzeye bile henüz yeniden ulaşmadığına işaret ediyor (5).

Dolayısıyla, Obama’nın şu ana kadar attığı adımlar Küba-ABD ilişkilerinin özüne dokunmaktan oldukça uzak. Obama ablukayı sürdürüyor, Kübalı beş kahramanı hapiste tutmaya devam ediyor, Küba’daki rejim karşıtı grupları finanse etmekten geri durmuyor ve Küba hala terörü destekleyen ülkeler listesinde yer alıyor.

Atılan adımların devamı gelebilir mi?
Obama’nın attığı adımlar ABD’nin Küba politikasının özüne dokunmaktan uzak olsa da bu adımların bütünüyle önemsiz olduğunu iddia etmek mümkün değil. Bu adımlar, öncelikle Bush döneminde iyice sertleşen Küba politikasının işe yaramadığının itirafı anlamına geliyor. Diğer taraftan da ABD politikasındaki tutarsızlığı daha da açık hale getiren yönler barındırıyor. Örneğin Küba kökenli ABD vatandaşlarının Küba’ya yapacakları aile ziyaretleri konusundaki sınırlamalar kaldırılırken, diğer ABD vatandaşları için seyahat yasağının devam etmesi bu politikayı daha da tartışmalı hale getiriyor.

Amerikan dış politikasının genelinde olduğu gibi, Küba konusunda da politikacılar kamuoyunun gerisinde bulunuyorlar. Abluka ve seyahat yasağı konularında kamuoyu desteği giderek azalıyor. Bununla birlikte, ABD’nin siyasi organlarında da bu konularda istisnalar talep eden girişimler mevcut. Örneğin Mayıs 2007 itibariyle Kongre’de ambargoyu hafifletmeyi öneren sekiz kanun tasarısına karşı, ağırlaştırmayı öneren yalnızca bir tasarı bulunuyordu (6). Bu basıncın Obama döneminde artması sürpriz olmayacaktır.

Bazı alanlarda ambargonun hafifletilmesini savunan güçlü lobiler de mevcut. Örneğin Küba’ya gıda maddeleri ihracatının kolaylaştırılmasında ticari çıkarları bulunan Amerikan şirketleri bu konuda ciddi bir lobi faaliyeti yürütüyorlar. Mevcut durumda, Küba’ya sadece nakit ve peşin parayla yapılabilen gıda ihracatının kolaylaştırılması hem Küba’nın hem de ABD’li gıda şirketlerinin talebi.

Bu tür basınçların Obama’yı önümüzdeki dönemde ek bir takım adımlar atmaya zorlaması mümkün. Ancak bir noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Küba-ABD ilişkileri devrim tarihi boyunca doğrusal bir ilerleme ya da doğrusal bir gerileme içerisinde olmadı. Bazı dönemlerde bazı alanlarda ilerleme sağlanırken, takip edilen dönemlerde gerilemeler yaşanabildi. Bu durumun aynı yönetim altında olduğu örnekler de söz konusu oldu. Zaman zaman araçlarda değişiklikler gündeme gelse de ABD’nin Küba politikasının merkezinde her zaman rejim değişikliği fikri yer aldı.

Ekin Poyraz


Kaynak: www.sol.org.tr

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara