İran: ABD dış politikasının en zorlu sınavı
İran'ın nükleer programı, ABD'nin Bush yönetiminin savaşkan tek taraflılığından kopup, çıkarlarını diplomasi ve çok taraflılığa dönerek daha başarılı bir biçimde savunup savunamayacağını sınayacak.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-17 11:38:00
Obama'nın İran politikası çok taraflılık açısından bir sınav oluşturuyor. İran'ın nükleer programı, ABD'nin Bush yönetiminin savaşkan tek taraflılığından kopup, çıkarlarını diplomasi ve çok taraflılığa dönerek daha başarılı bir biçimde savunup savunamayacağını sınayacak.
Sağlık reformunu hayata geçirmesi Barack Obama’nın bugüne kadarki en büyük iç siyaset başarısı. Bu yasanın, şaşırtıcı biçimde dışarıda ülke içinden daha büyük sonuçları oldu. Son aylarda ülke içi kaygılarla eli kolu bağlı olan ve siyasi gücü sürekli aşınan ABD Başkanı birdenbire dünya sahnesine döndü.
Bu yasanın sağladığı ortamda Rusya’yla nükleer silahların azaltılmasına yönelik yeni bir anlaşmanın imzalanması, küresel nükleer silahsızlanma açılımı ve İran’a karşı yeni yaptırımlarla ilgili Çin’le Rusya arasında ortaya çıkan birlik, Obama’nın hareket özgürlüğünü ve operasyonel yeterliliğini geri kazandığını gösteriyor.
Çin ve Rusya kilit önemde
Bu süreçte ABD’nin yeni dış politika öncelikleri ve hedefleri de giderek açıklık kazanıyor. Merkezde İran ve nükleer programı var. Elbette dünya çapında silahsızlanma kendi başına yönetim için merkezi bir mesele ve benzer biçimde, ABD’nin Çin ve Rusya’yla ilişkileri diğer hayati çıkarlarını da etkiliyor. Fakat büyük resme baktığınızda, şu bariz hale geliyor: Amerikan dış politikası diplomasi araçlarını kullanarak İran’ı uluslararası planda tecrit etmeye çalışıyor.
Çeşitli nükleer silahsızlanma girişimleri, nükleer silahların ortadan kaldırılmasına dair yeni bir konsensüsü hedefliyor; zira böyle bir konsensüs, İran’ı nükleer programı konusunda daha fazla tecrit edecek ve baskı altında bırakacak. Çin ve Rusya’yla işbirliği, başka hususların yanı sıra aynı amaca hizmet ediyor. Ve Obama Ortadoğu barış sürecinde ilerleme kaydedilmesini, İran’ı ‘Arap sokağı’ndan koparararak bölgenin güç dengesini iyi yönde değiştirmek için zaruri addediyor.
Yani Obama’nın İran’a yönelik politikası, ABD’nin bir dünya gücü olarak çıkarlarını, diplomasi ve çok taraflılığa
geri dönerek daha başarılı şekilde savunup savunamayacağını, böylece kendisini Bush yönetiminin savaşkan tek taraflılığından koparıp koparamayacağını gösterecek bir sınav. Buna göre, ABD’nin İran politikasının başarılı olup olmaması çok taraflılığın kendisi açısından da bir sınav.
Büyük zorluklar var. Yaptırımlar ve diplomatik tecrit yoluyla İran’ın nükleer güç olmaktan caydırılmasına dair ihtimalleri değerlendirmek, Indus Vadisi’yle Akdeniz arasındaki bölgede var olan duruma dair sıkı bir analizi gerektiriyor.
Irak ve Afganistan zorluyor
Amerika bu bölgede üç savaş veriyor: Irak, Afganistan ve (unutulmasın!) Kaide’yle uzantılarına karşı ‘terörle savaş’; bu sonuncusu, söz konusu geniş bölge dahilindeki çıkarlar ve ihtilaflarla yakından bağlantılı. Obama iç politika ve bütçeden kaynaklı nedenlerle ilk iki savaşı ilk görev dönemi içinde bitirmek veya en azından ABD’nin askeri operasyonlarını önemli ölçüde azaltmak zorunda; aksi takdirde ikinci dönem şansını yok edebilir.
Irak ve Afganistan sadece birer iç savaş değil; ikisi de bölgesel güç üzerine ‘vekâleten’ yürütülen savaşlar. Afganistan’daki savaşın sonucunu askeri güç değil, Pakistan ve diğer bölgesel güçlerin stratejik çıkarları belirleyecek. Taliban’la müzakere edilen her çözüm, Pakistan’ın Afganistan’daki hâkimiyetini en azından kısmen yeniden tesis etmek anlamına geliyor. Ne var ki bu, ABD’nin ‘terörle savaş’ hedefiyle çatışıyor. Dahası, Hindistan ve İran böyle bir uzlaşmayı asla kabul etmez.
Irak’ta Sünnilerle Şiiler arasındaki iktidar paylaşımı meselesiyse, 2011’de ABD güçlerinin çoğu çekildikten sonra tekrar iç savaşa sürüklenmemeyi kesin kılacak şekilde çözülmüş veya garanti altına alınmış değil. Bir başka önemli faktör, Suudi Arabistan’la İran arasında İran Körfezi’nin hegemonyası konusundaki bölgesel rekabet. George W. Bush döneminde ABD Irak’ı başarıyla istikrarsızlaştırdı ve İran’ın buradaki nüfuzunu artırdı. Ve Irak’ın ABD’nin askeri varlığı olmaksızın istikrarını sürdürüp sürdüremeyeceği ve nasıl sürdürebileceği sorusu hâlâ cevapsız.
Netanyahu’nun ne yapacağı belli
Ortadoğu ihtilafına gelince, İsrail’deki Netanyahu hükümetiyle ABD yönetiminin çatışan çıkarları giderek barizleşiyor. Netanyahu’nun önündeki tercih belli: Ya Obama’nın barış girişimini kabul edip hükümetteki çoğunluğunu ve Likud Partisi’nin başkanlığını kaybedecek ya da bu girişimi bloke edecek. Bütün koşullar ikinci seçeneği tercih etmesinden yana, ki bu da ihtilafı çözme çabalarının durması, hatta geriye gitmesi anlamına gelecektir.
Küresel boyutu da unutmayalım.
Bugün, mali ve ekonomik krizin ardından ABD ciddi biçimde zayıflamış görünüyor. Dahası, kendi çıkarları olan yeni süper güçler, yani Çin ve Hindistan uluslararası sahneye çıktı. Hindistan ve Çin’in desteğinin yokluğunda ABD’nin Ortadoğu politikası başarı elde edemez, fakat bu ancak gönülsüz bir destek olacaktır (ki o da verilirse). Bölgedeki Amerikan politikası için kaydedilecek bir başarının Pekin ve Yeni Delhi’nin çıkarlarıyla pek az alâkası var; Avrupa’ysa ciddi destek sunmak konusunda ne istekli ne de muktedir.
Nobel’i hak etmek için...
Bölgesel savaşlar ve krizlerden müteşekkil bu kördüğümde İran’ın nükleer çabaları saatli bir bombanın tiktaklarına benziyor - bölgenin dört bir köşesinde yeni dinamit dağları yükseliyor. ABD İran’ı nükleer silah elde etmekten barışçı araçlarla alıkoyamazsa, sıcak bir kapışma kapıda demektir. Bütün İsrail başbakanlarının arasından İran’ın nükleer kulübe girmesini sineye çekecek başbakanın Netanyahu olacağına inanmak çok zor.
Obama ve onun Ortadoğu politikası açısından iç açıcı bir resim değil bu. Fakat başkan durumu yatıştırmayı başarırsa, Nobel Barış Ödülü’nü fazlasıyla hak edecek. Her durumda Obama desteği hak ediyor.
*1998-2005 arasında Almanya dışişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yaptı
Copyright: Project Syndicate
Tercüme: Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara