Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

AB'nin "Euro Tuzağı"

Daha düne kadar Avrupalı ekonomistler Avrupa’nın para birliğine yönelmesinin ardındaki “hikmete” şüpheyle bakan Amerikalı meslektaşlarını alaya alırlardı.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-15 15:35:00

AB'nin
Öyle ki daha geçtiğimiz Ocak ayında yayınlanan bir makalede “Genel bir değerlendirme yapıldığında, Euro’nun çoğu Amerikalı ekonomistin tahmin ettiğinden çok daha başarılı bir seyir izlediği görülüyor” ifadesine yer veriliyordu.

Bu kadarına da pes! Euro konusunda şüpheli olanların görüşlerine “bu olmaz,” “bu kötü bir fikir,” “fazla uzun sürmez,” şeklinde ithamlar yöneltiliyordu makalede. Evet oldu, hem de tam anlamıyla şüphecilerin belirttiği nedenlerden ötürü “kötü” görünüyor. Fazla sürüp sürmeyeceğine gelince, ufukta bir son görünmüyor.

Euro kargaşasını –ve geri kalanımız için içerdiği dersleri- anlamak için eski haber başlıklarına bir göz atmalısınız. Şu anda herkes kamu borcuna odaklanmış durumda ki bu da durumun sanki hükümetlerin harcamalarını kontrol edemediğine işaret eden basit bir masalmış gibi görünmesine yol açıyor. Fakat devlet harcamaları, Yunanistan için hikayenin sadece bir parçası, Portekiz için çok daha azı, İspanya için ise hiç aydınlatıcı değil.

İşin gerçeği şu ki üç sene öncesinde krizde veya krizin eşiğinde olan ülkelerden hiçbiri derin mali sorunlar içinde görünmüyordu. Hatta Yunanistan’ın 2007 yılı bütçe açığının GSYH içindeki payı, Birleşik Devletler’in 80’lerin ortasında verdiği açıklardan daha fazla değildi, hatta İspanya bütçe fazlası veriyordu. Piyasalarda Euro bölgesi üyeliğinin Yunan, Portekiz ve İspanyol tahvillerini güvenli yatırım araçları haline getirdiğine dair algı sayesinde, bu ülkeler geniş yabancı sermaye girişine sahne oldu.

Sonrasında ise küresel finans krizi patlak verdi. Söz konusu sermaye akışları kurudu; gelirler düştü ve açıklar genişledi; bir zamanlar bu ülkeleri cezbedici bir hale getiren euro üyeliği sonraları bir tuzağa dönüştü.

Tuzağın mahiyeti ne peki? Kolay paranın olduğu yıllarda ücretler ve fiyatlar kriz ülkelerinde Avrupa’nın geri kalanından çok daha hızlı yükseldi. Artık bu para oluk gibi akmadığı için, bu ülkeler maliyetleri yeniden yoluna koymak zorundalar.

Fakat bunu şimdi yapmak, her Avrupa ülkesinin kendi para birimine sahip olduğu eski zamanlara göre çok daha zor. O zamanlar maliyetler döviz kurlarını ayarlayarak düzeltiliyordu – yani Yunanistan Almanya’ya göre ücretleri düşürmek istediğinde, sadece Drahmi’nin değerini Alman Markı cinsinden düşürmesi yetiyordu. Bugün Yunanistan ve Almanya aynı para birimini paylaştığından, Yunanistan’ın nispi maliyetlerini düşürmesinin tek yolu Almanya’da enflasyon ve Yunanistan’da deflasyonun bir karışımı olabilir. Almanya enflasyonu kabul etmeyeceğine göre, çözüm olarak geriye tek taraflı deflasyon kalıyor.

Sorun şu ki deflasyon –yani ücret ve fiyatların düşmesi- her zaman ve her yerde son derece acı veren bir süreçtir. Bu süreç daima yüksek işsizliğin eşlik ettiği uzun vadeli bir durgunluk içerir. Ayrıca hem özel sektörün hem de kamunun borç sorunlarını ağırlaştırır zira borç yükü azalmazken gelirler düşmektedir.

Neticede ise kriz kapıyı çalar. Yunan ekonomisinin önümüzdeki birkaç sene için görünümü bir dereceye kadar iyi olsaydı, Yunanistan’ın mali sorunları yine ciddi olurdu ama en azından idare edilebilirdi. Ancak ekonominin görünümü hiç de iyi değil. Bu haftanın başında Standard & Poor’s Yunanistan’ın borçlarının derecesini düşürdüğünde Yunanistan’ın euro cinsinden GSYH’sinin 2017’ye kadar 2008’deki seviyeye geri dönemeyeceğini açıkladı ki bu da ülkenin problemlerinden kurtulma umudunun olmadığı anlamına geliyor.

Tüm bunlar Euro’ya şüpheyle yaklaşanların korktuğu şeydi. Döviz kurlarını ayarlama yetisini bırakmak gelecek krizleri davet edecektir diye uyarmışlardı. Nitekim davet etti de.

Peki Euro’ya ne olacak? Benim de dâhil olduğum birçok analist, son döneme kadar Euro bölgesinin parçalanmasını muhtemel görmüyordu, zira herhangi bir hükümetin Euro’dan ayrılacağını ima bile etmesi ülkedeki bankalara yıkıcı bir hücumu davet etmesi demekti. Fakat krizin vurduğu ülkeler iflasa sürüklenirse, büyük ihtimalle her halükarda şiddetli banka akınları ile baş başa kalacak, neticede ise bu ülkeler bankadan para çekme üzerine geçici kısıtlamalar gibi acil durum önlemleri alma yoluna gideceklerdir. Bu da Euro’dan çıkış kapısının aralanması demek.

Sonuç olarak Euro tehlikede mi? Tek kelimeyle evet. Şayet Avrupalı liderler hızlı bir şekilde harekete geçip, en kötü durumdan yakayı kurtarabilmesi için Yunanistan’a yardım etmezlerse, Yunan iflası ile başlayıp çok daha geniş bir tahribata yol açacak zincirleme krizlerin vuku bulması kaçınılmaz görünüyor.

Bu arada geri kalanımız için ne gibi dersler çıkarılabilir?

Bütçe açığı şahinleri (deficit hawks) Avrupa’daki mevcut krizi alıp, bu olayı devlet faaliyetlerinin oluşturabileceği olumsuz durumlara ibret gösteriyorlar. Oysa krizin bize asıl gösterdiği şey, ekonomik politikalarda kendini deli gömleğine hapsetmenin doğuracağı tehlikeler. Nitekim Euro bölgesine dahil olmak Yunanistan, Portekiz ve İspanya hükümetlerini hem çok fazla para basma gibi kötü eylemlerde bulunmaktan alıkoydu belki ama, herhangi bir durum karşısında esnek cevap verebilme kabiliyetinden de etti.

Kriz durumlarında hükümetlerin serbest hareket edebilmesi gerekir. Bu da Euro’nun mimarlarının unuttuğu, geri kalanımızın ise hatırlamak zorunda olduğu bir şey.

The New York Times; Paul Krugman, 29 Nisan 2010, The Euro Trap)

ekopolitik

Haber Ara