Kafkaslar'da dengeler değişecek...
Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev'in Türkiye ziyaretinde gündeme gelen asıl konularda biri de "Kafkaslar'daki Sorunlar"...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-13 10:57:00
TÜRKİYE MOSKOVA'NIN ELİYLE KAFKASYA'DAKİ STATÜKOYU BOZMAYA ÇALIŞIYOR
Rus haber ajansı Regnum'un 10 Mayıs 2010 tarihli internet sayfasında, Vigen Akopyan imzasıylayayımlanan Rusça haberde şunlar yer alıyor;
Azerbaycan Devlet Başkanı İham Aliyev'in Bağımsız Devletler Topluluğunun (BDT) gayriresmi zirvesine katılmayı, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Mamedyarov'un ise Ermeni meslektaşıyla Brüksel'de görüşmeyi reddetmesi Dağlık Karabağ ihtilafının çözümünden sorumlu AGİT Minks Grubuna yapılan bir ültimatom olarak değerlendirilebilir. Aliyev'in, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın da orada olacağını gerekçe göstererek BDT forumuna katılmadığını hatırlatalım. Bakü, ara bulucular tarafından hazırlanan, Karabağ ihtilafı çözümünün "temel prensiplerin değiştirildiği" Madrid belgesine razı olduğunu söylüyor. Bunun yanı sıra Azeri yöneticiler, Ermenistan tarafının zamanı uzattığını ve onay vermediğini iddia ediyor. Diğer taraftan Azerbaycan, ara bulucuları adeta Erivan'a baskı yapmaya iterek durumu abartıyor.
Genel tabloya bakıldığında İlham Aliyev ve ekibi Ermenistan için hayli rahatsız bir atmosfer yaratıyor. Ermenistan yönetimi, savaşın yeniden başlatılması tehditleri altında Madrid belgesini imzalarsa kendini "zayıf duruma" düşürecek. Bununla birlikte Erivan'da, Bakü'nün Madrid belgesine onay verdiğini gür bir şekilde söylemesinin, sadece ardından aynı ölçüde beklenmedik beyanların ve kararların geleceği diplomatik bir tuzak olduğu iyi biliniyor.
Ayrıca Bakü bu aşamada artık kilit mesele olan Dağlık Karabağ'ın nihai statüsünün belirlenmesi mekanizması konusundaki "özel duruşunu" gizlemiyor. Bu duruşun aslı şudur ki Dağlık Karabağ'da yapılacak "halk referandumundan" Dağlık Karabağ'ın statüsünün Azerbaycan sınırları içinde belirlenmesiyle neticelenmesi gerektiği düşünülüyor. Yani, Azerbaycan, Madrid prensiplerine razı fakat ihtilafın kendi lehine çözülmesi şartıyla. Böyle bir söylemin, görüşmelerin devamını Ermenistan için tam olarak anlamsız bir hale getirdiği açıktır. O zaman Bakü neye güveniyor?
Şüphesiz, Azerbaycan yönetimi, meydana gelen durumda çok daha önemli bir bölgesel süreç olan, Güney Kafkasya Güvenlik Platformu olarak anılan süreç çerçevesinde yapılan Rus-Türk görüşmelerini dikkatle takip ediyor. Uzman camia, temel aşaması, birçok kimsenin gördüğü gibi, Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleştirilmesi olan Türk girişimini görüş alanından fazlasıyla hızlı bir şekilde çıkardı.
Ancak Türk siyasetçiler -özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan-, asıl amaçlarının Ermenistan sınırını açmak ve Ermenistan ekonomisine gelişme imkânı vermek olmadığını baştan beri gizlemiyorlardı. Erdoğan, protokollerin imzalandığı ilk günden beri Ermenistan- Türkiye "diyaloğunun" geleceğini Karabağ ihtilafının çözümüyle ilişkilendirdi. Daha basit bir ifadeyle, Ankara'yı Minsk sürecine, sürecin taraflarından birisi olan Erivan'ın karşı koymasına rağmen dahil etmeyi başardı ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ekim ayında Zürih'te imzalanan protokollerin günümüz itibarıyla "buzdolabında" bulunduğunu beyan etti. Yukarıda da belirtildiği gibi protokoller buzdolabına Türk Başbakanın muazzam gayretleri sayesinde girdi.
Böylece, protokoller Türkiye'nin gayretleriyle "buzdolabına" girmiş oldu, Dağlık Karabağ meselesi ise Azerbaycan tarafından "fırına" sürülüyor. Bakü'nün Türkiye'nin AGİT Minsk Grubu bünyesine dahil olmasını her türlü desteklediği gerçeği göz önüne alındığında, ısı ayarı düğmesinde elini tutanın tam da Ankara olduğu gibi bir tahminde bulunulabilir.
Türk tarafı, Karabağ sürecinde ısıyı artırma konusunda yeni bir fırsatı çok yakında elde edecek; Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'in 11-13 Mayıstaki Ankara ziyareti sırasında. Ziyaretin gündemi hakkında konuşan Davutoğlu, Medvedev'le yapılacak görüşmede tartışılacak temel konular arasında Karabağ meselesinin de gündeme getirileceğini de direkt söyledi. Fakat "Türk haberleri" bununla bitmiyor. Örneğin Türkiye, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti'nin güvenliğini güçlendirmeye niyetli olduğunu açıkladı, Azerbaycan'da ise gayriresmi düzeyde Nahçivan'da bir Türk askeri üssünün kurulmasına karşı olunmadığı somutlaştırıldı. Resmi düzeyde ise Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Temsilcisi Ali Hasanov, Azerbaycan ile Türkiye arasında askeri-stratejik iş birliğinin söz konusu olduğunu söyledi. Bu mesajın Rusya'ya gönderildiği konusunda bir şüphe kalmaması için Hasanov sözlerine şunları ekledi: "Rusya ile Ermenistan arasında askerî- stratejik iş birliği varsa, bu Türkiye ile Azerbaycan arasında neden olmasın?"
Böylesine ani adımların Bakü tarafından, Rusya'yla arasındaki, birçok şey vadeden yakınlaşma mantığıyla çelişecek şekilde, tam olarak Ermenistan-Türkiye protokollerinin dondurulmasından hemen sonra atılması dikkat çekicidir. Regnum muhabiri bu konuyla ilgili olarak siyaset bilimci Arif Yunusov'a şu soruyu sordu: "Azerbaycan Hükûmeti geçen senenin ikinci yarısından bu yana Türkiye'yi eleştirmeye başladı, sonra ise ABD'yi. Aynı zamanda Rusya ve İran'la ilişkilerini sağlamlaştırmaya başladı. Şimdi Amerikan karşıtı söylemler kesildi, Türkiye'nin duruşu ise yine takdir ediliyor. Dış politikadaki ani düşüşler müttefiklerinin Bakü'ye olan güvenini sarsmaz mı?" Uzman, soruya cevap olarak şunları söyledi: "Evet, bugün Azerbaycan dış politikası gerçekten son derece tutarsız bir halde. Temelde birey faktörü yatıyor, duygular sıkça akıl ve mantığı eziyor. Görünen o ki bizim otoriteler galiba, 'Azerbaycan sadece bütün bölgenin lideri değil, aynı zamanda küresel politikadaki öncü oyunculardan biridir.' şeklindeki propaganda cümlesini sık sık tekrar ederken buna kendileri de inanmış. İlham Aliyev'in Obama tarafından yapılan İstanbul zirvesine katılma davetini reddederek herkesi o zaman şoka uğrattığına bakıldığında, bu çok belli oluyor. Ana stratejik müttefiki Türkiye karşısında bunu takip eden çıkış ve eylemleri ise anlamak tamamıyla zor. İş aslında Azerbaycan'ın Rusya ve İran'la ekonomik iş birliğini güçlendirmesinde bile değil. Bu normal bir şey, komşularla normal ve iyi ilişkilere sahip olmaya gayret etmek gerek. Fakat Bakü'nün eylemleri bariz siyasi nitelik taşıyordu, Türkiye ve ABD'nin politikalarından duyduğu hoşnutsuzluğun açık bir göstergesiydiler. Bütün bunlar tabii ki Azerbaycan'a herhangi bir kazanç sağlamayacak."
Görüldüğü gibi, Yunusov'un değerlendirmeleri düz doğrultulu. Aslında, Amerikan karşıtı söylemlere hız verirken paralel olarak Türkiye'ye yardım etti, çünkü o sırada Türkiye "Ermeni meselesi" konusunda Washington'un yoğun baskısı altındaydı. Rusya'yla "yakınlaşılmasını" da Türkiye'nin menfaatlerine karşılık yapılmış bir hareket saymak zor. Bunun nedeni basit; Türkiye tarafından bu konuda hiçbir karşı önlem alınmadı. Bilakis, Ankara da Moskova'yla diyaloğunu artırdı. İran bakımından da aynı şey söz konusu. İran'ın Karabağ sürecinde ara buluculuk fonksiyonu üstlenmesi fikrine cevap olarak "onay" vermesi (Bakü'nün aynı zamanda AGİT Minsk Grubunun çalışmalarından çıkan sonucu takdir ettiği bu durum da) Ankara'nın nükleer enerji probleminde İran'ın duruşuna destek vermesi ve Erdoğan'ın İsrail karşıtı söylemleriyle aynı zamana denk geldi.
Böylece Azerbaycan hükûmetinin Moskova ve İran'la yakınlaşıyormuş gibi yaparak Türkiye hükûmetinin Ermeni meselesindeki duruşunu etkilediği, istediğini elde ettikten sonra Türkiye yörüngesine geri döndüğü hakkındaki fikir oldukça şüpheli gözüküyor. Aslında Azerbaycan Ankara'ya, Ermenistan ile ilişkileri mantıklı bir sona ulaştırmamasına, ayrıca AB ve Rusya ile kurduğu enerji diyaloğundaki duruşunu sağlamlaştırmasına imkân sağlayan birkaç önemli kanıt temin ederek hayli usta bir şekilde Türkiye için paratoner fonksiyonu oynadı. İlham Aliyev'in "karşı çizgisi" Türkiye'ye; Ermenistan-Türkiye sınırının Türkiye zarara uğramadan tek taraflı olarak açılmasının imkânsız olduğu konusunda Amerikalılara gerekçe sunmasında, Avrupalılara Azerbaycan'ın Ankara ile gaz anlaşmasını imzalamaktan vazgeçme riskinin olduğunu hissettirmesine yardım etti.
Genele bakıldığında, Azerbaycan ve Türkiye bugün "arabayı atın önüne koymaya" çalışıyor (Önce Dağlık Karabağ etrafındaki güvenlik bölgesinden Ermeni askerlerin çıkarılması, sonra Ermenistan-Türkiye sınırının açılması). Azerbaycan-Türkiye bloğunun, başladığı noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Fakat Karabağ ihtilafı bölgesinde olduğu gibi, 1915 olaylarının nitelendirilmesi konusunda Ermenistan'la Türkiye arasındaki tartışmada da hüküm süren yeni atmosfer, önemli bir kazanım oldu. Ermenistan yönetimi, Ermeni soykırımının tanınması sürecine ek teşvik verilmesi konusunda sona doğru kayda değer çabalar ortaya koydu. Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın son konuşmaları direk bu problemin üzerine gidiyor. Ermeni liderin Woodrow Wilson'un ABD'deki mezarını ziyaret etmesi, Erivan'ın resmi duruşunun oldukça manidar bir yansımasıdır.
Böylece, Türkiye ve Azerbaycan'ın gayretleri çoğunlukla Güney Kafkasya'daki statükoyu bozmaya yöneliktir. Bunun yanı sıra Bakü ve Ankara, şu aşamada Rusya'nın Erivan'a meseleyi bir çözüme bağlayacak etkiyi göstereceğine güveniyor. Aksi durumda, daha önce söylendiği gibi, Türkiye Nahçivan'a demir yolu inşa etmeye ve orada bir askeri üs kurmaya başlıyor, Azerbaycan ise sadece Bakü-Tiflis-Ankara eksenini hızlandırıyor ve gelecekte BDT'den çıkması da ihtimal dahilinde. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk önce Acara (Batum), sonra Bakü'ye gerçekleştirdiği ziyaretler Türkiye'nin faaliyetlerinde yeni bir istikamet açıyor. Nahçivan'ın güvenliğinin sağlanmasında Türkiye'nin rolünü hatırlayınca, Ankara Müslüman nüfuslu Acara'yı unutmadı. Böylece, Kafkasya'daki istikrarı bozmak ve bölgedeki Türk askeri varlığının artırılmasıyla tehdit ederek Moskova'yı Ermenistan'a baskı aracı haline getirmeye çalışıyorlar.
Ermenistan ise Ankara'yla diyaloğun dondurulmasından sonra Karabağ sürecinin de durdurulmasıyla ilgilenmeye başladı. Fakat Erivan için, aslında bu iki sürecin birbiriyle direkt ilişkili olduğunu açıklamak zor, çünkü Ermeni otoriteler daha önce bunu gayretle reddettiler. Ermenistan-Türkiye sınırı açıldığında ve Türkiye tarafından güvenlik garantisi alındığında Ermeni tarafı için Azerbaycan cephesi hattından bazı öncü birliklerini geri çekmesi gerçekten daha kolay olurdu. Şimdi ise söz konusu teşebbüs Ermenistan ve Karabağ için iç güvenlik açısından olduğu gibi dış güvenlik açısından da tamamen öldürücüdür.
Türkiye politikasının Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya olma üzere dört stratejik istikamette birden hız kazanması bu bölgelerde orta vadede çok daha istikrarsız bir duruma neden olabilir.
Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleştirilmesi sürecinin açık bir şekilde başarısızlığa uğramasından sonra Güney Kafkasya'da meydana çıkan durum, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "stratejik derinlik" dış politika doktrininin ara sonuçlarını değerlendirmeye müsaade eden bir "turnusol kağıdı" halini alıyor. Kafkasya problemlerinin hassaslığı, politik sürecin katılımcılarından azami düzeyde esnek bir çizgi oluşturmalarını istiyor. Görünüşe göre, Rusya yakın zamanda, Azerbaycan-Türkiye tandeminin hızlanmasını göz önüne alarak bölgesel problemlere olan yaklaşımını yeniden vurgulamak zorunda kalacak. Moskova ve Ankara, Karabağ probleminde bir uzlaşmaya varırsa Ermenistan'ın, savunma hattını güçlendirmek ve diğer güç merkezleri arasında statükosu için garanti aramaktan başka yapacak bir şeyi kalmayacak.
Kaynak: Timeturk ve BYEGM
Haber Ara