Suriye Türkiye ile birleşecek !
Altay Derneği Panelinde Konuşan Selman Kayabaşı Amerika'nın Suriye'ye olası bir saldırı yapması halinde Suriye'nin Türkiye ile birleşeceğini açıkladı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-10 13:45:00
Altay Derneği Panelinde Konuşan Selman Kayabaşı:“Buradaki topluluğun, Teşkilatın gayesi olan yeni devletin muhtevasına yabancı olmadığını düşünüyorum.”
Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Derneğinin 9 Mayıs Pazar günü düzenlediği panel Tarık Zafer Tunaya kültür merkezinde gerçekleştirildi. Tarihçi-yazar Selman Kayabaşı ve gazeteci-yazar Fazıl Duygun’un konuşmacı olarak katıldıkları panelde ağırlıklı olarak 1919 ve 1937 arası Türkiye tarih masaya yatırıldı.
“Yeni devlete Doğru Sistemin Çöküşü ve Ruh Kökümüz” başlıklı panele toplumumuzun çeşitli kesimlerinden insanlar katıldı. Vakit gazetesi yazarı Ali Eren, Bahçelievler eski belediye başkanı Muzaffer Doğan, haftalık Baran dergisi ve Aylık dergisi temsilcileri ile Osmanlıdan cumhuriyete geçiş dönemime ilgi duyan kesimlerin katıldığı panelde, dinleyiciler sorular sorarak ve görüşlerini aktararak, panelin inter aktif bir şekle dönüşmesini sağladı.
Altay derneğinin tarih sohbetleri programı çerçevesinde düzenlenen bu ilk panelde, Selam Kayabaşı’nın kitaplarında ortaya atığı” teşkilat” ve misyonu üzerinde gerçekleştirilen panelde, teşkilatın yapısı, misyonu, Mustafa Kemal- Sultan 2. Abdulhamid ve Sultan Vahdettin arasındaki ilişkiler zerine konuşmalar gerçekleştirildi.
Time Türk haber sitesi adına Gazeteci-yazar Fazıl Duygun’un Selman Kayabaşı için söylediği” Selman Kayabaşı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in davası olan “İdeolocya Örgüsü”ndeki tarih şuuruna sahip bir gençliğin unsuru olarak bu şuuru kuşanmış ve kendince gençliğin anlayabileceği dile dönüştürmüştür.” Sözünü tasdikleyen Kayabaşı’na, Duygun, “Peki neden böyle eser yazmak istedin” sorusunu sordu. Selman Kayabaşı bu soruya şöyle cevap verdi:
“Boğaziçi Üniversitesinde öğrenciyken bize anlatılan bazı hikâyeler olurdu. Bir de muhafazakâr bir çevrede yetişmişiz, bize anlatılan bazı hikâyeler ister istemez insanı etkiliyordu. Bunlardan bir tanesi neydi? Öncelikle Boğaziçi Üniversitesinin kurulmuş olduğu arazi ile ilgili anlatılan bir efsane vardı. Bu efsane Fatih Sultan Mehmed’in Bizans’ı, Rumeli Hisarının üstünden yıktığına dair bir kurguydu. Bunun karşılığında, Bizans’ın da o topraklar üzerine bir okul kurarak Türkiye’yi ve Osmanlı’yı içten yıkacağı bize anlatılırdı. Hatta bu kurgunun şöyle alt başlıkları olurdu: Fatih Sultan Mehmed Konstantinapolis’i ziyaret ettiğinde, Kral Konstantin, Fatih’e demiş ki “Buralardan sana bir toprak hediye edeyim, bir parça toprak lütfedeyim, senin olsun” demiş. Fatih Sultan Mehmed de işte kiminin rivayetine göre bir dana postu kiminin rivayetine göre öküz derisi büyüklüğünde olacak diye söylemiş. Bu deriyi incelte incelte bu günkü kurulmuş olan Rumeli Hisarında ki araziyi Konstantin’den hediye olarak almış. Bunun karşılığında yıllar sonra Robert Koleji ismi verilen kolejlerle başlayan bir süreçte, demişler ki Osmanlı bizi içimizden bir toprak parçası alarak yıktı, biz de onları içlerinden bir toprak parçası alarak yıkalım. Ve Robert Kolejinin kurulması sonrası Boğaziçi Üniversitesinin bu sürece dâhil olması… Bu bize hep hikâye olarak efsane olarak anlatılmıştı. İster istemez insanın bilinçaltında şöyle bir düşünce oluşuyor: “Ben Boğaziçi Üniversitesini kazanmışsam burada bir Konstantin olarak değil bir Fatih olarak yetişmeliyim. Burada bir Bizans evladı olarak değil Osmanlı evladı olarak eğitim almalıyım” diye bir psikolojiye giriyorsunuz.
Peki, bu neyle birleşiyor! Eğitim sürecinde henüz birinci sınıfta almış olduğunuz eğitimle birleşiyor. O da şöyle bir şey; biz hazırlıkta iken bir tek kelime Türkçe görmedik tamamen İngilizceydi. Birinci sınıfa geçtiğimizde ilk olarak Dünya Tarihi ismi ile görülen dersimiz “Sömürgecilik Tarihi” ile başlar. Hoca sınıfta bize şunu sormuştu “What is Imperyalizm” “Emperyalizm ve Sömürgecilik nedir?” El kaldırıp budur dedim. Hoca da dedi ki nedir, “budur” dedim “çünkü ben de Türküm o da Türk; bir Türk Üniversitesinde eğitim görüyoruz birbirimize İngilizce soru soruyoruz, Türkçe konuşmamız yasak. Sömürgecilik budur ve sömürgeciliğin en iyi örneği şu an üzerinde bulunduğumuz toprak parçasıdır” diye cevab verdim. Bir devletin yıkılması ve kurulması yerine tekrar yeni bir devletin kurulması bütün bunlar sadece kılıçla sadece savaşla sadece strateji ile olacak şeyler değil; vicdanla olacak şeyler. Osmanlının kuruluşunu, Selçuklunun kuruluşunu ve bu devletlerin yıkılışını anlatacak olan ve açıklayacak olan insanda bu devletlerin ruhu ve vicdanı da olması lazım diye bir tezim vardı benim. Yani Osmanlı vicdan ve adalet üzerine bina edilmiş bir devlet, bir medeniyettir. Bu sebepledir ki, hrıstiyan camiaya içten gelecek bir şekilde “başımızda papanın tacını görmektense, Osmanlının kavuğunu görmeyi tercih ederiz” dedirtebilmiştir.”
“Teşkilat” kimdir, misyonu nedir, bir organik mekanizma mıdır, yoksa ruhi bir örgütlenme midir? Sorularına ise, “bu topraklarda devlet sıkıntıya düştüğü zaman kendini göstere ve projelerini açıkça uygulamaya koyan bir yapıdır. Öyle resmi kimliklerle üye olunan bir şey değil. Ruhen ve inanç olarak aynı şeyi paylaşan ve bunu kendine misyon edinmiş, devletin ve/ veya toplum hayatının içinde kendini bu uğurda fedâ edebilecek, seçkin insanlardan oluşmuş bir yapıdır. Teşkilat, her zamana bağımsız ve hükümdar bir Türk devletinin var olması için kurulmuştur. Abbasiler döneminde, başka bir iktidar merkezi olan Hlafetin koruyuculuğunu da üstlenmiş olan ve o dönemde hâkimiyet ve sorumluluk alanını genişletmişti. Meselâ buna iki örnek verecek olursak Osmanlı’nın kuruluş süreciyle, Cumhuriyetin kuruluş süreci aşamasında, teşkilatın stratejisindeki benzerliği görebiliriz.
Selçuklular, Moğolların istilasına uğrayıp başkent Konya hâkimiyetimizden çıktığında, arık Selçuklu sultanı hür değildi; bu yüzden aklen ve dinen onun emirliği devam edemezdi. Teşkilat Anadolu’da yeni bir devlet kurmaya karar verince, 1071 yılında, Sultan Alparslan’la birlikte Malazgirt’e gelen ve sonra Selçuklu sancağı altında birleşen Oğuz boylarına, bu kez Selçukludan kopmalarını kendi bağımsız beylikleri kurmaları emredildi. Yeni bir devlet kurmak için beyliklerin isyan edp, bağımsız olmaları şarttı. Bu süreç tamamlanınca, Teşkilat, beylikleri birleştirme ve yeni devlet kurma vazifesini Ertuğrul Gazi’nin varisi Osman’a verildi ve Hz. Muhammed’in Siyah Sancağı ona emanet edildi.
Aynı şey, Sultan Vahdeddin- Mustafa Kemal sürecinde de yaşandı. Mustafa Kemal, Vahdeddin’in görev ve yetkilendirmesiyle,1919-1923 arası Teşkilatın emrinde bu süreci yönetti ancak, Lozan Barış anlaşmasıyla beraber, İsmet İnönü tarafından bir şekilde ikna edilerek ve iktidarı zayıflatılarak, Teşkilatın gayesi dışına çıktı. Bu bakımdan Lozan, Teşkilatın hiç de benimsemediği ve Mustafa Kemal’i, İnönü’nün etkisinden kurtarmak içi uğraştığı ancak başaramadığı bir süreç oldu. Ha Mustafa kemal bunu anlamadı mı? Hemen anladı ve çözüm üretmeye kalktı ama, Tapınak politikalarının yürütücüsü olan İnönü ipi ellerine almış ve devlet içerisinde önemli ölçüde teşkilatlanmıştı. Teşkilat’ın, İnönü siyasetine ilk karşı zaferi 1950 Adnan Menderes hükümetidir. 1960’ta bu süreç akamete uğratıldı. 1970, 1980 ve 28 Şubat süreci sürekli olarak yaşanan Teşkilat-Tapınak çekişmesinin kırılma noktalarıdır.
Meselâ, Bakınız ben, şuradan bir girelim belki biraz daha rahatlarız. İsmet İnönü 1930 yılında Ankara’da İnkılâp Enstitüsünün açılışında şöyle bir konuşma yapıyor diyor ki; “Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak ve Türkler olarak İngilizler ve Fransızlardan da öte Osmanlıya karşı savaşarak bu devleti kurduk, Osmanlıyı yendiğimiz için modern bir Ulus Devleti ortaya çıkarttık diyor. Ne kadar gülünç olduğunu ben şimdi anlatacağım; bakınız M. Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsuna ayak basıyor İsmet İnönü o gün nerede?Ne yapıyor? Osmanlı Harbiye Nazırlığının müsteşarıdır. Yani Osmanlı Milli Savunma Bakanlığının Müsteşar’ı Albay İsmet’tir. Peki, o gün 19 Mayıs 1919’da Osmanlı’nın Erkan-ı Harbiye Reisi yani Genelkurmay başkanı kimdir, kim bu? Bakınız İsmet Paşa’nın yazdırmış olduğu resmi tarihle bi z bunları bilmiyoruz.Fevzi Çakmak’tır. Yani 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a çıktığında Osmanlının Genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak’tır.
Gelelim 23 Nisan 1920’ye… Meclis kuruluyor, 9 Nisan 1920’de Fevzi Çakmak’la Albay İsmet Anadolu’ya geçiyorlar 9 Nisan 1920’de. 23 Nisan 1920’de yeni devlet kuruluyor. Peki 9 Nisan 1920’de Mustafa Fevzi Paşa’nın görevi nedir? Samsun’a çıktığında. Osmanlının Harbiye Nazırıdır yani Milli Savunma Bakanı’dır, peki yanında ki Albay İsmet nedir? Harbiye Nazırlığı Müsteşarıdır Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarıdır. Şimdi soru şu: Türkiye Cumhuriyeti kurulduysa 23 Nisan 1920’de kuruldu. 19 Mayıs 1919’a kadar çalışmalar yapıldı. Çok basit bir soru soruyoruz, Kuvayi Milleye Osmanlıya karşı savaşmışsa Albay İsmet’le Mustafa Fevzi Paşaya karşı savaşmış olması lazım. Kuvayi Milliyeciler Vatan hainliğinden dolayı tutuklanmışsa bunun emrinin Osmanlı Harbiye Nazırlığı tarafından verilmiş olması lazım. Ve en üst düzeyde iki imzanın Mustafa Fevzi Paşa’nın ve Albay İsmet’in imzalarının olması lazım. Eğer bunlar yoksa şu soru sorulması lazım, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Osmanlı Devletinin son Savunma Bakanıysa burada bir süreklilik yok mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü Osmanlı Devletinin son Milli Savunma Bakanı Müsteşarıysa burada bir süreklilik yok mu? Peki başka bir soru, Sivas Kongresinden bir hafta önce Doğu’da Kazım Karabekir Paşa’ya İsmet Paşa tarafından gönderilen Telgraf da ne yazıyordu? İsmet Paşa’nın “Paşaların Hesaplaşması” kitabında bu mektup aynen var birebir Osmanlıcasıyla bunu okuyabiliriz. Bunu yazan Albay İsmet’tir. Sivas Kongresinden bir ay önce Ağustos’ta yazıyor. Diyor ki, bizim Anadolu’da silahlı bir mücadeleye girişmemizin hiçbir faidesi yoktur. Yapacağımız tek şey bütün bir milletin topyekûn bir şekilde, Amerikan milletine dayandığını ve bağımsızlığını Amerikan milletinde gördüğünü söyleyip Amerika ile iş birliği yapmaktır” diyor. Peki neden o tarihi seçiyor çok kritiktir. Çünkü o gün İstanbul’dan hareket eden üç kişilik bir Amerikan ekibi Sivas’a gitmektedir. M. Kemal’le görüşecektir. Neden böyle bir operasyon yapıldı? Bakınız ben İsmet İnönü çok güçlüydü demiyorum, Atatürk çok güçlüydü demiyorum sadece güçlü olan kendi adamlarını yerleştirdi diyorum, benim söylemek istediğim bu.
Fazıl Duygun’un, Üstad Necip Fazıl’ın “Türk İslâmlaştıktan sonra, karakterindeki devlet kurma özelliği kemâle ermiştir” hükmü için ne dersin sorusuna, Selman Kayabaşı şu şekilde cevap verdi: “Üstadın bu hükmünü ben bütün kitaplarımda esas öz olarak kullandım ve bu hüküm üzerine bina ettim.”
Kayabaşı, Yeni Osmanlıcılık adı verilen süreçle ilgili olarak ne dersin sorusuna için ise şunları söyledi:
“Bir kere Yeni Osmanlıcılık tabirine katılmıyorum. Hem “Teşkilat” hem de “Muhafız” kitablarımda Atatürk’ten ciddi satırlar yazmış olan birisi olarak çok net söylüyorum: Kemalizmin en büyük karşıtlarından birisi benim... Fakat aradığım cevap şu: Bundan on yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ne olmadık laflar eden, Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş ilan etme noktasına gelen, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük problemi PKK’yı kendi sınırlarında besleyen Suriye Devlet Başkanı Esad ve Ailesi’nin aradan on yıl geçtikten sonra tam tersi bir konuma gelmesinin sebebi nedir?.. Şudur: Karar verici onlar değildir. Ben bugün bir tarihçi olarak elli yıl sonra oturup Esad Ailesi’nin yorumlanması, analiz edilmesi, bir iktidar merkezi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmüyorum. Neden?.. Çünkü onlar karar vermiş, değerlendirmiş, tartışmış, görüşmüş ve sonunda bunu yapalım demiş kişiler değildir. Karar veren başkasıdır.
Meselâ, 3 yıl kadar önce Ali Babacan Dışişleri Bakanı iken, Suriyeli meslektaşı şunları söyledi: Şayet ABD bize saldırmaya kalkarsa, bütün kamu binalarına Türk bayrağı asacağız, bakalım ne yapacak?”
Suriye’nin bu tavrıyla ilgili olarak Fazıl Duygun da, evet aynı şeyi Avni Özgürel de, söyledi, kitabımda geçer dedi ve şöyle ifade etti. Avni Bey, “Türkiye kabul etsin, Suriye 24 saate kendini fesheder ve Türkiye’ye katılma kararı alır.”
Kayabaşı, Duygun’un “Necip Fazıl, savaşın 1919’da bitmediğini ve Türk milletinin bu savaşı hâlâ sürdürdüğünü” söyledi, sen de bunu özellikle belirtiyorsun. ABD için en önemli tehlikenin Türkiye olduğunu yazmışsın.” Sözlerini tasdik etti. Peki Yeni devleti nasıl tasvir ediyorsun sorusuna ise, “Osmanlıdan ve Abbasiden daha büyük Sünnî bir devlet” cevabını verdi.
Selman Kayabaşı konuşmasını “buradaki topluluğun, Teşkilatın gayesi olan yeni devletin muhtevasına yabancı olmadığını düşünüyorum” sözleriyle bitirdi.
SON VİDEO HABER
Haber Ara