Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'BDP'nin kendine ait bir politikası yok'

Taraf'ta ki röportajlarına devam eden Neşe Düzel'in bu haftaki konuğu Selahattin Kaya'ydı. Kaya, Türkiye'nin sıcak gündemi ile alakalı açıklamalarda bulundu. İşte o röportaj.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-10 20:53:00

'BDP'nin kendine ait bir politikası yok'
“Siyasilerin kan ve şehit politikası ters tepti. Cenazelere gidemiyorlar. Yakında, askerler de gitmeye cesaret edemeyecek. Cenazeler artık PKK’nin lehine işliyor.”

“Parti başkanlığından, Kürtlerin önemli bir lideri haline geldi Ahmet Türk. Kongreye kadar harcanması gerekiyordu. Devlet Öcalan’dan hızlı davrandı, onu tasfiye etti.”

“AKP, Kürtler için büyük sorun. Çünkü Türk-İslam sentezcisi olarak, Kemalistler gibi o da Türk milliyetçisi. Hatta, arkasına dini alan milliyetçilikle o, daha tehlikeli.”


NEDEN SELAHATTİN KAYA

Anayasa değişikliği paketinin Meclis’teki oylamalarında, BDP’nin tutumu tartışmalara yol açtı. “Parti kapatmayı” zorlaştıran maddenin düşmesinde, BDP’nin de rolünün olması insanları şaşırttı. Türkiye’nin antidemokratik yapısından en çok çekmiş kesim olan Kürtleri temsil ettiğini söyleyen bu parti neden “demokratikleşmeye” yardım etmiyordu? Neden statükonun değişmemesi için mücadele eden CHP ve MHP ile işbirliği yapıyordu? BDP, demokratikleşmeyi niye desteklemiyordu? Demokratikleşme yerine neyi destekliyordu? BDP’nin politik amacı neydi? Bu politikasının Kürtlere nasıl bir yarar getireceğini hesaplıyordu? Bütün bunları, şiddetin her türlüsünün en yoğun yaşandığı 1989-1994 yılları arasında SHP’den Bingöl Belediye Başkanı olan ve uzun yıllar hem devletten hem PKK’dan baskı gören Selahattin Kaya’ya sorduk. Önde gelen Kürt aydınlarından biri olan Selahattin Kaya bize, BDP’nin ve Kürtlerin bu olaylara nasıl baktığını anlattı. Siyasete atılmadan önce Dışişleri Bakanlığı’nda on sekiz yıl idari ataşelik yapan Kaya, tayin kararnamesi 12 Eylül döneminde Evren tarafından reddedilince Dışişleri’nden istifa etti ve Erdal İnönü döneminde politikaya girdi. SHP’nin ünlü Kürt Raporu o dönemde hazırlandı.

NEŞE DÜZEL: Son anayasa değişikliğinde BDP’nin izlediği siyaset, Kürt siyaseti hakkında çok ciddi tartışmalara yol açtı. Özellikle, “parti kapatılmasını zorlaştıran” maddenin düşürülmesine BDP’nin yardımcı olması, bu partinin stratejisinin hangi ölçülere göre oluştuğunu gündeme getirdi. BDP’nin izlediği siyaseti siz nasıl tarif edersiniz?

SELAHATTİN KAYA: Barış ve Demokrasi Partisi’nin kendine ait bir politikası yok. BDP’nin izlediği politika başka yerlerde oluşturuluyor. Ona, sadece bu politikaları uygulama görevi veriliyor. BDP’li milletvekillerin bu politikayı uygulamaktan başka çaresi yok. Ya uygularlar, ya da politikacılığı bırakmak zorunda kalırlar.


BDP, anayasa değişikliklerine karşı çıkarak nasıl bir siyasi çıkar sağlamayı düşünüyor?

Bir kere PKK, şunun planını yapıyor. “Şiddete, savaşa devam edersem, devleti ve AK Parti hükümetini af kulvarına daha kolay çekerim” diye düşünüyor. BDP de, “Hükümeti başarısız kılarak, anayasa değişikliklerini parlamentodan geçirmeyerek, demokratikleşmenin önünü tıkayarak AK Parti’den istediklerimi alırım” diyor. PKK otuz yıl önce yanıldı, bugün gene yanılıyor. 30 yıl önce de şiddetle sonuç alacağını düşündü ve dünyanın geldiği noktayı görmedi. Bugün de görmüyor. Bir de PKK, AK Parti’den bir şey alamayacağını artık anladı. Oysa benim gibi düşünen Kürt aydınları ve siyasetçileri, biz baştan beri AK Parti’nin Kürt meselesi diye bir meselesinin olmadığını biliyorduk. Bunu anlamak için Tayyip Erdoğan’ın bir tek cümlesi yeterlidir zaten.


Nedir o cümle?

Erdoğan ısrarla ve inatla “tek millet” diyor. Tek devlet, tek vatan, tek bayrak tamam ama tek millet dediğin zaman Kürdü inkâr ediyorsun, kandırıyorsun, gene oyalıyorsun ve Kürt meselesini uyutuyorsun, buzdolabına koyuyorsun demektir. Tek millet yaklaşımıyla çoğulculuk olmaz, etnik sorunlar çözülmez. Kürtler ayrı bir ulustur ve devlet, onların varlığını kabul etmek zorundadır. Kürtlere, Kopenhag Kriterleri de, anayasal vatandaşlık da yetmez. Çoğunluk oldukları bölgelerde, Kürtlerin kendilerini siyaseten yönetmeleri gerekir. Bunun adına da özerklik denir. Federasyon veya özerk bölge... Mutlaka böyle bir yapının kurulması lazım.


BDP, kendi çıkarına olan, “parti kapatmayı” zorlaştıran maddenin değişimini de önledi. Demek ki bu maddeyi önlemekte, bu maddenin çıkmasından daha önemli bir yararı var. O yarar nedir?

BDP’liler, “Parti kapatma izni Meclis’e de verilse, başsavcı beni gene kapatır. Çünkü beni kapatmak için Meclis’e müracaat ettiğinde, eğer o sırada Türkiye’de milliyetçilik dalgası doruktaysa, Meclis ona bu izni derhal verir. Dolayısıyla parti kapatmayı zorlaştırmak için yapılacak anayasa değişikliği bana pek bir şey getirmiyor. Bu maddenin değiştirilmesiyle AK Parti kendisini garantiye alıyor. Benim dışımdaki siyasi partilerin kapatılması tehlikesi ortadan kalkıyor. Benim için kapatılma tehlikesi gene sürüyor. Şimdi çok kolay kapatılıyorum ama anayasa değişikliğinden sonra da gene rahatlıkla kapatılırım” diye düşünüyorlar. Ama burada esas önemli olan nokta şudur.


Nedir?

Bakın... PKK, Kürt siyasetinde sivil partilerin kurumlaşmasını istemiyor. Kısacası PKK, ipin ucunu kaçırmaktan korkuyor ve zaman zaman o partileri kapattırıyor. PKK on beş yıldır aynı politikayı uyguluyor ve sivil siyasetçilere baskı yapıyor. Partileri kapatılsın diye, onları, sert ve yasalara aykırı söylemlerle siyaset yapmaya zorluyor. Böylece kendisinin dışında kimsenin güçlenmesine izin vermeyerek, yola hep yeni isimlerle ve yapılanmalarla devam ediyor. Bir de tabii, “bakın bize siyaset yapma iznini vermiyorlar. Siyasi partilerimizi hep kapatıyorlar” diyerek, Kürt halkında bir mağduriyet duygusu yaratıyor ve bu duyguyu istismar ediyor. Anayasa değişikliği sürecinde yaşanan Ahmet Türk olayı bu açıdan çok ilginçtir. Günlerce baskı yaptılar ona...


Ahmet Türk anayasa değişikliklerine kabul oyu verecekti, ne yaşandı?

Öcalan, bir hafta kalıncaya dek bekledi. Kimse kendisine gelip bir umut vermeyince, oylamaya bir hafta kala, “paketi reddedin” talimatını verdi. Dolayısıyla bazı BDP’liler isteseler de, anayasa değişikliklerine kabul oyu veremediler. Ahmet Türk’e gelince... Son iki yılda gözle görülür bir değişim geçirdi. Zaman içinde, yavaş yavaş genel başkanlıktan liderlik konumuna geldi. Ahmet Türk, Kürtlerin önemli bir lideri oldu. Kongreye kadar onu harcamak gerekiyordu.


Derin devlet daha mı hızlı davrandı?

Evet, Öcalan’dan daha hızlı davrandı ve barışçı olan Ahmet Türk’ü siyasetten sildi, tasfiye etti. Hem BDP’nin hem de devletin bazı unsurlarının işine geliyor bu. Çünkü iki yıla yakın bir süredir DTP-BDP’nin tabanında bir değişim yaşanıyor.


Taban nasıl değişiyor?

Parti herhangi bir ilde miting yapıyor. Bu mitinglere yüz bin kişi toplanıyor. Miting bitince herkes dağılıyor. Sadece sonunda 150 kişi taş atıyor. Bu çok önemli. BDP’nin tabanı ve gücü sadece PKK’lilerden oluşmuyor. BDP’nin iki buçuk milyon oyu var, bunun belki 800 bini hâlâ PKK’nin oyudur ama oyların daha büyük bölümü de sivil Kürt siyasetinin ve siyasetçilerinindir. Eskiden “bu oy PKK’nin oyudur. Biz onlara uymak zorundayız. Üfürürlerse gideriz” deniyordu. Şimdi durum değişti.


Sizce durum niye ve nasıl değişti?

Durum iki yıldır değişti çünkü artık Kürtler şiddete başvurmadan siyaset yapmak istiyorlar. Kürtler sivil siyasetin gücünü gördüler ve artık siyasi yoldan mücadele etmek istiyorlar. Kürtler askerî gücün bir işe yaramadığının farkına vardılar. Dolayısıyla BDP’ye oy verenlerin çoğunluğu PKK’yi düşünerek oy vermiyor. Ahmet Türk ve onun gibi siyasetçilerin tabanıdır bu oylar artık. Devletin bir kanadı, şiddet ortamının devam etmesini istediği için Ahmet Türk’ü siyasi yasaklı haline getirip tasfiye etti. Bazı kesimler, “PKK’yi Ergenekon kurdu ve yönlendiriyor” diyor.


Bu yorumlarda gerçeklik payı nedir sizce?

Ben inanmıyorum buna. Otuz yıl ihanet edip de açık vermemek mümkün değildir. Dünyanın en gizli istihbarat örgütünde bile uzun süre ihanet edemezsiniz. Gerçek mutlaka bir yerden çıkar. Ergenekon veya MİT veya polis istihbarat, PKK’nin içine sızmıştır ama burada esas olan nokta, derin devletin ve PKK’nin menfaatlerinin zaman zaman çakışıyor olmasıdır. Bazen aynı eylem ikisinin de işine geliyor, birisi teşvik ediyor, göz kırpıyor ya da göz yumuyor. Öbürü de yapıyor.


Bu anayasa değişikliği bugünkü sistemi ciddi biçimde değiştirecek, yargı vesayetini geriletecek. BDP buna da karşı çıktı. Bu değişimden Kürt halkının bir yararı olmayacak mı?

Türk halkına yararı olduğu gibi Kürtlere de yararı olacak ama PKK’lilere bir yararı olmayacak. PKK’liler bu anayasa değişikliklerini kendileri için yeterli bir havuç olarak görmüyorlar. PKK, iki buçuk milyon oyun sağladığı güç üzerinde sivil siyaseti artık gelip kendisi yapmak istiyor. Bu değişiklikler ise onlara siyaset yolunu açmıyor. Bakın... Türkiye’de yargı sisteminin değişmesi PKK’yi fazla ilgilendirmiyor. PKK bu anayasa paketinde kendisi için bir şey bulmuyor.


Kürtler, yargı vesayeti konusunda bir şikâyete sahip değil mi peki?

Kürtler, yargının bütününden şikâyetçiler. Bu ülkede hâkimlerin bir Kürtle bir Türkü yargılaması farklı oluyor. Hâkim, bir Kürde hangi görüşten olursa olsun önyargılı yaklaşıyor. Yargıda böyle bir zihniyet vardır. Bu, Türk milliyetçiliğinin zihniyetidir. Kemalist olsun, Türk-İslam sentezi olsun bu zihniyet asla değişmiyor. Bu yüzden, Kürt halkında yargıya karşı genel bir güvensizlik var. Kürtler, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’yla ilgili anayasa değişikliğiyle fazla ilgilenmiyorlar, “benim birinci meselem yargı vesayeti değil” diyorlar.


BDP’nin ve onun temsil ettiği Kürtlerin bugünkü sistemle bir sorunu yok mu?

Olmaz olur mu? Elbette var.


Sorunu varsa neden sistemin değişimine direniyor?

Şöyle anlatayım. BDP ve genel olarak Kürtler, Kemalizm’e karşı olduğu kadar Türk-İslam sentezine de karşıdırlar. Çünkü Kemalistler gibi Türk-İslam sentezcisi de Türk milliyetçisidir. Üstelik Kürtler İslamcıları Kemalistlerden daha tehlikeli buluyorlar. Çünkü bunlar arkalarına dini de alıyorlar. Kürtler 80 yıldır Kemalist rejimle mücadele ettiler. Bugün Kemalist rejimin artık sonuna gelindi ama Türk-İslam sentezi öyle değil. O henüz genç ve dinamik bir güç olarak sahnede beliriyor. Kürtler arkasına dini de almış olan bu Türk milliyetçiliğini nasıl aşacaklar? Bu ideolojinin temel direklerinden biri de Fethullah cemaati.


Hukuk devleti ve demokratikleşme, hem askerî hem İslamcı sistemlere karşı bir güvence değil mi AKP’li olmayan Kürtler açısından?

Sorun, zihniyet sorunudur. Sorun yasa sorunu değildir. Yasaları uygulayan, uygularken eğip, büken, çarpıtan zihniyetlerdir. Modernistlerin de İslamcıların da zihniyetleri sonuçta aynı. İkisi de Türk milliyetçisi. Kürtlerin bir bölümü, “şimdiye kadar Atatürk milliyetçiliği bizi ezdi, şimdi de Türk İslam milliyetçiliği ezecek” diyor. Bu yüzden zaten Kürtler AB’yi istiyor. AB üyeliğini bir güvence olarak görüyor. Tayyip Erdoğan’ı ele alalım. Şeriatçılıktan vazgeçti ama Türk-İslam sentezciliğinden vazgeçemez. Çünkü o, bu kültürle yetişti. İstediği kadar ben değiştim desin, bir Necip Fazıl’dan, bir Mehmet Akif’ten vazgeçemez Erdoğan.


Peki, BDP, bugünkü sistem değişmeden Kürt halkının çıkarına sonuçlar alabileceğine mi inanıyor? BDP’nin asıl sorunu bugünkü antidemokratik sistem mi yoksa AKP mi?

Gayet tabii ki antidemokratik sistem ama reel politikaya gelince, esas sorun AKP oluyor. AKP, sistemi kendine göre yeniden şekillendirmek istiyor. AKP, Kürtlerin bir bölümü için büyük sorun. Mevcut sistem bizim için ne kadar sorunsa, AKP de, AKP’nin getirmek istediği sistem de o kadar büyük bir sorun bizim için.


Kürtler, AKP ile sistemi özdeş mi görüyor?

Hem özdeş görüyorlar hem de bölgede BDP’ye tek rakip olarak AKP’yi buluyorlar. Yargı sisteminin değişmesini isteseler de, yerine gelecek olan sisteme de güvenmiyorlar. Yüzde 10 barajı, bir halk siyasette temsil edilmesin diye korunurken, sen daha az önemli olan bir konuyu demokratikleşme olarak sunarsan, o halk ikna olmaz. Ayrıca, Kürdistan’da daima hacılar, hocalar, tarikatlar vardır ama Kürdistan’ın tarihinin hiçbir döneminde Diyarbakır’da sokakta verilen bir mevlit için 200 bin insan toplanmamıştı. Bunu, AK Parti iktidarı sağladı...


Kürtler çok dindar bir toplum değil midir?

Evet öyledir ama militan, radikal İslamcı değillerdir. Kürtler, geleneksel İslamcıdırlar. İslam’ın yumuşak ve şiddete başvurmayan tarafını sahiplenmişlerdir. Ama AK Parti’nin himayesi ve şemsiyesi altında militan İslam bölgede süratle örgütleniyor. Doğu’da ve Güneydoğu’da giderek radikalleşiyor, militanlaşıyor. Bu çok tehlikelidir. İslamcı baskının korkusunu en çok AK Partili olmayan Kürtler yaşar. Çünkü biz öyle bir bölgedeyiz ki, Irak da, İran da Kürtlere komşudur. Pakistan’ı düşünün. 22 bin medrese var. Milyonlarca öğrenci buralarda radikal İslam’ı öğreniyor. Bu genç nüfus büyüdüğünde ne olacak? Bölgenin her tarafına dinamit yerleştirseniz bu kadar tehlikeli olamaz.


Bu arada Türkiye demokratikleşiyor. BDP, Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürtler için bir önem taşımadığına mı inanıyor?

BDP reel politika yapıyor. “Anayasa değişiklik paketinde benim için ne af getiriliyor, ne baraj düşürülüyor ne de bana parasal yardım yapılıyor. Bu paketi niye destekleyeyim? Bu pakette benim için bir şey yok” diyor. Kürtler için bu pakette çok şey var aslında. BDP ve arkasındaki güç için bir şey yok. Bu güç, son yıllarda kendi derdine düştü. Kendilerini düşünüyorlar. Dağdan inip siyaseti kendisi yapmak istiyor. “Ben otuz yıldır dağlardayım. Her türlü meşakkati ben çektim. Saltanatı Ahmet Türkler mi sürecekler” diyor.


Peki ya Kürt halkı? Yavaş yavaş da olsa demokratikleşmenin kendisine yarar sağlamayacağına Kürt halkı da inanıyor mu?

Hayır hayır... Kürt halkı demokrasiden yanadır. Demokrasinin geliştirilmesinden yanadır ama biz Kürt aydınları AK Parti zihniyetine güvenmiyoruz. Çünkü reformlar zihniyete göre yorumlanır ve ona göre uygulanır. Meclis’in cumhurbaşkanını seçmesi için toplantı yeter sayısı kanunlara göre 367 değildi ama Kemalist zihniyet bu sayıyı kanunda olmamasına rağmen 367 yaptı. AK Parti’nin de zihniyeti değişmediği sürece, yapılan reformlar onun zihniyetine göre yorumlanır ve uygulanır.


Peki, BDP, anayasa referandumunda Kürt halkını bu değişimlere karşı çıkmaya ikna edebilecek mi?

BDP’nin tabanının büyük bir kısmı, Abdullah Öcalan’ı dinleyecek, o ne derse öyle yapacak.


BDP, referandumda Kürt halkına ne söyleyecek?

“Yüzde 10 barajını düşürmediler... Bütün siyasi partiler Hazine’den yardım alıyor, biz alamıyoruz. Bu sebeplerden dolayı biz Meclis’te anayasa değişikliklerine oy vermedik, siz de vermeyin” diyecekler.


BDP bugünkü sistemi tek başına değiştirebileceğine inanıyor mu? Ya da PKK’nın bugünkü sistemi değiştirebileceğine inanıyor mu?

Hayır inanmıyor. Böyle bir güçleri yok.


BDP, bu sistemi değiştirmek için kiminle ittifak kuracağını düşünüyor?

Türk demokratlarıyla ama BDP’nin kendisi demokrat değil ki. BDP’nin bütün beklentisi, hükümetle uzlaşmaktır. BDP için en önemli şey, hükümetin gidip Öcalan’ın kulağına, “ben sana şunları şunları yapacağım. Seni makul bir süre sonra bırakacağım. Ortam müsait olduğunda genel af çıkaracağım. Siyaset yapmanıza izin vereceğim. Barajı düşürme bir kanun değişikliği konusudur. Bu kanunu değiştireceğim” vaatlerinde bulunmasıdır.


BDP, tek başına sistemi değiştiremiyor, sistemin değiştirilmesinde ittifak da yapmıyor. Peki, BDP ne istiyor tam olarak?

Kürtçe dili diyorlar ama onlar yan unsurlardır. BDP, liderlerinin affedilmesini, barajın düşürülmesini ve dağdakilere, Avrupa’dakilere ve hapistekilere siyaset imkânı verilmesini istiyorlar. Şimdilik istedikleri bu. Genel bir af çıkarılmadığı sürece, mutlaka bir bahane bulurlar ve provokasyon yaparlar. Böylece çözümü ve barışı mutlaka ertelerler. Çünkü PKK’liler, sivil siyaseti artık başkalarına bırakmak istemiyorlar, siyaseti kendileri yapmak istiyorlar.


Hem af istiyorlar hem de affı geciktirecek olan şiddeti tırmandırıyorlar? Anlaşılabilir bir çelişki mi bu?

Şiddete başvurmayan bir PKK, liderlerini beş yıl sonra serbest bıraktırmayı başaracak ise, şiddete başvuran bir PKK liderlerini 20 yıl daha içeriden çıkaramaz ama PKK bu gerçeği kavrayamıyor. Aksine, “şiddete başvurarak Türkiye’yi huzursuz ederim ve affı çabuklaştırırım. Türkler, sonunda affı mecburen getirirler” diye düşünüyor. PKK otuz yıldır böyledir. Örgütlenme şekliyle, ideolojisiyle, şiddete odaklanmış bir partidir. Aslında şiddet arttıkça Öcalan’ın dışarı çıkma ihtimali azalıyor ama, PKK şiddetin çıkış yolu olduğuna hâlâ inanıyor.


Öcalan, İmralı’da son avukat görüşmesinde, çatışmaların orta yoğunlukta bir savaşa dönüşebileceğini söylüyor. Ne demek istiyor?

“Savaşı tırmandırırım, gerekirse topyekûn savaşa da giderim” diye tehdit ediyor. Türkiye’nin politikacıları çok büyük hatalar yaptılar. Geçmişte şehit cenazeleri gelirdi ve insanlar vatan sağ olsun derdi. Dört beş yıldan beri hükümetin hiçbir üyesi cesaret edip de cenazelere gidemiyor. Fazla uzun sürmeyecek, alkışlanan paşalar da cenazelere gitmeye cesaret edemeyecekler. Çünkü politikacılar, kan ve şehitler üzerinden halkı Kürtlere karşı öyle kışkırttılar ki, tabiri caiz ise besledikleri canavar şimdi kendilerine döndü. Halk cenazelerden önce politikacıları kovdu. Çok yakında askerleri de cenazelerde görmek istemezlerse hiç şaşırmayın. PKK bunu görüyor ve “evlere çok ceset gönderirsem, halk tarafından bu kabul edilemez bir hal alır ve benim pazarlık gücüm artar” diyor. Şehit cenazelerine karşı halkın hassasiyetinin artması, PKK’nin lehine işlemeye başladı. PKK, şiddeti şartlara göre daha da arttırabilir. Eskisi gibi hiçbir hedef gözetmeden saldırabilir.


Kürt halkı referandumda nasıl oy kullanacak sizce?

AKP’liler, BDP’liler, herkes kendi partisinin çizgisinde oy kullanacak.


Bu referandum BDP içinde kırılmaya yol açar mı?

Hayır... BDP’nin otoriter bir yapısı vardır. Bu yapıya ayak uydurmayan tasfiye edilir... Ama tabanda, ayrılığın tohumları ekiliyor. Artık bir kesim şiddetin çıkar yol olmadığının ayırtına varıyor.


Bu referandum Kürt halkının BDP politikalarını sorgulamasına yol açar mı?

Elbette. Şimdi değil ama gelecekte bazı soruların sorulmasında etkili olacak.

Kaynak: Taraf
Röportaj: Neşe Düzel

Haber Ara