''Hitler diktatördü İsmet İnönü ise savaşçı"
Gayrettepe’de bir apartman dairesi... Kapıyı açan Kübra Hanım’ın 80 yaşında bir anneanne olduğuna inanmak çok zor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-09 13:39:00
Bahşiş verilen dükkanlar
Meraklanıyorum haliyle, “Ne olmuş sonra o mallara?” diye soruyor sonra da acaba ayıp oldu mu diye düşünüyorum. Yanlış bir şey söylemekten, kabalık etme ihtimalinden çekiniyor insan Kübra Hanım’ın karşısında. Kübra Hanım hikayesini anlatmaya devam ediyor. “O dönemlerde devlet tarafından ulufe mi (Kapıkulu askerlerine, saray ve bazı devlet kuruluşlarındaki görevlilere verilen üç aylık maaş) veriliyor, bahşiş mi oluyor, nedir tam ben de bilmiyorum açıkcası. Paşa buralara sahip oluyor. Biz bunları çok konuşmamışızdır. Tam idrak edip bunları babama soracağım derken evlenip Ankara’dan ayrıldım. Fazla da bir şey soramadım. Babaannem İstanbul’da büyüyor. Ali Salim Paşa Hicaz’dan sonra Şam’a tayin oluyor. Dedem burada okuyup Harbiye’yi bitiriyor ve sonra Şam’a paşanın yaveri olarak tayin oluyor. Paşa kızını, yani babaannemi dedeme veriyor. Orada evlenip 4 sene Şam’da oturuyorlar. Sonra Halep’e tayin oluyorlar. Babamın babası olan dedem Halep’te tabur kumandanıymış. 1918’de Suriye işgal edilince Türk kökenli olduğu için Araplar ve İngilizler tarafından taciz ediliyor. Bunun üzerine oradaki evlerini bırakıyorlar. Daha önce Ankara’ya yerleşmiş olan babamın yanına geliyorlar. Aile böylece Ankara’da toplanıyor.”
Kübra Hanım’ın pürüzsüz net hafızası hiçbir şeyi atlamıyor. Ankara yıllarını soruyorum. “Babam liseyi bitirdikten sonra okumak için İstanbul’a geliyor. Önce Tıbbiye’ye kayıt oluyor. Ancak kadavra salonunda kadavraları görünce vazgeçiyor. Çapa’daki öğretmen okuluna girip Tarih-Coğrafya-Edebiyat okuyup öğretmen oluyor. Çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptıktan sonra Meclis toplanmaya başladığı zamanlarda Ankara’ya tayinini istiyor. Ankara’ya gidince paşanın konağına da misafir oluyor. Babamdan sonra konak eski halini koruyamadı. Altındağ Belediyesi konağı restore etti daha sonrasında. Ben o konakta büyüdüm ve şu an oturduğumuz eşyalar da oradan geldi” diye cevap veriyor. O sırada Kübra Hanım’ın büyük kızı bize şahane kahveler ve küçük kızının evde yaptığı vişne likörlerinden ikram ediyor. Kapı çalıyor, aynı anda ve diğer kızı da katılıyor aramıza.
“Annemin babası Erzincan’da Tekel müdürüymüş. 1915’te Ermeniler Ruslar’la birleşip Türkleri öldürmeye başladıkları zaman dedem bir araba bulup, çocuklarını da alıp Ankara’ya kaçıyorlar. Annem Ankara’ya geldiğinde 7 yaşındaymış. Yıllar sonra babaannem annemi tesadüfen bir yerde görmüş. Babamın da harp yüzünden evlenmesi gecikmiş, 30 yaşına varmış. Annemi beğenmişler ve 1925’te evlenmişler. Annem çok sakin sessiz ve iyi geçimli birisiydi. Babamın evlenme davetiyesi bendedir” dediğinde albümlere bakma vakti de gelmiş oluyor. Hem albümlere bakıyor hem de eski günleri konuşmaya devam ediyoruz. Davetiyeyi gösteriyor bize. Osmanlıca yazılmış olan o davetiyeyi Türkçeye çeviriyor. Sonra duru Türkçesinden bahsediyoruz. Edebiyat okumuş ama çalışmamış Kübra Hanım.
Önce namaz sonra açılış
“Babam 1920’de öğretmenlik yaparken Meclis açılıyor ve babama zabıt müdürlüğü görevini veriyorlar. O dönemde Atatürk’e dinsiz dedikleri zaman babam şiddetle karşı çıkardı. Ona çok yakından şahit olmuş bir insandı. Meclis kurulurken önce Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınıyor. Sonra gelip meclisi açıyorlar. Babam 1957’ye kadar çalıştı ve emekli oldu. 49 sene hizmet verdi. Babama her milletvekili seçim döneminde milletvekili olsun baskıları gelirdi. Fakat babam çok mütevazı biriydi ve hiç milletvekili olmak istemedi. 1957’de emekli olunca eve gelip ağladığını hatırlıyorum. Ben daha çalışabilecek haldeyken beni emekli ettiler diye... 1920-1928 yılları arasında eski harflerle basılan evrakları emekli olduktan sonra yeni harflere çeviri işini verdiler. 12 yıl bu işle uğraştı. 1969’da da vefat etti. Bu arada o dönemde meclis içtimaları saat 13.00’te başlardı. Babam da her gün öğleye kadar Maarif Koleji’nde öğretmenlik yapar, saat 13.00-14.00 arası uyur sonra meclise giderdi. Şuan da Meclis’in Türkçe arşivinde babamın imzası var.” diyerek bir albümü kenara koyuyor ve bir başkasını alıyor eline. “Siz o zaman çocuksunuz ama meclis yaşamına da çok uzak değilsiniz. CHP’lilik bir gelenek sanki...” dediğimde, “Meclis yaşamına çok uzak değildim evet. Babam önemli günlerde mutlaka bize bilgi verirdi. Lise ve üniversite yıllarımda Osman Bölükbaşı’nın konuşacağı günler mutlaka Meclis’e giderdim. Muhalif milletvekili olduğu için onun esprili tenkitlerini dinlemeye giderdim. O kadar kuvvetli tenkit ederdi ki Menderes 1957’de iktidara geldiği zaman Kırşehir’i il iken ilçe yaptılar. Sırf Bölükbaşı’nın milletvekilliği düşsün diye... Babam çok doğrucu biriydi. Haklıya haklı haksıza haksız demiştir her zaman. Halk Partisi ile bütünleşmiş ve yetişmiştir” diye yanıt veriyor.
Fevkalede bir kadındı
“İnönülerle sık karşılaşır mıydınız? Sevilen biri miydi Mevhibe Hanım?” diye sorunca ben, “Kızı sınıf arkadaşımdı. 1938’de İnönü Cumhurbaşkanı olduğu zaman çocukları Ankara’da Halkevi binasında ilkokul çocuklarına tanışma kokteyli verdiler. Bizim sınıftan da kurada ben çıktım. Elbiseler filan yapıldı. İsmet Paşa’nın çocukları ile tanıştık. Sonra İsmet paşanın kızı lisede aynı dönemde okuduk. Paşa’nın hanımı ile annem sık sık buluşurdu. Fevkalede bir insandı. Çok kibar çok nazik biriydi Mevhibe hanım” diyor ve albümden o gün için dikilen elbiselerle çektirdikleri fotoğrafı gösteriyor.
“Babanız gerçek bir Cumhuriyet emektarı siz de bir Cumhuriyet çocuğusunuz. Ülkemizin gelişimine, değişimine sahitsiniz. Nasıl değerlendiriyorsunuz, bugünü bugünün meclisini, siyasetini?” diye soruyorum evi dolaşmaya başladığımızda.
“Kendi fikrimden çok babamın fikrini size ileteyim. 1969’a kadar çeşitli dönemlerde mecliste olduğu için her dönem meclise gelenlerin kalitesi bir önceki döneme göre düşük derdi. Bugünkü gazetede İsmet Paşa’nın Hitler’e benzetildiği haberini okudum. Bu nasıl olur ki? İsmet Paşa ki milleti İkinci Cihan Harbi’nden kurtarmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşunda önemli yeri vardır. İstiklal Harbi’nde Batı Cephesi’nde görev almıştır. Böyle biri için nasıl böyle bir benzetme yapılır anlam veremiyorum. Hitler bir diktatördü. Bunca Yahudi’yi katletti. İsmet Paşa onları Hitler’in elinden kurtarmıştır. Unutulmamalı”
Babam ”Kızım siz çok şanslı bir nesilsiniz. Şu an gördüğünüz tek tük çarşaflılar sizin ileri ki yaşlarınızda olmayacak “ derdi. O ümitle yaşadı” diye ekliyor...
Son bir soru sormak istiyorum. Kalkamayacağız bu gidişle... Zira hem fotoğraflar hem de karşımızdaki hanımın tatlı dili orada saatler geçirmemize neden olabilir. “Babanız 1969’a kadar ülkede yaşanan darbeleri çekişmeleri nasıl değerlendirirdi?” diye sorduğumda şahane bir yanıt veriyor Kübra Hanım:
Harpleri erkekler çıkarır
“Dikkat ederseniz tarihte 20 senede bir büyük harpler olur. Bu harpleri çıkaranlar maalesef ki erkeklerdir. O içlerindeki enerjiyi boşaltabilmek için karşısındakine bir vesiyle ile hücum eder. Genellikle devlet adamları çıkartır bunu. Kadınlar böyle değil tabii ki. Biz anneler olarak çocuklarımız için parçalanıyoruz. Mesela Doğu’da sınırsız çocuk yapıyorlar. Bu erkeğin baskısı ile oluyor. O çocuklar nasıl yetişecek. Nasıl büyüyecek düşünen yok. Sonra ne olacak çocukların kıymeti olmayacak ve böyle harpler çıkacak.”
Kübra Ayaz’la sohbetimizden büyük mutluluk duyarak ayrılıyoruz yanından. Saraylı bir hanım tanımaktan, bir Meclis çocuğunun büyüme hikayesini dinlemekten, şahit olduğumuz zariflikten hepimiz etkilenmiş bir şekilde biniyoruz arabaya. Ben bu yazıyı hazırlarken Meclis’teki Anayasa oylamaları hızla devam ediyordu. Birbilerine küfür eden vekiller, laf atanlar, sıraların üzerine çıkanlar, Meclis Başkanı ile atışanlar ve tutanaklara geçmediği iddia edilen cümleler birbiri ardına akıyordu ekranda. 124 yıldır (Osmanlı Meclisi Mebusan’ın açılmasıyla) her kelimenin kaydını tutan zabıt katipleri kim bilir daha nelere nelere şahit olacak kim bilir nasıl bir “eğriyi” tarihe geçecekler....
Fotoğraflarda asılı kalır zaman...
Her şey kızımın 23 Nisan sabahı bana sorduğu bir soruyla başladı. Saçlarını tarıyordum. Okuldaki törene yetişmeye çalışıyorduk. Birden “Anne, Türkiye Büyük Millet Meclisi tam olarak kaçta kurulmuştur, yani saat kaçta açmışlardır?” diye sordu. O soru ertesi günkü yazımın ana konusu oldu ve Hacı Bayram Camii’nde kılınan öğle namazından sonra açıldığını yazdım.
Öğleden sonra gelen bir telefon az sonra okuyacağınız söyleşinin başlangıcı oldu. Telefonun diğer ucundaki hanımefendi “Ben TBMM’nin ilk zabıt katibinin kızı Kübra Ayaz. Bu sabah yazınızda kızınızın sorusunu okur okumaz, sonunu getirmeden telefona gitti elim. Meclis o gün kılınan öğle namazından sonra açılmıştır demek için sizi aramıştım ama ulaşamadım. Sonra yazınızın devamını okudum ve gördüm ki doğru sonuca ulaşmışsınız zaten. Senelerce evimizde dinlenmiş bir hikayedir bu. Atatürk dinsiz diyenler olduğunda hemen bunu anlatırdık. Yoktur öyle bir şey...” diyerek tatlı mı tatlı bir sohbeti başlatmıştı oldu...
Telefondaki hanımı merak ettim... Karşı karşıya gelsek, yüz yüze konuşsak, ne güzel olur dedim. Bizi kırmadı. Çocuklarıyla ve kendisiyle birlikte olduğumuz o öğleden sonra gerçek bir saraylı hanımefendi tarafından ağırlandığımızı söylemeliyim.. Lokumluktan alıp yediğimiz çifte kavrulmuş lokumlar, kahveyle içilen ev yapımı vişne likörleri, taze çörekler, kurabiyeler...
Ve fotoğraflar, fotoğraflar, fotoğraflar...
Eşinin ailesi ve kendi ailesi komşuymuş Ankara’da. Önce eşi dünyaya gelmiş. Kübra Hanım’ın annesi hamileymiş o vakit. Bebeği kucaklarına alıp komşu ziyaretine gitmişler ve Kübra Hanım daha annesinin karnındayken “Eğer kız olursa geline şimdiden talibiz” demişler... Kader! Birlikte büyüdüğü en iyi arkadaşıyla evlenmiş. İki kızı ve dört torunu olmuş. Dünyayı dolaşmışlar eşiyle. Savaşlar görmüşler. Birbirlerini çok sevmişler. İki iyi arkadaştan biri erken ayrılmış ancak... “Meğerse onun için yemek yaparmışım..” diyor Kübra Hanım hüzünle...
TBMM’deki kavgalara, fırtınalara ve değişime 1 Mayıs’da
80 yaşına basan Kübra Ayaz hanımefendinin gözünden baktık... Bir cumhuriyet çocuğu, bir cumhuriyet anneannesi olmaya nasıl yol almış, bizi o yollarda dolaştırarak anlattı...
SON VİDEO HABER
Haber Ara