Gezmiş'in arkadaşları 'General' kaçıracaktı
Denizler için karar verilmişti ve cezaları idamdı. Bu koşullarda ne yapabiliriz diye düşündük. Bütün yasal yollar tıkanmıştı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-07 09:16:00
O günden sonra her 6 Mayıs’ta olduğu gibi bugün de içimde buruk bir acı var. Onları kurtarmayı kendime görev edindiğim için onları kurtaramamanın ezikliğini hâlâ yaşıyorum. Ama aynı zamanda insanların ne kadar süre yaşadıkları değil, nasıl yaşadıklarının önemli olduğunu bildiğim için onların boşa ölmediklerini de görüyorum. Onlar idam edildikten bu yana birçok bebeğe Deniz, Yusuf ve Hüseyin adı veriliyor olması ve ayrıca idamlarının sürekli olarak gündemde tutulması bunu kanıtlamaktadır. İsimlerinin yer aldığı dizi filmler yapılıyor, belgeseller çekiliyor.
İdealleri uğruna ve halk için, emekçiler için, ülkeleri için mücadele edenler kendi dönemlerinde egemen iktidarlar tarafından mahkûm edilmiş olsalar dahi bu tür insanların zaman içinde tarih önünde hep aklandığı çok görülmüştür. Bu tüm dünyada böyledir ve bunun birçok örneği vardır. Birçok örnekte görüldüğü gibi tarih genellikle asılanları değil, asanları mahkûm etmiştir.
Denizler için her 6 Mayıs’ta Türkiye’nin birçok yerinde ve hatta Avrupa, Amerika ve Avustralya’daki birtakım kentlerde anma törenleri düzenlenirken bu tür insanları asanlar ve buna yol açanlar unutulup gitmektedir.
Denizlerin emirle idam kararını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi geçenlerde vefat etti. Gazetelerde yemek yerken yediği şeyin nefes borusunu tıkaması sonucu öldüğü yazıldı. Ben hiç kimsenin ölümünden zevk almam. Buna ‘takdir-i ilahi’ mi denir, ne denir bilmiyorum. Ancak, boyu uzun olduğu için Deniz idam sehpasında çırpınırken onu haz duyarak seyreden Ali Elverdi acaba nefes alamamak ne demekmiş bir gün benim de başıma gelebilir diye düşünebilir miydi?
Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un tek suçu emperyalizme karşı olmak, işçilerin, köylülerin, emekçilerin insanca yaşaması için mücadele etmek, Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini istemekti. Banka soydular, Amerikalıları denize döktüler, adam kaçırdılar. İmkân olsa nasıl insan olduklarını kaçırdıkları Amerikalılardan sormak gerek. Bunların hiçbirinin cezası idam değildi. Ancak, olağanüstü dönem mahkemesi bunu hiç dikkate almadı ve emirle idam kararı verdi. Onlar insan öldürmemişlerdi ve böyle bir niyetleri de yoktu. Sadece emperyalizme, ağalığa karşı mücadele ediyorlardı. Ayrıca emperyalizme karşı mücadele suç değil, yurttaşlık görevidir. Kurtuluş Savaşı da bunun bir örneğidir.
Onlar için artık karar verilmişti ve cezaları idamdı. İşte bu koşullarda ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Tüm yasal yollar tıkanmıştı ve önümüzde sadece iki gün vardı, ayrıca o süreyi de bilmiyorduk. Her an idam edilebilirlerdi. Ben, Deniz, Hüseyin ve Yusuf ile uzun süre beraber olmuş bir insan olarak onların idamını bekleyemezdim. Madem tüm yasal yollar tıkanmıştı, biz de kendi yöntemlerimize başvururduk. Öyle ya da böyle ya onları da kurtaracağız ya da hep birlikte öleceğiz diye düşünüyordum.
Bunun için ‘eğer önemli birini rehin alırsak belki değiş tokuş ederiz’ diyordum. O iki gün içinde cebinde parası, kalacak yeri olmayan insanlar olarak biz Denizleri devletten alırız dedik. Ama kimi kaçıracaktık? Tabii ki önceden Meclis’e güvenmediğimiz için kimleri kaçırabiliriz diye birtakım planlar yapmıştık. Ancak, 2 Mayıs günü artık her şeyin bittiğini, Denizlerin idamının kesin olduğunu öğrendim.
Artık yapabilecek bir tek şey vardı. Birisini bulup Denizlerle değiş tokuş etmek. Böyle bir kişi bir bakan veya bir milletvekili olamazdı. Amerika gibi büyük devletlerin büyükelçisi etkili olabilirdi. Ama onların yanına yaklaşmak mümkün değildi. Öyle ya da böyle etkili olabilecek birisini bulmamız gerekiyordu.
Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken özel olarak seçilmiş biri değildi. Ancak yanına yaklaşabileceğimiz tek etkili kişi oydu. Çünkü diğer kuvvet komutanları Köşk’ün içinde kalıyordu. Bunun sonucunda Kemalettin Eken üzerinde karar kıldık. Biz, kaçıracak yerimiz olmadığı için generali kendi evinde rehin alıp etrafımızın güvenlik kuvvetleri tarafından sarılmasını ve böylece pazarlık yapmayı istiyorduk. Ancak olaylar beklediğimiz gibi gelişmedi ve ben olay yerinden yaralı olarak kaçtım. Ayrıca, olay günü elimde bulunan silahın nasıl kullanılacağını da bilmiyordum. Sonradan Filistin’e kaçtığımda nasıl kullanıldığını öğrenecektim.
İki gün sonra...
İki gün sonra, yani 6 Mayıs günü arkadaşlarımın idam edildiğini öğrendiğimde, bir yandan yaralı olduğum için yediğim iğnelerin etkisiyle, bir yandan da kendi açımdan elimden geleni yapmaya çalıştığım düşüncesiyle, gözyaşları içinde sevgili arkadaşlarım Deniz, Yusuf ve Hüseyin ‘Sizleri kurtarmaya çalıştım ama beceremedim’ dedim. Bizim onları kurtarma girişimimiz o dönemde gazetelerde ‘suikast’ diye yansıtıldı. Oysa bizim eylem girişiminde bulunduğumuz 4 Mayıs günü Denizler hâlâ sağdı. İdamları kesindi ve yapılabilecek başka hiçbir şey yoktu. Ayrıca, Denizler sağ iken generalin öldürülmesi bizim işimize yaramazdı. General sağ olmalıydı ki değiş tokuş edebilelim. Bu, generalin kendisinin mahkeme ifadesiyle de sabittir. General mahkemede benim için “Bu çocuk isteseydi beni öldürebilirdi” diyor. Bu ifade Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi kayıtlarında bulunabilir.
Hasan Ataol: Deniz Kuvvetleri adına ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nde okurken Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Sinan Cemgil ile birlikte aynı örgütlenmede yer aldı. Ordudan ihraç edildi. Denizlerin idamlarını durdurmak için arkadaşları ile birlikte dönemin Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’i rehin alma girişiminde bulundu. Başaramadı. Türkiye’den kaçarak Filistin’e gitti. İki yıl sonra Türkiye’ye döndüğünde yakalanıp 10 yıl cezaevinde yattı. Şu an İstanbul’da çevirmenlik yapıyor.
Atilla Keskin: ODTÜ’de okurken Türkiye İşçi Partisi, Fikir Klüpleri Federasyonu ve Devrimci Gençlik Federasyonu’nda aktif olarak siyasi mücadeleye katıldı. Bir dönem ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü başkanlığı yaptı. Geçtiğimiz günlerde ölen Ali Elverdi’nin başkanlığındaki sıkıyönetim mahkemesinde diğer arkadaşlarıyla birlikte idam cezasına mahkûm oldu. İdam cezası daha sonra müebbet hapis cezasına çevrildi. Mamak ve Niğde cezaevlerinde yattı. Atilla Keskin, 1980 yılından beri Almanya’da yaşıyor. ‘Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler’ ve ‘Herkesin bir Deniz Gezmiş öyküsü Vardır’ isimli kitaplarında tanık olduğu dönemi anlattı.
Darbelere, cuntalara karşıydılar
TUNCER SÜMER
Tarihe bir not düşülmesi düşüncesiyle, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının zaman zaman üzerinde tartışılan bir yönünü aydınlatmak istiyorum.
Bugüne kadar anlatılan veya aktarılan, birlikte yaşadığımız birçok olay ya yanlış anlatılıyor veya herkes kendi anlayışına göre yorumlayarak aktarıyor. Bunlardan birine, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ‘cuntacılık’ veya ‘askeri darbecilik’ konusundaki yaklaşımlarına kısaca değinmek istiyorum.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının örgütlenmeye başladıkları günlerdeki isimleri ‘dağcılar’dı. Çünkü Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga ve tüm ekip arkadaşları, Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerine karşı silahlı propaganda amacıyla dağa çıkacaklarını her ortamda, herkese anlatıyorlardı.
Aynı tarihlerde de sol bir askeri cuntanın darbe yaparak yönetimi ele geçireceği, bunun çalışmalarının yapıldığı sol çevre tarafından biliniyordu. Hatta bu sol cunta girişimine umut bağlayan, destek veren hatta içinde yer alan arkadaşlarımız vardı.
Sonradan adı ‘9 Mart Cuntası’ olarak ortaya çıkacak olan bu sol cunta çabaları içinde yer alan bu arkadaşlarımızdan bazıları zaman zaman Deniz ve arkadaşlarıyla görüşmeye geliyorlardı. Sol bir askeri cuntanın gelmekte olduğunu, eyleme geçmek için acele edilmemesi gerektiğini, harekete geçmeden önce bizleri cunta önderleriyle görüştürebileceklerini, bu konuda anlaşmak istediklerini iletiyorlardı. Görüşmeler ısrarla tekrarlandı. Bu öneriler arkadaşlarımız tarafından reddedildi. Darbelere ve cuntalara değil, işçi sınıfına ve halka güvendiklerini, sol da olsa sağ da olsa askeri yönetimlere güvenilemeyeceğini ve mücadeleye devam etmekte kararlı olduklarını kesin bir dille anlattılar.
Nitekim 25 Aralık 1970 tarihinden, generaller tarafından ‘Muhtıra’nın verildiği 12 Mart 1971 tarihine kadar bu ekip tarafından birçok eylem yapıldı. Mücadeleye devam etmekte ne kadar kararlı olduklarını gösteren en önemli eylemleri de dört Amerikalı askerin kaçırılması eylemidir.
4 Mart 1971 tarihinde bu eylem yapıldığı gün, kadroların büyük bölümü kırsal alanda konuşlanmıştı. Hatta cuntacıların bekledikleri 9 Mart müdahalesinin gerçekleşmediği gün ve 12 Mart Muhtırası’nın verildiği gün, bir grup arkadaşımız da kırsal kesimde aktif haldedir. Ben de 9 ve 12 Mart’ta kırsal kesimdeki arkadaşlarımla birlikte bulunuyordum.
Bu somut durum, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının darbelere ve cuntacılara güvenmediklerinin ve inanmadıklarının en somut kanıtları arasındadır.
Bir diğer kanıt ise, Filistin dönüşü Diyarbakır’da yakalandığımızda Hüseyin İnan’ın 4 Şubat 1970 tarihindeki Emniyet ifadesinde söyledikleridir. Hüseyin bu ifadesinde: “Bizim bulunduğumuz grup, Milli Demokratik Devrimciler grubudur. Bizde de iki ayrı fikir vardır: Birinci fikir askeri darbe taraftarları, kaba tabir olarak cuntacılar. İkinci fikir; köylü, işçi, öğrenci hareketlerine dayanan Ulusal Kurtuluş Savaşı vermek fikri. Biz bu ikinci guruptayız,” diyor.
(Ekibin liderlerinden Hüseyin İnan’ın bu ifadesi arşivimde bulunuyor.)
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, devrimci mücadele içinde bulundukları tüm yaşamları boyunca darbelere ve askeri cuntalara hep karşı oldular ve öyle davrandılar. Ölümü göze alarak mücadele eden ve yaşamını darağacında ve kurşunlarla kaybeden devrimcilerin bu düşüncelerinin bugünkü kısır tartışmalara ışık tutacağını umut ediyorum.
Tuncer Sümer: THKO’nun (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) kurucularından. Sıkıyönetim Mahke-mesi’nde İkinci THKO Davası’nda yargılandı. 15 yıla hüküm giydi. 4.5 yıl sonra genel afla tahliye oldu.
Kaynak: Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara