Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

AB Türkiye'nin taşıyıcı köprüsü mü?

AB perspektifi Türkiye'nin rakip siyasi gruplarını biraraya getiriyordu. Müzakerelerin yavaşlamasıyla reformlar durdu ve ülkedeki siyasi birliktelik tutkalı çözüldü.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-06 11:56:00

AB Türkiye'nin taşıyıcı köprüsü mü?
David Gardner / Financial Times

AB perspektifi Türkiye'nin rakip siyasi gruplarını biraraya getiriyordu. Müzakerelerin yavaşlamasıyla reformlar durdu ve ülkedeki siyasi birliktelik tutkalı çözüldü. AB Türkiye'yi desteklemek için Kıbrıs'ta adım atmalı.

Türkiye 40 yıldan uzun süredir Avrupa’nın bekleme odasında ağaç olduktan sonra, AB üyeliği adaylığı beş yıl önce kabul edildi. Erdoğan hükümeti birliğin kriterlerini yerine getirmek için anayasal bir devrim gerçekleştirdi: Özgürlükler genişletildi, Kürtlere azınlık hakları verildi ve ordunun sivil otoriteye bağlı kılınması yönünde girişimler başlatıldı.

Avrupa projesi güçlü bir reform lokomotifi işlevi gördü ve ülkenin siyasi gruplarını biraraya getirmeye yardım etti. Kemalistlerle ordu AB’yi Atatürk’ün Batılılaşma hedefinin gerçekleşmesini sağlayacak bir proje, AKP’yse birliğin demokratik kurallarını generallere karşı kalkan olarak gördü. Bir başka deyişle, Avrupa rakip kampların çekişmesini uyum içinde tutmayı başardı. AB, Türkiye’nin geçiş sürecinde taşıyıcı köprü rolü görüyordu.

Fakat müzakereler yavaşladığında (bu kısmen, Almanya ve Fransa gibi isteksiz ortakların Türkiye’nin yeterince Avrupalı olmadığını ve çok büyük, yoksul ve Müslüman olduğunu düşünmesinden kaynaklandı), reform lokomotifi buharsız kaldı. Orduya karşı kalkan indirildi, siyasi birlikteliğin tutkalı çözüldü. AKP’nin yeni seçkinleriyle güçlü generallerin etrafında toplanan eski seçkinler arasındaki çatışmalar, siyasi yaşamın parçası haline
geldi. Bu da, ülkeyi AB’de istemeyenlere yaşananları kimlik krizi gibi sunma fırsatı verdi.

Kültür savaşı reformun önüne geçti

Burada Erdoğan ve AKP’nin de suçu var. 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı üzerine orduyla yaşanan kavganın ardından, Erdoğan erken seçimde oylarını muazzam bir oranda yükseltti. Bu, reformların yeniden başlatılması için altın fırsattı. Fakat hükümet ve muhalifleri, enerjilerini kültür savaşlarına ve yargı üzerinden siyasi egemenlik mücadelesine harcamayı seçti. Bu da yabancıların, ülkenin modern ama belirgin biçimde Müslüman bir siyasetle ortaya çıkmaktaki, İslam’la demokrasi arasında evlilik sağlamaktaki olağanüstü başarısını unutmasını kolaylaştırdı.
Gerçekten de, doğu komşularına yönelik dış politikası, Avrupa’da bazılarını Türkiye’nin stratejik yönelimini değiştirdiğini savunmak konusunda cesaretlendirdi. Fakat doğuya ve batıya aynı anda yönelmek arasında çelişki olmak zorunda değil. Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda istikrarı güçlendirmekte açık çıkarı var. Keza AB’nin de. Türkiye’nin Suriye ve İran’ı da kapsayan alanda nüfuzunun yayılması sadece istikrar meselesi de değil. Türkiye kendisini bölgesel güç olarak ortaya koyuyor ve AB’ye alternatifi olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğinin değerinin, birliğin bölgedeki zayıf siyasetinin aksine ‘yumuşak gücü’ yaratıcı bir biçimde kullandığının altını çiziyor.

Türkiye Suriye’yle vizeleri kaldırarak bariyerleri yerle bir etti. Eskiden işgalle tehdit ettiği ‘savaş sonrası Irak’ı kucakladı. Osmanlı’nın son günlerinde Ermenilerin katledilmesi nedeniyle Ermenistan’la varolan uçurumu ele almaya başladı ve Kürt azınlığıyla ilk gerçek uzlaşma politikasını tasarlıyor. Gazze nedeniyle İsrail’le arası açıldı ve İran’a yaklaştı.

Fakat bazılarının ‘yeni Osmanlıcılık’ olarak gördüğü Doğu’ya yönelimi ideolojiden ziyade çıkarlar belirliyor. Ortadoğu’yla ticaret, AB’yle durgunlaşan ticaretin yerini alacak şekilde hızla genişliyor ve Türkiye enerji merkezi olmak istiyor. Bunların hepsi hem Avrupa, hem de Ortadoğu için stratejik kazanca dönüştürülebilir. Türkiye bölgenin en başarılı ülkesi ve Avrupa’da ağırlığı var. Laik cumhuriyetin İslamcı kökenli iktidar partisini (bugüne dek) barındırabilmesi Arap dünyasını cezbediyor.

Türklerle ticaretin önü açılabilir

Uluslararası Kriz Grubu’ndan Hugh Pope, “Türkiye Soğuk Savaş’tan beri dış politika önceliğini güvenlik kaygılarından yumuşak güce kaydırdı; NATO destekli bölgesel jandarmadan, çok sayıda entegrasyon aracını kullanmaya kararlı, bağımsız bir oyuncuya dönüşüyor. ABD ve AB de, entegrasyon yoluyla istikrara yönelik bu çabayı desteklemeli” diyor.

Fakat bunun için Brüksel Türkiye’nin müzakerelerindeki kilidi çözmeli. Altı yıl önce Kıbrıslı Türkler adayı birleştirme amaçlı BM planını kabul etti. Fakat AB’nin aptalca biçimde üyelik garantisi verdiği Kıbrıslı Rumlar planı reddetti. Kıbrıs’taki Rum hükümeti içeriden baskı yaparken, AB tecrit altındaki Kıbrıslı Türklerle ticaret başlatma sözünü tutamadı ve Ankara da buna, limanlarını Rumlara açmayarak yanıt verdi. Fakat Lizbon Anlaşması ticaret anlaşmalarında Avrupa Parlamentosu’na söz hakkı tanıyor ve Kırıslı Türklerle doğrudan ticaret mevzuatı, Kıbrıslı Rumların vetosunu baypas edecek bir biçimde canlandırılabilir.

Kıbrıs’ın kuzeyinde milliyetçi Derviş Eroğlu’nun seçilmesiyle ortaya çıkan yeni engel bile iteklenebilir. Erdoğan gelecek ayki Atina ziyaretini, Yunan meslektaşı Yorgos Papandreu’yla bir paketi sunmak için kullanabilir. Kıbrıs engelini aşmak, Türkiye’nin AB’yle endişe verici ilişkilerini canlandırmak iyi bir başlangıç noktası.

Kaynak: Radikal

Haber Ara