Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

İran, nükleer silah ve Türkiye

ABD ve Batılı devletlere göre İran'ın amacı nükleer silah yapmak. İran ise sadece barışçı amaçlar için nükleer teknolojiye sahip olmak istediğini söylüyor. Acaba kim haklı?

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-02 21:37:00

İran, nükleer silah ve Türkiye
Daha anlamlı tahliller yapabilmek için, önce işin teknik yönleriyle ilgili bazı temel bilgiler faydalı olacaktır.

Nükleer silah sahibi olmanın, genellikle, üç unsuru bir araya getirmeyi gerektirdiği kabul edilir: Silah yapımına elverişli nükleer malzemenin temini; silahın (savaş başlığının) üretimi; ve silahı hedefe iletme yeteneği. Silah yapımına uygun nükleer malzeme temini işin en zor kısmıdır. Uranyum veya plütonyum en yaygın olarak kullanılan malzemelerdir.

Zenginleştirme

Doğada bulunan ve nükleer silah yapımına elverişli tek eleman uranyumdur. İran da bunu kullanıyor. Ancak tabiatta mevcut uranyum, büyük kısmı (% 99,3) U-238 adı verilen, çok küçük kısmı ise (% 0,03) U-235 adı verilen, iki ayrı yapıda ve birbirine karışmış bir şekilde bulunur. Ancak, atom çekirdeklerinin parçalanarak nükleer enerjinin açığa çıkarılması işlemi için sadece U-235 uygundur ve o nedenle daha saf hâle getirilmesi gerekir. U-235 oranı % 4 civarına çıkarıldığında nükleer santrallerde enerji üretimi için, % 20 civarına yükseldiğinde araştırma ve tıbbi hizmetler için kullanım mümkün olur. Silah yapımı, nükleer enerjiyle çalışan gemiler veya denizaltılar için ise % 90 veya daha yüksek saflık oranlarında U-235 elde edilmesi gerekir.

Zenginleştirme (daha saf malzeme elde etme işlemi) için en yaygın yöntem, cevherin önce gaz haline getirilmesi ve sonra gazın santrifüj tüplerinden geçirilmesidir. İşin en zor kısmı santrifüj tüplerinin çalıştırılmasıdır. Esas itibarıyla bu iş, evlerde kullandığımız otomatik çamaşır makinelerinde kurutma yapan ve hızla dönen tamburlarla aynı basit fizik kuralına (merkezkaç) dayanır. Şu farkla ki, kurutma makinelerinin tamburları dakikada 15-25 devir hızla dönerken, uranyum zenginleştirmesinde kullanılan ince ve uzun tüplerin dakikada 10.000 devir gibi müthiş bir hızla dönmesi gerekir. Saflaştırılmak istenen U-235'in ağırlığı, U-238'den azıcık daha hafiftir (% 1,3 kadar) ve bu küçük ağırlık farkı nedeniyle U-235 gazı muazzam bir hızla dönen tüplerin daha çok üst ve iç kısımlarında birikirken, daha ağır olan U-238 daha çok dış yüzeylere doğru ve altta birikir. O nedenle tüpün üst kısmından alınan gaz daha fazla U-235 ihtiva eder. Ama her bir tüpte elde edilen zenginleşme son derece az olduğu için, binlerce tüpün birbirine bağlanmış olarak (cascade) ve çok uzun süreler boyunca çalıştırılması gerekir.

Tüpler için gerekli bu kadar yüksek devir hızları ancak havasız bir ortamda (vakum) mümkündür. Ayrıca tüplerin son derece dayanıklı bir malzemeden, her bir parçanın da olağanüstü düzgün ve kusursuz imal edilmesi gerekir. Tüplerdeki mikroskobik kusurlar bile işi durdurur. İran'a sızan Batılı ajanların, teknolojik yöntemler kullanarak söz konusu tüplerin işletimini engellemeye çalıştığı biliniyor. 2006'da bir ara İran, tüplerin döndürülmesinde ciddi sorunlarla karşılaşmıştı ve bunun Batılı ajanların teknolojik sabotajından ileri gelmiş olabileceğini düşünüyorlardı. Ancak problemin daha masum bir hatadan, çalışan işçilerin tüpler üzerinde kalmış basit parmak izlerinin yarattığı ağırlık farkından kaynaklandığı anlaşıldı.

Bugün gelinen noktada İran, hayati bir aşama olan santrifüj teknolojisinde bütün engellemelere rağmen sağlam ve bağımsız bir birikim elde etmiş durumda. Burada önemli bir husus şu: % 0,03'ten başlayarak % 4, % 20 veya giderek % 90 düzeylerinde bir zenginleştirme sağlamak ciddi bir teknik beceri gerektirmekle birlikte, izlenen yöntem her aşamada büyük ölçüde aynıdır.

Silah yapımı

Nükleer silaha sahip olmanın ikinci unsuru, savaş başlığı tasarlanması ve imal edilmesidir. Zenginleştirme için geniş hacimli tesisler gerekirken, savaş başlığı tasarımı ve üretimi çok daha dar alanlarda yürütülebilir. Öyle bir düzenek kurulmalıdır ki, çok sayıdaki atom çekirdeğinin büyük kısmının parçalanıp o korkunç enerjiyi açığa çıkarması (zincirleme reaksiyon), infilak sonunda o malzemenin etrafa saçılıp tahrip olmasından önce gerçekleşsin. Buradaki zaman farkları nano (milyarda bir) saniyelerle ölçülür. O nedenle nükleer savaş başlığı imal eden bir ülke, bunları depoya koymakla yetinemez. Küçük çapta da olsa, infilak düzeneğini doğru tasarladığını görebilmek için en azından bir adet başarılı test yapmak zorundadır. İsrail dâhil nükleer silah sahibi devletler arasında test yapmamış olan yoktur. Mesela Kuzey Kore'nin 2006'da ilk nükleer silah denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış, yeteri kadar atom çekirdeği parçalanmadan silah dağılmıştı. Ama 2009'da denemeleri başarılı oldu. Bu noktada, eğer öyle bir niyeti varsa, ne zaman İran'ın nükleer silah sahibi olduğu söylenebilir sorusunun cevabı da ortaya çıkar: İlk testi başarıyla gerçekleştirdiği zaman.

Son unsur olan nükleer silahın hedefe iletilmesi, askerî stratejiyle ilgili bir konudur ve nükleer savaş başlığı imal edebilmiş bir ülke için büyük sorun teşkil etmez. ABD, ilk nükleer silahı, Hiroşima üzerinde, gönderdiği bir uçaktan serbestçe bırakıvermişti. Ama günümüzde artık genellikle karşı önlem alabilmesi için düşmana çok daha az zaman bırakan; havadan, karadan veya denizden fırlatılan füzeler tercih edilmektedir.

Büyük pazarlık

Şimdi başlangıçta sorduğumuz soruya dönebiliriz: Kim haklı? İran'ın nükleer programı silah yapımı amacını taşıyor mu, taşımıyor mu? Yukarıdaki açıklamalardan görülebileceği gibi, ne İran'ın silah üretmek amacıyla bir nükleer program yürüttüğünü, ne de tersini kanıtlamak mümkün. Konu en azından şimdilik, olgulara dayanarak ispat edilebilecek bir noktada değil ve tamamen niyetlerle ilgili. Zaten Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) da, İran'ın nükleer silah yaptığına dair somut bir kanıt bulamadıklarını söylüyor.

İran'ın amacıyla ilgili bir de üçüncü yorum var. Buna göre İran'ın asıl niyeti nükleer silah sahibi olmak değil, ama o teknolojiye tam anlamıyla hâkim olduktan sonra Batılı ülkelerle sıkı bir pazarlığa oturmak. O aşama, İran % 20 civarında bir zenginleştirmeyi başardıktan sonra gündeme gelebilir. Çünkü elinde % 20 saflıkta uranyum ve uygun tesisler bulunan bir ülkenin yaklaşık 6-12 ay içinde ilk nükleer silah testini yapabilecek noktaya gelmesi mümkün. % 20'ye ulaşmak için 650-700 misli (yüzde 0,03-20 arası) bir zenginleştirme gerekirken, daha sonrası için sadece 4-5 misli (20-90 arası) bir zenginleştirme yeterlidir. Ayrıca son aşamada kullanılan gaz hacmi büyük ölçüde azalacağı için, süreç çok daha az sayıda tüple ve daha kolay yürümektedir.

Böyle bir pazarlıkta, nükleer silah yapımından vazgeçmek için İran'ın başlıca iki talebi olması beklenebilir: İslami rejimin değiştirilmesine dönük yıkıcı faaliyetlere son verilmesi garantisiyle beraber siyasi tanıma ve Ortadoğu'daki uluslararası sorunların çözümünde İran'ın meşru taraf ve muhatap kabul edilmesi. Son gelişmeler de, ABD'nin böyle bir pazarlık ihtimalini göz önünde bulundurduğunu ima ediyor. Council on Foreign Relations adlı etkili ve Obama yönetimine çok yakın think-tank kurumunun başkanı Richard Haas, ılımlı görüşleriyle tanınan tecrübeli bir strateji uzmanı. Washington yönetimine aykırı bir çizgiyi savunması asla beklenemeyecek Haas son günlerde, artık görüşlerini değiştirdiğini ve ABD'nin İran'a karşı rejim değişikliğini içeren yeni ve sert bir siyaset izlemesi gerektiğini değişik gazete ve dergilerde dile getiriyor. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da sık sık, İran rejiminin içişlerine açık müdahale anlamına gelen değişik önlemler düşündüklerini açıklıyor. Bütün bunların, ABD'nin dış müdahaleler sonunda Tahran rejiminin değişebileceği beklentisinden çok, muhtemel bir pazarlıkta elindeki kozları daha korkutucu göstermek hesabına dayandığı tahmin edilebilir.

Tahran'ın nükleer silah hedefinden vazgeçtiğini taahhüt etmesi karşılığında, bu iki isteğinin ABD tarafından kabul edilmesi ihtimal dâhilindedir. Ancak İran masaya, işi tam anlamıyla bir büyük pazarlığa dönüştürecek ilave bir talep getirebilir: İsrail'in de elindekilerden vazgeçmesini kapsayacak şekilde, Ortadoğu'nun nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge olması. Üzerinde az durulan bu husus, İran'ın bazı tavırları iyi izlendiği takdirde bir ihtimal olarak öngörülebilir. Mesela Zürih müzakerelerinde İran'ın nükleer programından vazgeçmesini isteyen Batılı temsilcilere, İranlı sözcüler, bunun yasal bir egemenlik hakkı olduğuna işaret ettikten sonra, "ama isterseniz nükleer silahların yayılmasını durdurmayı görüşebiliriz" diye cevap vermektedir.

Askerî operasyon

ABD veya İsrail bir askerî operasyonla İran'ın nükleer tesislerini imha etmeyi dener mi? Böyle bir operasyon bölgedeki mevcut istikrarsız ortamı daha da bozacaktır. Hangi yeni siyasî çalkantılara yol açacağını tahmin etmek zordur. Dünya petrolünün % 45'inin Hürmüz Boğazı'ndan geçtiği düşünülürse, küresel ekonomiye ağır bir darbe vuracağı muhakkaktır. En başta Irak, bölgede korkunç bir istikrarsızlık çıkarmak İran için zor değildir. Ayrıca bizzat Amerikalı uzmanlara göre böyle bir operasyon İran'ın nükleer silah yeteneğini tamamen ortadan kaldıramayacak, sadece birkaç yıl geciktirecektir. Her şeye rağmen böyle bir seçenek tercih edilse dahi bunun, yukarıda değindiğimiz büyük pazarlığın sonucu görülmeden gerçekleşmesi uzak bir ihtimaldir. Washington'dan onay almadan İsrail'in tek başına askerî bir operasyona kalkışması ise, hem teknik hem siyasi nedenlerle daha da uzak bir ihtimaldir.

Türkiye'nin durumu

İran'ın nükleer programı Türkiye'nin karşısına kolay olmayan sorunlar çıkarıyor ve herhalde çıkarmaya devam edecek. Ancak bunların en çetini, Batı'nın bütün diplomatik ve bir ihtimal askerî müdahalelerine rağmen İran, nükleer silah yapma noktasına gelirse ortaya çıkacak. Eğer İran ilk başarılı nükleer denemesini gerçekleştirirse, ABD buna nasıl bir tepki gösterecektir? Elinde nükleer silah bulunan bir devlete karşı o tesisleri imhaya dönük bir askerî operasyon yüksek riskler taşıyacağı için, muhtemelen olabilecek en sert uyarı gelecektir: O silahları kullanırsan veya ne şekilde olursa olsun teröristlerin eline geçmesine yol açarsan, sana korkunç ve mahvedici bir bedel ödetirim. ABD'nin atacağı bir başka adım İran'ın komşularına dönük olacak ve Türkiye dâhil bölge ülkelerine kendi nükleer koruma şemsiyesi altına girmelerini teklif edecektir. O takdirde Türkiye'nin cevabı ne olmalıdır?

Nükleer koruma şemsiyesi altına girmeyi kabul etmesi, Türkiye'nin bölgede ABD'nin stratejik rehini olması sonucunu doğurur. Bu rehinliğin ne kadar dar veya geniş bir hareket alanı bırakacağı değişen Washington yönetimlerinin ideolojik tercihlerine ve bölgedeki gelişmelere göre değişecektir ama her durumda ciddi bir sınırlama getireceği muhakkaktır. Bunun daha somut olarak hangi anlamlara gelebileceğini tasavvur için, Adam Lowther adlı, ABD'nin Hava Kuvvetleri Savunma Enstitüsü'nde çalışan bir uzmanın görüşlerine değinebiliriz. Lowther'e göre İran'ın nükleer silah sahibi olması, pek çok kimsenin sandığının tersine, ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarına büyük katkı sağlayacak. ABD önce bölgedeki ülkeleri kendi nükleer şemsiyesi altına alacak, ama bunun karşılığında o ülkelerden uygun bulduğu ödünler isteyecek ve elde edecektir. Mesela despot Ortadoğu ülkelerinin demokratik reformlar yapmasını isteyebilecektir. OPEC üyesi bölge ülkelerinin nükleer koruma karşılığında petrol fiyatlarını indirmelerini, koruduğu ülkelerin kendisinden daha çok silah satın almasını talep edebilecektir, vs. Lowther'a göre bütün bunlar ABD nüfuzunun bölgede bir Rönesans yaşaması sonucunu doğuracaktır. (Herald Tribune, 9.2.2010)

ABD'nin nükleer koruması altına girmeyi uygun bulmaması da Türkiye için rahatlatıcı bir seçenek değildir. NATO içinde sorunlarla karşılaşabilecektir. Bölgede İran'a ilaveten başka ülkelerin de nükleer silah sahibi olması durumunda, Türkiye'nin stratejik hareket alanı daha da sıkıntılı bir duruma girebilecektir. Türkiye için sorunlu bir başka ihtimal de, İran'daki rejimin değişip değişmemesinden bağımsız olarak, Washington-Tahran uzlaşmasıdır. Bu ihtimalin tamamen göz ardı edilmesi, her şeyden önce tarihî tecrübeye aykırıdır. Bu doğrultudaki gelişmeler çerçevesinde Türkiye için güvenlik ve kendi bölgesinde stratejik etkinlik açısından en uygun seçenek AB üyeliğidir. Aynı açıdan bakıldığında AB için de en uygun çözüm budur. Buna karşılık İran'ın nükleer silah sahibi olduğu, ama Türkiye'nin AB üyesi olamadığı bir ihtimalde, Türkiye kendi teknolojisine dayanarak nükleer silah yapmak veya yapmamak kararıyla ciddi bir şekilde yüzleşmek zorunda kalabilecektir.

ZAMAN

Haber Ara