'İran sana söylüyorum, dünya sen işit!'
İsrail, Türkiye ‘korkusu’ ile Washington’daki zirveye gelemedi. İran’a yaptırımlar konusunda herkesin gözünün içine baktığı kişiler Türk heyetiydi.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-19 09:55:00
Tüm dünya biliyor ki İsrail’de 1965’den beri bir nükleer santral ve silahlar var. Ortadoğu’da hemen her ülkenin nükleer güç olmak istemesinin önemli bir nedeni de bu. İsrail’i görmezden gelen dünya, İran’ı henüz nükleer enerji dahi üretememişken tehdit ediyor.
Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne (12-13 Nisan-Washington) 47 devlet başkanı, başbakan ve üst düzey yetkili katıldı. Resmi yayınları incelediğinizde zirvenin asıl amacının “nükleer terörizm tehlikesine karşı ortak bir bilinç oluşturmak, nükleer materyallerin güvenliği konusunda etkili önlemler almak ve nükleer kaçakçılık ile terörizmin engellenmesi” olduğu görülüyor. Oysaki gerçek amaç nükleer kulübü küçük tutmak ve elbette İran’ı izole etmekti. ABD nükleer materyale sahip ülkelerden ya bu materyalleri ellerinden çıkarma sözünü aldı ya da henüz plütonyum ve zenginleştirilmiş uranyumu olmayan ülkelerden bu işlere girmeyeceklerine dair sözler. Belli ki ABD ve diğer kulüp üyeleri başka devletleri aralarında görmek istemiyorlar. İran’ın önemi belki de burada ortaya çıkıyor. İran’a ‘haddi bildirilebilirse’ diğerlerine de etkili bir mesaj verilmiş olacak. Başka bir deyişle, ortada bir tür “İran sana söylüyorum, dünya sen anla” halleri var. Obama “dünyanın nükleer terörizm tehlikesine hiç bu kadar yaklaşmadığını” açıkladı ve dünya liderlerini nükleer terörle korkuttu. ABD’de bazı çevreler bugünlerde nükleer terörle yatıp nükleer terörle kalkıyor, çünkü diğer devletlerin nükleer olmadan ABD’nin ‘canını yakabilmesi’ zor. Başka bir ifade ile nükleer silahlar kilit altına alınabilirse ABD diğer ülkelerle ilişkilerinde üstünlüğünü büyük ölçüde sürdürebilecek.
ABD göz korkutuyor
İki günlük zirveden ABD’nin ilk ve somut kazancı, Kanada, Meksika ve Ukrayna’nın silah derecesinde olan fazla nükleer materyallerini yok etmeyi veya ABD’ye vermeyi taahhüt etmeleri oldu. Ülkeler silah için kullanılabilecek malzeme üretebilen araştırma reaktörlerini dönüştürmeyi kabul ettiler. Ayrıca Rusya zirve öncesinde bir plütonyum reaktörünü kapattı. ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile Rus meslektaşının imzaladığı anlaşma sonucunda yok edilecek olan plütonyumun değeri ise 17 bin silaha denk olarak gösteriliyor. Ancak bu anlaşma ve sözler büyük ölçüde kâğıt üstünde kalmaya mahkûm. Çünkü Rusya, ABD karşısında neredeyse sadece nükleer gücüne güveniyor ve Rus yetkililer daha şimdiden “ABD silahlarını geliştirmede herhangi bir adım atarsa biz de bu anlaşmalara uymayız” diyorlar. ABD silah geliştirmekten vazgeçmeyeceğine göre söz konusu anlaşmalar da şimdiden etkisiz olacak gibi. Ayrıca Pakistan, Çin ve Hindistan’ın nükleer bomba ve diğer materyalleri üretmesini durdurmak imkânsız sayılır. Kuzey Kore ise dünyaya meydan okumaya devam ediyor. ABD’nın işi zor, çünkü nükleer ülkeler bu silahları kendilerini ABD’den korumak için geliştiriyor.
Zirve boyunca ABD sürekli olarak İran tehdidinden bahsetti, Obama İran’ı sert bir dille uyardı. Sarkozy de İran’a karşı çok sertti. Yaptırımların Mayıs’ı bile geçirilmeden uygulamaya geçirilmesini isteyen Sarkozy bunun için Rusya lideri ile tartışmayı dahi göze aldı. Ne var ki bu ülkelerin gündeminde Ortadoğu’nun tek nükleer silahlara sahip ülkesi olan İsrail yoktu. Oysa İsrail bu silahlara uluslararası hukuku açıkça çiğneyerek sahip oldu ve onlarca yıldır elinde tuttuğu yüzlerce nükleer başlık hakkında açıklama yapmayı dahi reddediyor (‘bilinçli belirsizlik’ deliberate ambiguity policy). Tüm dünya biliyor ki İsrail’de, Dimona’da 1965’ten beri bir nükleer santral ve silahlar var. Aslında Ortadoğu’da hemen her ülkenin nükleer güç olmak istemesinin önemli bir nedeni de İsrail’in nükleer oluşu. Buna rağmen ne ABD ne de diğer Batılı ülkeler İsrail’i gündeme dahi getirmediler. Nitekim İsrail’in Türkiye’de meşhur Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon “Obama’nın İsrail’den bu politikasını değiştirmesi için hiçbir talepte bulunmadığını” açıkladı. Ayalon’a göre Obama İsrail’in NPT Anlaşması’na taraf olmasını dahi talep etmiyor.
İsrail’den bahseden yok
Kısacası bir yandan İsrail’i görmezden gelen dünya, öte taraftan İran’ı nükleer silah bir yana, henüz nükleer enerji dahi üretememişken sıkıştırıyor, tehdit ediyor. İran’ın günahları bir yana, ancak ortada açık bir adaletsizlik, haksızlık ve iki yüzlülük olduğu da aşikâr. İşte bu noktada neredeyse konuşan tek ülke Türkiye. Başbakan Erdoğan Washington’da da susmadı, İsrail’in ‘garip’ durumunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. “Nükleer faaliyetlerin yayılmasını engelleyen, anlaşmayı tanımayan bir başka ülkeye neden bir şey söylenmiyor. Bu kaygı verici” diyen Erdoğan’ı dünya liderleri duymazdan geldi. Pek çok lider “aman durduk yerde İsrail’e bulaşmayım, bunlar çok güçlü adam dedi”, diğer bir kısmı ise İsrail’i korumak için gözlerinin önündeki yüzlerce silahlı bir devleti görmezden geldiler. Bu noktada Türkiye’nin tavrını tehlikeli bulanlar da oluyor. Pek çok Türk yazara göre Erdoğan bu şekilde İsrail’in ve Yahudi lobilerinin gazabını çekiyor. Hatta Erdoğan’ı ‘İran’ın avukatı’ ilan edenler dahi oldu. İsrail’le uğraşmanın riskli olduğu muhakkak. İsrail, büyüklüğünden ve gücünden çok şerrinden, gizemli bağlantılarından korkulan bir ülke. Fakat ortada insanın aklı ile alay edercesine açık bir ikiyüzlülük var ki bunu görmezden gelenin değil de, açığa vuranın garipsenmesi şaşırtıcı doğrusu. Buna rağmen devlet adamlığı sadece doğruları söylemek değildir ve Türkiye’nin İsrail ile ilgili gerçekleri belli bir diplomasi dili içinde açıklaması daha doğru olabilir. Özellikle nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu vurgusu Türkiye’nin hem İran, hem de İsrail ile ilgili politikalarında temel olabilir.
İsrail Erdoğan’dan çekiniyor
İsrail toplantıya başbakan düzeyinde katılmadı. Türk gazeteleri bunu Netenyahu’nun Erdoğan korkusuna bağladı. Gerçekten de Netenyahu son dakika manevrasıyla yardımcısı Dan Meridor’u gönderdi. Meridor toplantı sonrasında çok mutluydu, “İsrail zirvede olayların merkezinde değildi. İsrail adı hiçbir konuşmacı tarafından zikredilmedi, hatta bizi konuşacağını sandıklarımız tarafından dahi adı ağza alınmadı” dedi. Çok açık ki İsrail’in en çok çekindiği lider Erdoğan’dı ve onun da konuşmasında İsrail kelimesini telaffuz etmemesi İsrail’li yetkilileri çok mutlu etti. İsrail böylece dünyanın gözünden bir kez daha ‘kaçmış’ olmanın mutluluğunu yaşadı.
İran konusuna gelirsek Obama ile Erdoğan’ın 45 dakikalık görüşmesinin iki önemli konusundan birini oluşturdu. ABD, Türkiye’nin tavrını çok önemsiyor. Çünkü Türkiye, İran’ın komşusu olduğu gibi aynı zamanda NATO üyesi. Pek çok Amerikalı yetkiliye göre Türkiye’nin ‘ılımlı tavrı’ İran’ı cüretkâr kılıyor ve sürecin işlemesinin önünü tıkıyor. Bu görüş daha çok Washington’daki Yahudi lobilerince abartılı bir şekilde gündeme taşınıyor. Bazı neo-conlar ve Yahudi sağcılar Türkiye’ye her fırsatta vurmaktan büyük zevk alıyorlar. Bekleneceği üzere Türkiye ve ABD, İran konusunda yine anlaşamadı. Türkiye ‘diplomasi’ dedi, Obama ise ‘yaptırımlar’da ısrar etti. Obama Türkiye’nin İran konusundaki özel konumunu takdir etti, desteğinin hayati olduğunu tekrarladı. Türkiye ise arabulucu olabileceğini belirtti. Türkiye yanı başında ambargolar ve hatta silahlı çatışmalar getirecek bir sürece karşı çıkmakta haklı. Irak’ta bunun bir benzerini gördük: ABD karar alıyor, faturayı Türkiye’ye ödetiyor. Ancak ABD ile Türkiye arasındaki görüş farkları çok hızla açılıyor. Obama 2010 başından bu yana her fırsatta “İran meselesini birkaç hafta içinde çözeceğiz” diyor. ABD son olarak Çin’i ikna etmeye çalışıyor. Eğer Güvenlik Konseyi’nin tüm daimi üyelerini İran konusunda ikna edebilirse işte o zaman Türkiye komşusu ile müttefiki arasında kalacak.
Ermenistan konusuna bakacak olursak bu konu Türkiye için belki de zirvenin en önemli konusuydu. Çünkü 24 Nisan’a iki haftadan daha az bir süre vardı ve Obama’nın 24 Nisan konuşmasında ‘soykırım’ kelimesini kullanması tüm ilişkileri tamiri zor bir şekilde bozabilirdi. Bu nedenle Türkiye daha Washington’a gelmeden önlemini almıştı. Başbakan Erdoğan önce özel temsilcisini Erivan’a yolladı. Erdoğan daha sonra da Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan ile Washington’da bir araya geldi. Böylece Ermenistan’ın uluslararası kamuoyunda yaratmaya çalıştığı “Türkiye protokoller konusunda ciddi değil, bizi oyalıyor” imajı kırılmaya çalışıldı, bunda başarılı da olundu. Fakat sorun imaj düzeltmenin çok ötesinde derinliğe sahip. Erivan arkasına Rusya, Fransa ve ABD’yi almış görünüyor ve kendi üzerindeki baskıları Türkiye’nin üzerine yıkmaya çalışıyor. Protokol sürecinin de tıpkı İran meselesi gibi Türkiye’yi uzun süre zorlayacağı aşikâr.
Özetle Türkiye en hayati küresel dengelerin tam ortasına yerleşmiş durumda. Başbakan Erdoğan son 15 günde Almanya Başbakanı Angela Merkel’i Türkiye’de ağırladı. Ardından AB’nin bir diğer devi Fransa’yı ziyaret etti ve Nicholas Sarkozy ile görüştü. Araya bir de Bosna ziyareti ekledi. Almanya ve Fransa’nın ardından ABD geldi. Burada Ermenistan devlet başkanı dışında Barack Obama ve Rusya Devlet Başkanı Medvedev de görüşülenler listesindeydi. İsrail, Türkiye ‘korkusu’ ile Washington’daki zirveye gelemedi. İran’a yaptırımlar konusunda herkesin gözünün içine baktığı kişiler Türk heyetiydi. İran konusunda en az BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi Çin kadar Türkiye’nin de görüşleri merak ediliyordu. Tüm bunlar 15 güne sığdı. Erdoğan’ın dış politikası eleştirilebilir, ancak son 15 günlük görüşme trafiği dahi tek başına kanıtlıyor ki Türkiye artık önemli bir küresel aktördür. Böylesine önemli bir aktörün neredeyse 100 yıl önce yaşanmış olaylarla engellenmeye çalışılması ise işin ironik tarafı.
Kaynak: Star
SON VİDEO HABER
Haber Ara