Irak seçimlerinde Sünni, Şii ve laik kesim
Yasir ez-Zeatira Irak seçimlerini değerlendirdi. Zeatira, "Bu seçimlerden Sünni Araplara pratik fayda getirecek bir sonuç ortaya çıkar mı?" diye sordu.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-09 13:01:00
IRAK SEÇİMLERİNDE SÜNNİLİK, LAİKLİK VE İSLAMCI KESİM
Yasir ez Zeatira*
Sünniler laik bir şii olan Allavi'nin geniş yelpazeli listesine oy vermiş ve İslam Partisinin Tevafuk (Uyum) Listesi kötü bir sonuçla seçimden çıkmışsa bu bir sürpriz sayılmamalı.
Kimileri bunu, sünnilerin, Irak'ın yönetiminde mezhepçi yaklaşımı bırakıp sekülerlaik yaklaşıma eğilimiyle yorumluyor. Başkaları ise bir yandan işgalden bu yana politik arenada İslam Partisi deneyiminin başarısızlığına, diğer yandan Allavi'nin listesinde kabul gören isimlerin çokluğuna ve İran'ın Irak üzerindeki nüfuzuna içerleyen çevrelerin körüklediği toplumsal algıya yoruyor. Nedenler arasındaki etkileşime bağlı değişkenlik gösterse de, olan biten bunların hepsine yorulabilir. Peki, nasıl?
Allavi'nin listesi kendini her türlü grup ve etnisite kaygısını aşmış bir liste olarak lanse ettiyse de aldığı oylara bakıldığında sünni arapların oyları hakim grubu oluşturuyor. Zira sünni temsilciler, parti içerisinde en yüksek oyu ve sandalyelerin çoğunu aldılar. Toplam 91 sandalyeden 76'sını sünniler kazanmış durumda. Bu gösteriyor ki, şii ve kürt bölgelerinden pek fazla oy çıkarabilmiş değiller. Irak geneline hakim olan mezhepçi baskının gölgesinde bunu mesele yapmak abesle iştigal.
Sandığa giderek Allavi'nin listesine oy verenlerin tümü bir fikir birlikteliği taşıyor demek elbette zor. Kimisi mezhepçiliğin elindeki yönetime karşı tarafsızlaik tercihi fiilen desteklemek amacıyla oy verdi. Ancak bunların oranı genel yüzde içinde ciddi bir yekün tutmuyor. Yine de oy veren diğer grubun mezhepçi zihniyeti yönetim kademesinden uzak tutma noktasında hassasiyet sahibi olmadığı söylenemez. Gelin, hepsini sandığa götüren nedenlere birlikte göz atalım.
Irak gibi etnisite, din ve mezhep çeşitliliği içindeki bir ülkede, yönetim noktasında dini eksen kılarak bir araya gelmek, ulusal dokuda yıkıcı sonuçlara yol açacaktır. Sünnilerle Şiiler arasında eğitim müfredatında ortak bir din ve tarih söylemi üzerinde uzlaşıldı diyelim, her iki tarafın tarih algısı ve yorumu öylesine çelişik ki, birbirine zıt olmanın da ötesinde bir çelişki biçimi bu. Her iki tarafın gündelik yaşamı yorumlayan din algısı (fıkıh) hakeza öyle. Kürtlerle ayrıştıkları başka başka konular ayrı bir mesele.
Böylesi ayrışma ortamında mezhepçi bir yönetim anlayışına yer yok ve olmamalı. Ülke için en iyisi, dine saygılı ve vatandaşlarının %95'ini oluşturan her iki tarafın uzlaştığı konuların dışında, din kavramını yönetim mekanizmasına dahil etmeyecek bir devlet yapısı. Her iki taraf derken Sünnileri ve Şiileri kasdediyorum. ( Kürtlerin ve Türkmenlerin çoğunluğu da sünni, tabi içlerinde şii de var.) Ahlaki ve örfi sistemle, belki de ekonomiyle alakalı önemli konular bunlar.
Kimileri belki buna laiklik veya kısmi laiklik diyebilir. Kim ne derse desin, bizi ilgilendiren, vatandaşlık, adalet ve eşitlik ilkelerini baz alan birlikte yaşama kültürüyle barışık; insanların arasında önyargı ve etnik ayrımcılığı kışkırtan herşeyi reddeden islam ruhuna en yakın örneğin bu olması.
Irakiyye listesine oy veren seçmenleri buna iten dürtülerle paralel, başka tercihlerin pek fazla olmayışı listenin oluşumunda belirleyici ana unsur. Bu demek oluyor ki, Allavi'nin liderliği (ne de olsa bir şiidir kendisi) seçmenlere çok şey ifade etmiyor. Bu noktada akla gelen, Allavi'nin listesindeki sünni isim tercihlerine duyulan güven. Bu isimlerin başında – belki de en önemlisi – aynen bu seçimlerde olduğu gibi bir buçuk yıl önceki yerel seçimlerde listesi (Kamburlar Listesi diye bilinir) il meclisindeki sandalyelerin çoğunu kazanan, Musul kentinde büyük bir popülarite sahibi Usame Nuceyfi geliyor. Musul, Bağdat'tan sonra Irakiyye Listesine en çok sandalye kazandıran ikinci kent.
Nuceyfi'nin yanında, Baas Partisi ile bağlantılı olduğu iddiasıyla adaylıktan uzaklaştırılması üzerine büyük bir popülarite yakalayan Salih Matlek, yine İslam Partisinden ayrılma, seçim kanunundaki yerinden edilmiş seçmenler konusundaki çıkışıyla yıldızı parlayan Tarık Haşimi, keza Rafi İsavi ve içlerinde onlarca din adamının bulunduğu diğerleri.
Mezhebi temizlik operasyonu endişelerinden dolayı -ki sünni araplar bu konuda defalarca şikayette bulunmuşlardır- İran'a karşı duyulan husumetin başka bir saikten gündeme geldiği sırada, İran'ın nüfuzunu kırmaya dönük türklerin ve arapların listeye verdiği desteğin seçmen üzerinde etkili olduğu görülüyor. Yaygın inanca göre, İran, mezhebi temizlik noktasında şiilere destek vermekte en azından bu duruma sessiz kalmakla onaylamış olmaktadır. İran'ın bazı şii kesimlere müdahil tavrı da başka bir duyarlık konusu.
Bütün bunların yanında, sandığa giden sünnilerin zaten tercih noktasında fazla seçenekleri yoktu. Sünni tercih, pratikte İslam Partisini temsil eden Tevafuk (Uyum) listesiyle Irakiyye arasında kalakaldı. Geçmiş yıllardaki başarısız İslam Partisi deneyimi, sünni oyların Irakiyye cihetine yönelmesini sağladıysa da, partinin bildiğini okuma tavrı, çoğu seçim mahallinde sünni arapların oyunu boşa çıkarmaya devam etmekte hala. Mesela geçen il meclisi seçimlerinde sünni arapların partiye karşı tavrı belli olduğu halde yetersiz anayasa konusunda gösterdikleri ilgisizlik bunların başında geliyor. (Haşimi o sıralar partinin başındaydı) İhvan cemaati, parti liderliğinin söylemine hakim olan küstahlık psikolojisinden veveya komplocu yaklaşımlardan sıyrılıp bu acı deneyimi doğru okumaya muhtaç görünüyor.
Bu seçimlerden Sünni Araplara pratik fayda getirecek bir sonuç ortaya çıkar mı? Son derece önemli bir soru bu. Fazla bir şey çıkmazsa hemencecik olumsuz bir cevap vermek de mümkün. Bu, daha önce bazılarının yaptığı gibi sadece politik çark ve çıkar çatışmaları yüzünden politikacıların söylemlerini unutmalarından kaynaklanmıyor. Hatta bu yüzden kimi bölünmeler de yaşanabilir. Asıl mesele, Allavi kabineyi kursa bile – bir kere bu hem belirsiz hem de tercih edilen bir durum değil - kurulacak kabinenin şii egemenliğin pençesinden yakayı sıyıramaz oluşu. Hadi buna İran'ın kırılamaz nüfuzu diyelim. Üzerine bir de Kürt ittifakının fırsatçılığını ekleyelim. Meclis aritmetiğine bakıldığında sandalyelerin yarısı üç şii politik güce ait. Bunlar, Hukuk Devleti Koalisyonu, Ulusal Koalisyon ve Irak'ın Birliği. Bizzat Irakiyye listesindeki şiileri kutuplaşmanın dışında tutabilmek de var işin içinde. En dramatik olanıysa, gücü elinde tutan asıl iradenin yani ordu ve emniyet teşkilatının tepeden tırnağa mezhepçi ideolojiye boyanmış şii güçlerin tekelinde olması.
Bunca olumsuzluğa karşın işleri rayına koymak yine de mümkün. Eğer Irakiyye yekpare bir blok halinde kenetlenip mücadelesini verirse... Sanal bir görüntü vermez veya parti içinde particikler zuhur edip herkes kendi çıkarına çalışmazsa...Değişimden bahsedeceksek; Irak'ın gerçek anlamda özgürleşmesi noktasında Arap-İran-Türk ortak perspektifi gelişmedikçe ve bu perspektif çerçevesinde, bölgeye hükmeden mezhepçi baskıyı tamamen ortadan kaldıracak akılcı bir ortak yaşama kültürü şii ve sünnilerin ortak paydası olmadıkça gerçek bir değişimden söz etmek mümkün olmayacak.
Böyle bir perspektif, bir çok sebepten şu an için pek de gelişecek gibi görünmüyor. En bariz olanıysa Mısır'daki insiyatif alıp almama kuruntularından dolayı Arapların içinde bulundukları az rastlanır zavallılık ve iç konumlarını sağlama alma becerilerini başka alanlarda gösteremeyen ılımlı arap rejimlerinin ortak paydası olan Amerikan direktifleri karşısında tutunamayış. Kendileri beceremediğinden olsa gerek, İran'a bir Amerikan müdahalesi yoluyla, o da olmadı Amerikan patentli bir yaptırımla ders verme hevesiyle yanan başkentler var bölgede.
Ortada muhafazakar ve reformist çevreler açısından görüş ayrılığına meydan vermeyecek şekilde Irak'ın günlük yaşam gerçeği haline gelmiş, gerek söylem gerekse çoğu zaman olduğu gibi bizzat eylem halinde tecelli eden gözden kaçmayacak bir “fiyakalı” İran gerçeği var.
Tam da burada reformistlerin Filistin ve Lübnan direnişlerine İran'ın verdiği desteği konu alan sloganını hatırlayalım: “Ne Gazze, ne Lübnan. Fedayız sana İran.” Lübnan ve Gazze'ye akan İran yardımlarının çok ama çok daha fazlasının Irak'a aktığını herkes bilmesine biliyor ama hiçkimseden çıt çıktığı yok. Zira yaygın kanıya göre, Irak, doğrudan İran'ın ulusal güvenlik sorunudur. Bu durum, tartışmaya gelmez.
Sözün özü, Irak, bölgede etnik unsurlar ve mezhepler arası bir ortak yaşam göstergesi olacak. Fakat gündemdeki İran'ın nükleer planı daha da önemlisi Amerika-İran ilişkileri çözüm yoluna girmeden Irak'ta bir durulma söz konusu olmayacak. O zamana dek, hele de işgalciler burada olduğu sürece mezhepçi ve politik amiller olduğu gibi kalacak. İşgalciler çekilip gidecekler mi?...Yoksa İran ve müttefiklerini çok da kaale almadan iç karar mekanizmasında daimi ortak olarak varlıklarına ve programlarına yeniden bir göz mü atacaklar?...İşte bunu kimse bilmiyor.
Varlığıyla seçimlerin ve demokrasinin teminatı olan, işgalcilerin Irak'la bağının göstergesi olarak kalması muhtemel “işgal ordularını davet” lekesini Irak'ın alnından kazıyan direniş kültürünün önemi burada daha da belirginleşiyor. Henüz görevimizin son bulmadığı bir zamanda böyle bir lekenin bölge ve ümmet üzerindeki tehlikeli çağrışımlarını da hesaba katmak gerek. İşgalciler tamamen çekilip tam egemenlik sağlanmadan görevimizin sona ermeyeceğini bilmeliyiz. Hakettiğimiz egemenliği, politik açıdan fırsat eşitliği noktasında göstereceğimiz etkinin gücü bahşedecek bize. Fırsat dediğimiz şey, ülkeyi geçmişte maceraperest politikacılar yönetirken çoğu kimseye bir bedel ödemeden sunuldu. Onlar da şahsi menfaatlerini herşeyin üzerinde tuttular. (Bu durum, pek azı hariç farklı meşrep ve mezhepten hemen her politikacıya uyar.)
*Filistinli düşünür ve yazar.
Bu makale Süleyman Şahin tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara