Baba baldan tatlıdır
Semih Kaplanoğlu'nun Berlin Film Festivali'nden Altın Ayı'yla dönen yeni filmi 'Bal', aynı zamanda bundan üç yıl önce başladığı Yusuf üçlemesine de koyduğu son nokta
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-09 15:21:00
Christopher Nolan'ın 'Memento/Akıl Defteri'nde, Guy Pearce'ın oynadığı Leonard'ın öyküsü tersinden akar. Kısa süreli hafıza kaybından mustarip olduğu için de hayli manidardır filmde olan bitenin başa doğru akması. Böylece Leonard'ın öyküsü giderek izleyicinin hafızasını sınayıcı bir deneyime de dönüşür. Ama daha önemlisi, filmin başında onu Teddy'yi (Joe Pantoliano) öldürmeye kadar götüren motivasyonun en başına dönmek için filmin sonuna, yani Leonard'ın yaşadıklarının başına 'ilerlememiz' gerekir. Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesi de benzer bir şey yapıyor. Sadece daha ağır tempolu, daha uzun soluklu ve daha az kafa karıştırıcı biçimde...
Neredeyse her üçleme gibi, Kaplan-oğlu'nun yapıtının en anlamlı parçası da son film. Kahramanını tersten öykülemesi filmin önemini azaltmak şöyle dursun, ilginç bir şekilde daha da önemli kılıyor. Yusuf'un hikâyesini onun çocukluğuna doğru yolculuk ederek takip etmek bir insanın, bir karakterin nasıl şekillendiğine dair net bir resim veriyor. O zaman çoğu üçlemeye yakıştırılan bir ifadeyi burada da yinelemekte sakınca yok: 'Yumurta', 'Süt' ve 'Bal' aslında tek bir film ve hepsi izlenmediğinde Yusuf'a dair kafanızdaki kimi soru işaretlerini azaltmanıza imkan yok. Üstelik, öyküyü tersyüz ettiğinizde, yani üçlemeyi 'Bal', 'Süt', 'Yumurta' diye tersten izlediğinizde Yusuf'un öyküsü kronolojik olarak gerçek anlamıyla iki ayak üstünde duracak ve apayrı bir deneyim vaat edecek.
Üçüncü film 'Bal', öyküyü Tire'den Çamlıhemşin'e taşıyor. İlkokulda olan Yusuf, annesi Zehra ve babası Yakup'la birlikte bir yayla evinde yaşamakta. Arıcılık yapan babasına sık sık yardım eden Yusuf'un hayatının geri kalanı okul ile ev arasında gidip gelmekten ibaret. Pek çok çocuk gibi, Yusuf da evde annesinin önüne koyduğu sütleri içmemek için binbir numaraya başvuruyor. Babasıyla arası daha iyi ve kovanlara 'iş'e çıktıkları zaman babasından kimi 'hayat dersleri' alıyor. Okuldaki eğitiminin ise evdeki kadar parlak olduğu söylenemez. Okumayı sökerse yakasına iliştirilecek kurdele için adeta öğretmeninin gözünün içine bakıyor. Ne var ki evde babasıyla okuma seanslarında gösterdiği başarıyı öğretmeni ve arkadaşlarının önünde yineleyemiyor.
'Bal' üçlemenin en özel filmi. Bir kere Kaplanoğlu'nun öyküyü arıcılığın Türkiye'deki anavatanı Doğu Karadeniz'e kaydırması inanılmaz isabetli bir karar. Sadece Çamlıhemşin'in doğası dahi filme dair okumalar vaat ediyor. O ulu dağların yamacındaki yaman ağaçların arasında Yusuf, babası ve annesiyle birlikte doğayla bütün bir hayat sürüyor. Kaplanoğlu'nun bu üçlemeyi aynı zamanda taşraya, doğaya dönüş projesi olarak tasarladığını düşünürsek, 'Bal' bu haliyle üçlemeye konmuş kusursuz bir nokta gibi duruyor. (Filmin bir çeşit 'flashforward' olarak görülebilecek açılış sekansı enfes bir mizansen sunuyor.) Kaplanoğlu ve senaryo ortağı Orçun Köksal'ın üçüncü filmin öyküsünü yazarken ne kadar keyif aldıklarını tahmin etmek zor değil, zira Yusuf'un köy gıdalarıyla, yumurta, süt ve balla imtihanı dizi dizi karşımıza çıkıyor. Hatta annesinin yine masa başında sütünü içmesini istediği bir sahnede üç gıdanın da yan yana geldiğini görüyor ve filmlere neden bu gıdalardan isim biçildiğini daha iyi kavrıyoruz. Bu yiyecekler, Yusuf'un sadece hücrelerine, metabolizmasına, etine ve kemiğine değil, bilincine ve kişiliğine de siniyor. Örneğin, küçükken burun kıvırdığı o sütten ileride annesiyle ekmeklerini çıkaracaklarını tabii ki Yusuf henüz bilmiyor.
ÜÇLEME KIVAMINI 'BAL'DA BULUYOR
Çamlıhemşin'in öyküyü zenginleştirdiği bir diğer nokta üçleme boyunca öykünün altında akan dini metne mükemmelen uyması. Özellikle ikinci film 'Süt'te iyice belirginleşen öykünün bu damarı, görüntü yönetmeni Barış Özbiçer'in vizöründen yansıyan Çamlıhemşin'in uhrevi coğrafyasıyla da birleşince, 'Bal' sanki kutsal kitaplardaki bir peygamberin doğa ortasında ailesiyle içinde bulunduğu bir 'mesel'e dönüşüveriyor. Filmde bununla ilgili çarpıcı imgeler görüyorsunuz. Gece evde geçen sahneler bir Caravaggio tablosundan fırlamışçasına loş örneğin. Babasının nöbet geçirdiği sırada Bora'nın bir ceylanla mucizevi bir şekilde göz göze gelmesini de buna yorabiliriz. Bora Altaş'ın naif ve doğal performansının da yardımıyla Yusuf'un gördüğü rüyalar (ki bu rüyaları çocuğun 'gerçekliğinden' ayrıştırmak kolay değil) kutlu müjdelere veya uğursuz kehanetlere gebe. Nitekim, babası Yakup da (Yakup Peygamber'in basiretli, halis ve rüya tabir edebilen kişiliği 'Bal'ın Yakup'unda da var) rüyasını anlatan oğlunu dinliyor ve ona rüyalarını yüksek sesle anlatmaması gerektiğini öğütlüyor
'Bal'da çocukluğunu da görüp tanıyınca, 'Yumurta'da durgun, sakin, bununla birlikte hayatın kimi yükümlülüklerinin altında ezilmiş, idealini yitirmiş, epilepsinin pençesindeki taşra kökenli bu adamın arkasında nasıl bir geçmiş yatıyor, artık daha iyi biliyoruz. Üçlemeyi bu haliyle izlemek bir bireyin kişiliğinin nasıl şekillenebileceğine dair harika bir örnek teşkil ediyor. Bunun içinde psikanalitik okumalar da yapabilirsiniz (Yusuf'un annesi Zehra'yla çetrefilli ilişkisi birbirine çok düşkün ana-oğul ilişkilerine hiç benzemiyor), biyolojik okumalar da (epilepsinin bu adamın ruhunu nasıl örselediğini tahmin etmek zor değil), toplumsal okumalar da (bir erkek olarak Yusuf'un sırtına çok erken binen sorumluluklar söz konusu), duygusal okumalar da... 'Yumurta' ve 'Süt'ün tek başına da ayakta durabilen filmler oldukları fikrine karşı çıkmak zor olsa da, Kaplanoğlu'nun metninin esas kıvamını üçüncü filmle bulduğu bir gerçek.
BAL
Yönetmen: Semih Kaplanoğlu
Oyuncular: Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen
Kaynak: ZAMAN
SON VİDEO HABER
Haber Ara