Dolar

34,8827

Euro

36,7517

Altın

3.042,74

Bist

10.058,47

İran imtihanı Türkiye'yi zorluyor mu?

ABD İran'a yaptırım kararının hızla oylanmasını isterken, diplomatik çözümü ve tüm bölgenin nükleerden arındırılmasını savunan Türkiye safını beklediğinden daha erken belirlemek zorunda kalabilir.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-04-03 09:11:00

İran imtihanı Türkiye'yi zorluyor mu?
ABD İran'a yaptırım kararının hızla oylanmasını isterken, diplomatik çözümü ve tüm bölgenin nükleerden arındırılmasını savunan Türkiye safını beklediğinden daha erken belirlemek zorunda kalabilir. Türkiye oylamayı engelleyemezse, Batı'dan kopmamak için yaptırımlar ı destekleyebilir.

David Kenner / Foreign Policy

Arap Birliği zirvesi geçen hafta sonu Libya’da yapıldı; her zamanki gibi geçmesi beklenen zirve, özel bir
misafirin varlığıyla canlandı. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan açılış gününde kürsüye çıkıp İsrail’in Kudüs’e dair planlarını ‘çılgınlık’ diyerek kınadı ve kutsal kenti ‘bütün Müslümanların gözbebeği’ diye niteledi. Bu tür söylemler, ılımlı İslamcı AKP’nin yönettiği Türkiye’ye Arap çevrelerinde yaygın övgü kazandırıyor. Fakat Ankara’nın Ortadoğu’da yeni keşfettiği özgüveni ateşli nutuklarla da sınırlı değil. Son iki yılda ülke Suriye’yle İsrail arasında arabuluculuk çabası başlattı, Iraklı Sünni liderleri siyasi sürece katılmaya teşvik etti ve Lübnan’daki mezhep bölünmelerini gidermeye gayret etti.
Türk liderlerin, bilhassa da öngörülü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ülkelerinin uluslararası rolüne dair yeni bir vizyona sahip olduğuna kuşku yok. Türkiye’nin daha heybetli arzularını hayata geçirip geçirmeyeceğiyse o kadar kesin değil. Kuşkucular ülkenin bölgesel nüfuzunun lafta kaldığını savunuyor. Ve İran’a yönelik yaptırımlarla ilgili yaklaşan ihtilaf, Türkiye’nin kelimeleri eylemle desteklemeye hazır olup olmadığına dair hayati bir sınav haline gelebilir.

Arabulucu potansiyeli var
Türk yetkililerin ilgi odağı olmanın keyfini çıkardığı muhakkak. Dışişleri Bakanlığı müsteşar yardımcılarından
Selim Yenel, “BM’de kimse bize fikrimizi sormazdı. Batı’nın çizgisinden ayrılmayacağımızı düşünürlerdi. Şimdi soruyorlar” diyor. Fakat Türkiye’nin bu yeni bağımsızlığı, bazı yetkililerin ülkenin Soğuk Savaş’ta Batı blokuna sadakatini nostaljiyle andığı ABD ve Avrupa’da kaygı yarattı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in son ziyareti, Türkiye’nin AB üyeliğinden İran’a yönelik yaptırımlara itiraz etmesine kadar bir dizi cephede artan anlaşmazlıklarla maluldü. Erdoğan geçenlerde Der Spiegel’e, “İran konusunda diplomatik bir çözüm bulmaya çalışmalıyız” diye konuştu. ABD Başkanı Barack Obama’nın ‘haftalar’ içinde yaptırımlar üzerine bir oylama istediğini söylediği bir ortamda, Türkiye safını beklediğinden daha erken belirlemek mecburiyetinde kalabilir.
Ve Türkiye İran sorununa diplomatik bir çözümün arabuluculuğunu yapma yeteneğine gerçekten de sahip olabilir. Ankara’nın elinde ekonomik ve diplomatik araçlardan oluşan benzersiz bir bileşim var: İran’la güçlü bir ekonomik ortaklık içinde; Erdoğan ayrıca ‘dostum’ dediği İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’la yakın bağlar kurdu. Aynı zamanda Türkiye BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi ve yaptırım tasarısı oylamasında tayin edici bir rol oynayabilir.
Geçenlerde bir grup Amerikalı ve Ermeni gazeteciyle birlikte Türkiye’ye gittim; seyahatin sponsorluğunu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin finanse ettiği düşünce kuruluşu TEPAV yapıyordu. TEPAV yetkililer ve işadamlarıyla toplantılar düzenledi; yaptığımız tartışmalarda, Türklerin ülkenin artan uluslararası ağırlığına zarar verebilecek ve ekonomik ilerlemeyi tersine çevirebilecek bir durumu önlemeye çalıştığı açıkça belliydi.
Ankara’daki ikinci günümüzde cumhurbaşkanlığı köşkünde Abdullah Gül’le bir araya geldik. Gül hızla, Türkiye’nin İran’a açılımını coğrafi yakınlığın gerektirdiği bir reelpolitik meselesi olarak niteledi. Ona göre İran, Osmanlı’nın yıkılmasının ardından yapay sınırların çizildiği “Ortadoğu’daki diğer devletlerden farklı olarak gerçek bir devlet.” Bölgedeki nüfuzu da artıyor ve Türkiye’nin takdir etmesi gereken bir olgu bu. Gül gülümsereyek “İran’ın Irak’taki etkisi, tümüyle dostlarımızın eylemlerinden kaynaklanıyor” dedi ve böylece Amerikalı misafirlerine ülkelerinin bölgesel gerçeklikleri şekillendirmekte oynadığı rolü hatırlatmış oldu.
Gül’e göre İran’la anlaşmanın önündeki başlıca engel, bu ülkeye baskı yapmak için gösterilen uluslararası çabalarda esaslı bir adaletsizlik olması. “İranlılarda büyük bir güven krizi var ve bu ilerlemeyi engelliyor” diyor. İran herkese uygulanan kuralları ihlal ettiği için değil, İslam Cumhuriyeti’ni zayıflatma amaçlı bir komplonun parçası mahiyetinde hedef alındığına inanıyor. Bu inanç İranlı liderlerin kamuoyu önündeki açıklamalarında içgüdüsel olarak Amerikan karşıtlığına sarılmalarına yol açıyor. “Özel görüşmelerde Ahmedinecad’ın söylemi farklı” diyor Gül ve ekliyor: “Bunun tehlikeli bir gidişat olduğunu o da anlıyor.”
Fakat Gül bir başka çıkış yolu olduğunu savunuyor: “Ortadoğu’yu nükleer silahlardan tamamen arındırmak.” Evet, elbette İran’ın nükleer programına karşı, fakat İsrail’in nükleer silah sahibi olmasına da karşı. Türkiye’nin İran politikasının köşetaşı olarak öne çıkan nükleerden arındırılmış bir Ortadoğu çağrısı, bölgedeki bağımsız rotasının da en önemli göstergesi. Gül bizi bunun bütün tarafların eleştirisini dengelemek için tasarlanmış bir laf oyunu olmadığı konusunda temin ediyor. “Tam aksine, hedef İsrail’in güvenliğini garanti etmek olacaktır” diyor.
Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Feridun Sinirlioğlu da, Türkiye’nin hem İsrail hem de İran’ı kınayarak uluslararası dizginleme çabalarına desteği güçlendirdiğini savunuyor. “İran’ı dizginleme çabalarında meşruiyet sorunu var. İran’a hedefin nükleerden arındırılmış bir bölge olduğunu söylersek, uluslararası desteği seferber etmek daha kolay olur” diyor Sinirlioğlu.

Gül de ‘Niyetleri silah’ diyor
Türkiye’nin söylemi İran’ı tecrit etmek için yardımını almayı umanların cesaretini kırabilir ama hükümet göründüğü kadar tavizsiz de olmayabilir. En önemlisi, yetkililer İran’ın nükleer programının içerdiği risklerin farkında olduklarını sessizce gösteriyor. “Nihai niyetlerinin nükleer silah geliştirmek olduğuna ben de inanıyorum, zira bu ulusal onurlarıyla alakalı” diyor Gül. Bu hayata geçerse Türkiye’nin zaten netameli olan yakın çevresi infilak edebilir, ekonomik ve diplomatik ilerleme zarar görebilir. Gül, “İranlı liderler nükleer silahı kullanmayacak ama mantıksız davranmaya başlayacaklar ve kendileri için sorun yaratacaklar” iddiasında bulunurken, bilhassa Körfez rejimleriyle çatışma tehlikesine işaret ediyor.
Yaptırımlara gelince, Türkiye’nin pozisyonu muhtemelen açık ettiğinden daha esnek. Şu an katı tutum almakla Ankara yaptırım kararının Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmesini önlemeyi umuyor olabilir. Ancak ABD Rusya ve Çin‘in vetosunu önleyebilirse, Türkiye’nin engel oluşturması düşük ihtimal. Bilgi Üniversitesi’nden Soli Özel şöyle diyor: “Türkiye için İran konusundaki bütün seçenekler tatsız. Fakat kritik noktaya gelinirse, Türkiye müttefiklerinin safında yer alır.”
Bu durum ilkeden ziyade Türkiye’nin Batı’ya yönelimiyle ilgili. ABD ve Avrupa’yla böylesine hayati bir meselede bozuşmak, Batı ittifakından köklü bir kopuş anlamına gelir, ki Türkiye’nin böyle bir adım atmak istediğini düşünen pek yok. Bu açıdan Türkiye Ortadoğu’da özgüvenli, bağımsız bir aktörden ziyade, iki güçlü kutup arasında kalmış yükselen bir güç görüntüsü sergiliyor. Bu gayet mantıklı bir konum, fakat ülkenin propagandacılarının yaptığı daha heybetli açıklamalarla alakası yok. Türkiye’nin diplomatik çabaları, tüm taraflarla iyi geçinme yönündeki kısa vadeli hedefe ulaştı ama uzun vadedeki İran-Batı gerilimini yatıştırma hedefini gerçekleştiremedi. Yaklaşan çatışmayı neyin önleyeceği sır değil: İran’a, nükleer programını barışçı amaçlarla kullandığının uluslararası kurumlarca doğrulanmasını kabul etmesi için hem dil döken, hem baskı yapan uluslararası bir çaba. Keşke taze özgüven sahibi bölgesel bir güç olsaydı da yol gösterseydi. (1 Nisan 2010)

Foreign Policy

Çeviri: Radikal
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara