Afganistan: İllüzyonlar Savaşı
ABD'nin Afganistan ve Irak'taki işgali sürerken, siyaset yapıcılar İslam dünyasının modernizasyonunun başarılı olup olmadığını tartışıyor. Rüşdi, İslam 'depolitize' edilmeli diyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-02 09:32:00
Andrew J. Bacevich*
Amerikan politikasında, bütçe açıkları bütünüyle öfkeye sebep oldu. George W. Bush’un başkanlığı süresince, hiç dikkatle üzerinde durmadan kırmız mürekkep akıttı. Obama’nın seçilmesiyle birlikte yönetim birden bire tavır değiştirdi. Kongre’deki Cumhuriyetçiler kendi dönemlerinde, ilişkilerini ve sallana sallana iflâsa gidiş sürecini iyi yönetemedikleri için, en azından kendileri hakkında, halkın hoş bir şekilde “cehennem gibi çılgın” benzetmesini doğrulayarak, bir Çay Partisi hükümetiyken sanki bir gecede, malî konularda muhafazakâr bir parti olduklarını keşfetti.
Her ne kadar Yönetimin plânı, millî borca her yıl bir trilyon dolardan fazla ödenek ilave etiyse de, Başkan Obama’nın böyle bir şeye izin vermesi uzun vadede iyi olmayabilir. Yani, Washington’daki bulutlar, bütçe açığı çaylaklarıyla birlikte, gittikçe kararıyor.
Ancak bütçe açıkları bir salgın gibi, ABD’nin malî politikasının da ötesine yayılmaktadır. Bütçe açığının önemi en azından, geçmişte tekrarlanan hatalardan kaçınmanın ve bunlardan ders çıkarmanın ne kadar zor olduğunu, siyasetçilere fark ettirmesidir.
Afganistan bir vaka olarak önümüzde durmaktadır. ABD ordusu haftalardır, Taliban’ın kalesi sayılan, Helmand eyaletine bağlı Marca’ya saldırmakla meşgul. Amerikalılar, yine haftalardır, bu saldırıyla ilgili niyetlerini açığa vurmuyor. 2. Donanma Seferî Tugayı komutanı, görevinin en iyi geleneklerini yansıtarak, “büyük, güçlü ve hızlı gitmeye niyetliyiz” vaadinde bulundu. Büyük bir savaş için verilen vaat, çamurda debelenmeye dönüştü-ki işin esas kısmı daha yeni başlıyor.
Kurtuluş Operasyonu
Amerikan deniz piyadeleri düşmanı püskürtür püskürtmez, ABD Savunma bakanlığı yetkilileri, Marja’nın çürümüş sulama sisteminin yeniden inşâsı için özel bir uzman sivil inşât ekibini gönderecek ve Afgan çiftçileri, satışından Batı karşıtı direnişin faydalandığı haşhaş yerine bir şey ekmeleri için ikna edecek.
Washington Post gazetesi, bunu “açıklanmayan amaç”, ABD’nin 50 yıl ve öncesinden başlayan bir projesini kurtarmaktır diye yazıyor. Ne demeli?
Denizcilerin oraya bu tür şeyleri yapmak için gelen ilk Amerikalıları olmaması her şeyi berbat etti. Dwight D. Eisenhower Başkan iken, Uluslar arası Gelişim Ajansı (Agency for International Development )orada, bir kitlesel tarım reformuna girişti. Projenin gayesi, göçebe Helmand’daki Peştunları yerleşik hayata geçmeleri için ikna etmekti., Afganistan ve Pakistan hükümetlerinin her ikisini de derinden ilgilendiren bir reçete olan yerlileştirme düşüncesi, Peştunların göçebe hayat isteriz ajitasyonuyla şapa oturacaktı.
Bu, bir düşünceydi. Bu Düşünce, büyük Kajaki Barajı ve sulama sisteminin inşasının AID’nin nezaretinde tamamlanmasıyla son buldu. Washington Post’a göre AID, okullar inşa etti ve yönetti, yerleşimcilere 60 dönüm kadar toprak, bir çift öküz ve ücretsiz tohumlar verdi
Maalesef aşkla girişilen bu çaba iflâsla neticelendi. ABD, bölgenin su yapısını(hidroloji) anlamadı, yerel halkı anlamadı. Peştun yerlileri, ABD’nin ideallerine uymak yerine, kendi ideallerine ve tarımsal kültürlerine inatla sarıldı.
Bir AID analisti, “başlangıcından itibaren”, proje yerel halkın kültürel olarak yanlış anlamaları ve teknik hesaplarındaki hatlar sebebiyle sürekli muhalefet maruz kaldı, diye yazdı. Hayret bir şey ki,1979’daki Sovyet işgalinden hemen önce AID, Marca’da başarısız olduğunu kabul etti.
50 yıl sonra, ABD, süngülerin arkasına sığınarak ve iyi niyetlerle –Amerika’nın iyi niyetinden kim şüphe edebilir?-bu projesini tekrar deneyecek. Seleflerinin yaptıkları hatalardan çıkarılmış çeşitli derslerle donatılmış bir şekilde, gelişim uzmanlarının, Denizcilerin arkasından Marca’ya varacaklarına şüphe yok. Evet, bütün bunlar teknik açıdan ders olacak. Gizli tutulan varsayımların1. versiyonundan alınacak bilgiler, girişilen bu işin başarılmasında, 2. versiyonundan bilgiler alınmasını sağlayacaktır.
Ancak burada yatan problemler var
Ana varsayımlar şunlardır: a) Peştunların hayat tarzı çökmüş. B) Peştunlar bunu biliyor ve daha iyi şeyler yapmak için aşkla yanıp, tutuşuyor. C) ABD, imkânlarını seferber etmek suretiyle problemlerin nereden kaynaklandığını anlıyor ve ustalıkla bu problemleri çözebilir. d) ABD, bunu yapmak suretiyle hem sıradan insanların hayat standartlarını iyileştirebilir ve hem de, hem Peştunların ve ardından birçoklarının gözünde ABD’nin değerini yükseltebilir.
Birleşik Devletler’in Afganistan’daki politikasındaki kayıtta (veya bu meseleyle ilgili olarak, Ortadoğu’nun daha geniş kısmında) bu varsayımı destekleyen çok az şey vardır. Gerçekten, Peştunlar olsun, diğer Müslümanlar olsun, hayatlarını bir değişim içinde koruyarak yaşıyor. Veya, şayet eğlenceli değişecekse, bunu kendi kavramlarıyla gerçekleştirmeye ısrarlılar. ABD tarafından bir hokkabazlık yoluyla dayatılan ve ABD hayat tarzının ve zihniyetinin gerçek, doğru ve iyileriyle şekillenen reformlar, sürekli olarak mütedeyyin Müslümanların gerçek, doğru ve iyileriyle çatışmaktadır. Neticede Amerika’nın yaptığı iyilik, ne oradaki insanların hayatlarını iyileştirmekte ve ne de kalplerinde ve zihinlerinde ABD’ye karşı bir sempati duymaktadırlar. Bu sadece Amerika’ya olan düşmanlığı cesaretlendirmeye yarıyor.
Modernizme Giden Yolun İnşâsı
Washington’daki politika yapıcılar bu tezadı kavramakta yetersiz görünmekteler. Şayet laikleşmiş modernitenin zorunluluklarıyla bu işe kalkışırsanız, ötekilerin yapmaya yöneldikleri, bir alternatifi ve veya imajı kavrayamayacaklardır.
Müslümanlar, gelişmenin ön şartlarını (toplumun fonksiyonunun bir esası olmasından dolayı) yani, serbest pazar ekonomisini, hukuk düzenini, bireysel haklara saygıyı, kaliteli eğitim ve cinsiyet eşitliğini çok basit olarak görmekteler. Bu rahat hayatın sürmesi için, nüfus artışını engelleyen doğrum kontrolünü her tarafa yayalım anlayışı. Makul düşünen bir insan, özellikle, samimi olarak İslâm’a sonsuz büyük bir saygı duyduğunu söyleyen ferdler tarafından savunulan bu şeylerden hangi birisine, muhalefet edebilir?
Modernite taraftarları, dini ve politikayı bir tarafa savurarak, ikisi arasına bir takoz koyma teklifinde bulunduklarını görmüyor veya göremiyor. Bilerek veya değil, modernite taraftarları doğrudan, dinin ve siyasetin bir kişiye, Allah’a ait olduğunda ısrar eden İslâm’a saldırıyorlar.
Birçok Amerikalının yaptığı gibi, dindarlığını göstermek için Pazar günü öylesine bir saatini Allah’a ayıran bizler için, işle dinin arasındaki bağın tek bir elde uyuşmasını anlamak zordur. Biz, Allah’ı ait olduğu yere göndeririz ve orada kalmasında ısrar ederiz.
Kendilerini iyi bir Hıristiyan veya en azından inananlara saygılı olarak gören ABD’li komutanlar, siyasetçiler ve yardım kuruluşu çalışanları itirazların, Amerikan yardımını modern dünyaya sürüklenme ihtimali olarak gördüğünü kolayca anlayamaz. Din, başınıza bir çatı koyarak, günde üç öğün doyurucu yemek kazanarak, çocuklarınıza temiz bir hayat ihtimali güvencesini verince neyle baş etmek zorundaki? Bunu bir Müslüman şöyle cevaplayabilir: benim geleneklerimde, din her şeyle baş edecek, her şeye sahiptir.
11 Eylül’den kısa bir süre sonra, yazar Selman Rüşdî, adını “Evet, Bu İslâm Hakkındadır.” isminde kısa bir deneme yazdı. Denemesinde, İslâm’ın modernizasyonu, öncelikle” İslâm’ın “depolitize” edilmesini gerektirecek, hükmüne vardı. Rüşdî, denemesinde; dinin şahıslarla ilgili kısmının restorasyonunun bütün Müslüman toplumları kızdırdığını kavramak gerekir dedi.
Şayet gerçekten İslâm dünyasının halkları, Batı’nın özgürlük olarak tanımladığı, bireysel serbestlik ve maddî zenginlikten hiç hazzetmiyorsa, Selman Rüşdî muhtemelen haklı. Şayet öyleyse esas soru azalır: Müslümanlar, kendi iradesiyle karar vermesi gereken bir şey, nefreti kavramak mıdır? Veya, iyi niyetli, aşırı yüklü kâfirlerin, meselâ ABD donanması askerlerinin Müslümanları bunu yapmaya zorlaması bir tercih midir? Afganistan’da, Marca’da veya başka herhangi bir yerde, piyadelerin Gelişmek üzerine olan düşüncelerinin zamanımızda, onları haklı çıkarıp, çıkarmayacağını- veya ABD’yi sadece, kendi kazdığı daha derin bir çukura götürüp, götürmeyeceğini biliyoruz.
*Andrew J. Bacevich, Boston Üniversitesi’nde tarih ve Uluslar arası ilişkiler hocasıdır. Aynı zamanda, “Gücün Sınırları: Amerikan İstisnacılığının Sonu- The Limits of Power: The End of American Exceptionalism.” kitabının da yazarıdır.
Bu makale Fazıl Duygun tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara