Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Cemal paşa ve Suriye olayları

Ümmeti birleştirme çalışmaları ve siyaseti, Sultan Abdulhamid’den sonra atılan önemli yanlış adımlarla inkıtaya uğramakla kalmadı, neredeyse ortadan kaldırıldı.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-03-23 12:00:00

Cemal paşa ve Suriye olayları
Sebahattin Arslan

Ümmeti birleştirme çalışmaları ve siyaseti, Sultan Abdulhamid’den sonra atılan önemli yanlış adımlarla inkıtaya uğramakla kalmadı, neredeyse ortadan kaldırıldı. Osmanlı Devleti’nin bürokratik ve askeri ayağına ağırlıklı olarak Türk unsuru hakimken, askeri darbe sonucu güçlenen İttihat ve Terakki’nin Türkçü kanadı gerek olmadığı halde Türkçülüğü önemseyen ve önceleyen bir politika gütmesi, özellikle Arap coğrafyasında yeni yönetime kuşkuyla bakılmasına neden olmuş, bu durumdan rahatsızlıklarını değişik vesilelerle dile getiren Arap ileri gelenleri, bunun fitneye ve ayrışmaya götürecek bir politika olduğunu dile getirmişlerdir.

İttihatçı yönetimin Arap bölgelere tayin ettiği vali ve kumandanları da bu anlayışı benimseyen yöneticiler ve bürokratlar arasında ısrarla seçmeyi sürdürmesi, atanan yeni yetkililerin ümmet birliğini zedeleyen yanlış tutum ve icraatları bazılarını küstürmüş, bunu büyük bir hevesle bekleyenlerin işini kolaylaştırmasını sağlamıştır. Bir defa Abdulhamid taraftarı çok sayıda Arap ileri gelen alim ve aydın bu yeni yönetime daha mesafeli durmayı yeğlemişlerdi. Hatta onlar bir nevi eski yönetime destek oldukları için dışlandıklarını söylemek mümkündür.

TÜRKÇÜLÜK AKIMINA KARŞI ARAPÇILIK

Osmanlı ordusunun yönetim kadrosunda Türkçülük akımını destekleyenler hakim olunca, yapılan bazı yanlış icraatları vesile gören bazı Arap subayların gizli cemiyetler kurmaları için zemin oluştu. Bu subayların Abdulhamid döneminde de böyle niyetlerinin olduğunu, ancak yeterli taraftar bulamadıklarını ifade ediyorlar. Özellikle Balkan Savaşlarında ordu içi hizipleşmelerin geldiği noktayı gören Irak asıllı Cafer el-Askeri kendisi Osmanlı ordusunda bizzat Balkan savaşlarına katılan bir Arap subayı olarak rahatsızlığını anılarında değişik vesilelerle anlatarak, Türkçülük politikasının kendilerini ordudan ve Osmanlıcılık ruhundan uzaklaştırdığından bahseder.

Ordu yönetimindeki Türkçü kadrolaşma ile ötekileştirme çalışmaları, sürgüne benzeyen tayinler, kendilerini çok rahatsız ettiğinden bahsederek arkadaşlarıyla bunun hal çareleri üzerinde kafa yorduklarından söylüyor. Bu tarihten sonra birçok gizli cemiyetin kurulduğunu görmekteyiz. Silah üzerine yemin eden Ahd cemiyeti gibi cemiyetler, ordu içi yapılanmanın Arap kanadı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Suriye’de Cemal Paşa’nın yaptığı idamlar esnasında ve Şerif Hüseyin İsyanı’ndan sonra Osmanlı ordusunda Arap subayların bir kısmının zaten önceden beri yaptıkları çalışmalar meyvesini vermiş, bu politikalara karşı duracakları bir saha kendilerine açılmıştı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyan ettikten sonra kurduğu birliklere katılan Arap subayların oranı Osmanlı ordusundaki Arap subayların oranına göre oldukça az olmasına rağmen, Şerif Hüseyin ordusunun kurmay subay kadrosunu kuracak kadar yeterli olduğu muhakkaktır. Şayet bu subaylar olmasaydı, isyanın başlangıcından itibaren hızla bastırılırdı. İsyandan çok sonra bile düzenli bir ordu birliği görüntüsü vermeyen isyancıların birlikleri Şerif Abdullah ve Cafer el-Askeri’nin gayretleri ile çok zor disiplin altına alınarak Osmanlı ordusunun Kanal Harekatı için gönderdiği yardımlar ve İngilizler’in yaptıkları silah ve para yardımlarıyla bir askeri birlik görüntüsü verebilmişti.




Bağdat’ta On Üçüncü Kol Ordu Telgraf Bölüğünün tahtit arazi taliminden bir safha.


Osmanlı Devleti’ni zaten ağırlıklı olarak yöneten bir topluluğun tutup Türkçülük yapmaya kalkışması, bunun için “ Türk’e Türklüğünü ve ona sınırsız faziletlerini anlatmak için milli cihat ilan etti . Şairleri, hatipleri, edipleri seslerini yükselttiler. İki üç yıldan beri bu alanda çaba sarf etmeye başladılar ( Cemal Paşa ).” demesi, oldukça manidardır. Bir defa devlet Trablusgarp felaketini yaşamış, Balkan Savaşları ve ardından Birinci Dünya Savaşı ile boğuştuğu bir sırada ümmetin birliği üzerinde durulması gerekirken, fitneye mahal verecek, ümmetin müslüman unsurlarını birbirine düşürecek bu gibi çalışmaların yapılmış olması en azından zamanlaması açısından eleştirilecek önemli bir hatadır.

Ayrıca ittihatçıların ve yeni yönetimin dinden uzaklaştığı propagandalarını haklı çıkartacak Arap bölgelerine tayin edilen bazı yöneticilerin ( ki bunların bir kısmı hıristiyandı ) yanlış icraatları da bu dönemde göz ardı edilmemelidir.


PARİS KONGRESİNE ALTERNATİF İSTANBUL KONGRESİ

Bu yanlış girişimler neticesinde Hıristiyan Araplar’ın öncülüğünde Paris Arap Kongresi olarak anılan, Paris’te alenen Suriye’nin Müslüman Arap ileri gelenlerinden bir kısmı toplanmış, bağımsız bir Suriye için çalışmalar başlatmışlardı. Bu durum, devleti endişelendirmiş, Fransa ile Suriye bölgesini kapsayan bazı ayrıcalıklı antlaşmalar yapmak zorunda bırakmıştı. Fransa ise göstermelik de olsa bu kongreyi tanımadığını ilan etmişti. Oysa bunu düzenleyen Fransa’ydı. Nasıl ki Abdulhamid döneminin başlangıcından beri İtalyanların Libya’da gözleri varsa, Fransızlar’ın da Napolyon’un Akka yenilgisinden beri Büyük Suriye topraklarında gözü vardı.

Suriye için I. Dünya Savaşı’ndan önce Fransızlar İngilizlerle anlaşmışlardı. Özellikle Suriye ve Lübnan’ın ileri gelen aydınları bunu değişik makalelerinde dile getiriyorlar. Emir Şekip Arslan Fransızlar’ın Suriye üzerindeki bu gibi niyetlerini ayrıntılı olarak savaş esnasında ele almıştı.

Bu kongreye katılan Abdulhamid ez-Zehravi, Muhtar Beyhum, Şeyh Ahmed Tabbare ve Seyyid Selim Ali Selam gibi Suriye ileri gelenleri başını çekiyordu. Kongreye katılan Müslüman delegeler Hıristiyan Araplar’ın Suriye’nin bağımsızlığı için değil de, Fransız mandasını istediklerini görünce Hıristiyan Araplar’ın oyununa geldiklerini anlayarak devlete bağlı olduklarını İstanbul’a bildirmişlerdi. Bu olay olurken Suriye’de başını Emir Şekib Arslan’ın çektiği ve aralarında başta Şam Valisi Mardinizade Arif Bey olmak üzere Suriye’nin Müslüman ileri gelenlerinden ve değişik mezhep ve dinden çok sayıda kimse İstanbul’a telgraf göndererek kongreyi tanımadıklarını bildirdiler.

Kısa bir zaman sonra Suriye’yi temsilen Emir Şekib Arslan, Muhammed el-Azm Paşa, Abdurrahman Yusuf Paşa, Abdulmuhsin el-Üstüvani Efendi, Emin et-Terzi Efendi, Şeyh Esad eş-Şükayri, Muhammed el-Mahzumi Paşa ve Dr. Hasan el-Esir adlı kişiler İstanbul’a çağrıldı. Burada Paris Kongresi’ne alternatif İstanbul Kongresi diyebileceğimiz bir Kongre yapılarak bölge hakkında nabız yoklaması yapılmış, bölgenin ileri gelenlerinin gönülleri alınarak bağlılıkları güçlendirilmişti. Hatta Medine’de Arapça eğitim veren bir Darulfünun kurulmasına karar verilmiş, bu Darulfünun’un bütün Müslüman öğrencilere açık olması kararlaştırılmıştı. Bugün hala eğitim veren Medine İslam Üniversitesi’nin gerçek temeli ümmeti bir araya getirmek için kurulan bu Darulfünun’la atılmıştı.



Bağdat On Üçüncü Kol Ordu Maksim Mitralyöz Bölüğünün bir manevrası.



ALINAN YANLIŞ KARARLARIN TESİRİ

Cemal Paşa Suriye bölgesine vali olduğu sırada özellikle Çanakkale Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasıyla Arap bölgelerini kızdıran bir takım kararlar alındı. Bu kararlar şunlardır: Daha önce kadınların peçe kullanma mecburiyetinin kaldırılması, Şer’i mahkemelerinin Meşihat’ı İslamiyye ’den alınıp adliye nezaretine verilmesi ve Meşihat’ın önemsiz hale getirilmesi, Suriye’de iki binden fazla ileri gelen ailenin Anadolu’ya sürülmesi ve bunun için Tehcir Komisyonu’nun kurulmasıyla bunun devamının geleceğinin hissettirilmesi bölgede Müslüman Araplar’ın zaten var olan hoşnutsuzluğunu daha da arttırdı. Bundan sonra Cemal Paşa’nın idamları başladı.

Önceki olayları bile gölgede bırakacak kadar kötü ve derin bir etki bırakan bu idamlar, hiç şüphesiz ( elinde kesin kanıtlar olduğunu söylemesine rağmen ) Osmanlı devletinin birliğinin idamı olarak düşünmek lazımdır. Cemal Paşa’nın Suriye bölgesinde çok sayıda ileri gelen Arap aydın ve düşünürün kurduğu mahkemelerle vatana ihanet suçlamasıyla idam ettirmesi, üzerinde durulması gereken çok önemli bir olaydır. Devlet savaşta iken bunun yapılması ayrı bir hatadır. Bu idam olaylarını değerlendiren Emir Şekib Arlan, Çanakkale zaferinden sonra bile devletin o zaman hala tehlikede olduğu bir sırada zor ve şiddet kullanma, yıldırma politikaları, Türklerle Araplar arasında kin ve nefret uyandıracağını söylüyordu. Emir Şekib, idam edilenler arasında çok sayıda masum insanın olduğunu, bu olayın temizlenemeyecek kara bir leke olarak kalacağını söyleyerek: “ Cemal Paşa’nın Suriye’de takip ettiği siyaset, Osmanlı Devleti ve İslam aleminin başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir.Olayların birinci derece sorumlusu Cemal Paşa’dır.” demiştir hatıratında.

Bilindiği gibi Şekib Arslan hem ittihatçıdır hem de koyu bir Osmanlıcıdır. Kendisi bu idamları engellemek için çok uğraşmışsa da, başarılı olamamıştır. Dönemin Arap ileri gelenlerinin bir kısmı bu olaylardan sonra devlete ve Osmanlı’ya toz kondurtmaması nedeniyle Emir Şekip Arslan’ı suç ortağı olarak görecek kadar onu eleştirmişlerse de, hakikatte idamları durdurmak veya en azından bir kısmını durdurmak için çok uğraştığı bir gerçektir. İdamları durdurması için bizzat Enver Paşa ile görüştüğü halde Enver Paşa’nın bile bu konuda bir şey yapamamasına hayıflanıyor. Şekib Arslan, Cemal Paşa’nın Suriye’de bulunduğu sırada tamamen bağımsız hareket ettiğinden bahsederek İstanbul’daki Turancı Türk grubunun kendisini desteklediğini söylüyor. Bu nedenle Enver Paşa ile Talat Bey’in kendisine dokunamadıklarını belirtiyor.

Cemal Paşa’nın “ Türk ve Arap birbirinizi seviniz. Birbirinize karşı saygı gösteriniz ki aynı amaca yönelik hizmetleriniz semereli olsun. İlla her ikiniz için de inkıraz ( yıkılma ) felaketi ve esaret muhakkaktır.
Ben Türk ve Arap gençliğine şunu söylüyorum ki, bu iki millet birbirlerinden ayrıldıkları anda, her ikisi de yok olmaya mahkumdurlar. İslam’ın bu iki seçkin temel direkleri arasında ihtilaf çıkması, İslam kudretinin yok olmasını doğurur. Sonuçta genel bir İslam esareti, kaçınılmaz bir hal alır.”

Bu güzel sözleri söyleyen birinin Arap ileri gelenlerini idam ettirmesi, Arap ileri gelen ailelerinden çok sayıda kişiyi sürgüne göndermesi anlaşılır değil doğrusu. Bu iki milleti birbirinden ayıracak olan bu idamlar değil mi? Olaylar, bu iki milletin ortak düşmanı olan İngilizler’le Fransızlar’ın ekmeğine yağ sürmüş olmuyor mu? İhtilaf neden çıkar? Fitneyle çıkmaz mı? Birçok adam astığınız zaman elbette ki ihtilaf çıkar.

Haber Ara