İsrail’in Düşüşü: Jonathan Cook’la röportaj
Batı Filistin'de iki yüzlü davranıyor diye gazeteci Jonathan Cook, 'Blair, bir çeşit Avrupa sömürge valisi olarak, ABD'liler kendi politikalarının yeniden nasıl paket olarak sunulacağını tavsiye etmektedir' dedi.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-20 10:28:00
Nazareh merkezli gazeteci Jonathan Cook, Yeni Sol Projeyi çerçevesinde yapılan bu uzun röportajda, İsrail toplumunun yükselen baskıcı tabiatını ve İsrail-Filistin çatışmasına yönelik bir çözüm reçetesini anlatıyor.
Gaye burada teknik bir çözüm değil; gaye barışa dayanmaktır.
New left Project…- Yeni Sol Proje
NLP: Ebu Barak’ın, İsrail’i Güney Afrika’yla kıyaslaması hakkında ne düşündünüz?
Önde gelen İsrailli politikacıların İsrail-Filistin çatışmasında kullandıkları “apartheid-ırk ayrımcılığı” kelimesi sol takvime atfedildiğinde, çok ihtiyatlı olmalıyız. Barak, geçen ay Herzliya’da, parti üst düzey delegeleriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda, İsrail’in “ırk ayrımcısı-apartheid” bir devlet olarak tarif etmiyordu, o Netanyahu hükümetini ikaz ederek, onun iki devletli çözüme olan yaklaşımının, dünyanın gözünde İsrail’in meşruiyetini tehlikeye atacağını, sonunda İsrail’in apartheid bir devlet olarak tanınmasına yol açacağını söylüyordu. Barak’ın gayesi, Netanyahu’yu yıldırarak, uzun bir takvime dayalı “tek taraflı yayılma” politikasında, onu ve İsrail merkez partilerini, kendi yükümlüğü altına sokmak. Eyalet, Filistinliler üzerine, bir seri bantutas (Güney Afrika’da, Siyahî Afrikalıların kendi kendilerini sınırlı bir şekilde yöneterek, yaşamaları için belli bir arazinin tahsis edilmesi) empoze etti.( emin olun, ironi Bark ve diğerleri için tamamen kayıptır). Barak biliyor ki, Netanyahu, ABD’deki girişimlerine rağmen- bunları yapmacıklı bularak-her hangi bir türde Filistin Devleti meydana getirilmesi niyetinde değil.
Şu hatırlamaya değer ki, “Apartheid”dan bahseden son İsrailli üst düzey siyasetçi Ehud Olmert’ti. 2003 yılın Kasım ayında, Başbakan Vekili iken ve patronu Ariel Sharon’u, eskiden beri yerleşimcilerin desteklenmesi ve Gazze’nin boşaltılması yerine adopte edilmesi görüşünden çarkederek, ürkütmeyi umutsuzca sürdürüyordu. Olmert’in düşüncesi, Gazze’yi, Büyük İsrail projesinden ayırarak-işgal burada sona ermiş gibi yaparak- İsrail, Filistinli çoğunlukla yüzyüze kalmadan ve apartheid uygulayan Güney Afrika ile kıyaslanma tehlikesinden kurtulmak için birkaç yıl kazanacaktı. Bu proje yürüdü ve olmayacak bir şekilde Sharon, bugün hatırlandığı gibi, bir “barış adamı” oldu. (Garip bir şekilde, Olmert, Barak gibi, apartehid terimini saf matematik terimlerden biri olarak tanımlamıştı: Ancak, Yahudiler sayısal olarak azınlıkta oldukları ânda, İsrail’in, Filistinliler üzerindeki uygulamaları apartheid olarak nitelenecekti.)
Barak Netanyahu ile benzer oyunu oynuyor, şimdi ona, Batı Yakası’ndaki kalabalık nüfusu ayırması için, baskı uygulamaya çalışıyor. İşçi liderlere düşen görevin akim kalması sürpriz değil. Tektaraflı yayılmanın müdafii olan diğer iki lider bertaraf edilmektedir: Olmert mahkemelerde yargılanıyor ve Tzipi Livni, Barak’a karşı, içeriden baskı uygulayabilmek umuduyla, vahşî şekilde muhalefet ediyor. Barak her şeyden önce işinin ustası oldu. İzak Rabin’in cinayete kurban gitmesinden sonra, Oslo Sürecini götürdü ve sonra, Camp David’de –kavramlar İsrail için aşırı derecede avantajlıydı- Oslo’da açıkça sözedilmeyen nihaî ayrılığın mühendisi olmaya çalıştı.
Barak, Netanyahu’nu zihniyetini değiştirmeyi başarabilir mi? Pek öyle görünmüyor.
NLP: Avi Shalim son zamanlarda, Tony Blair’i “Gazze’nin En Büyük Haini” olarak sıfatlandırdı. Tony Blair’in, Orta Doğu Barış Temsilciliği rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
JC: Blair aynı sinek yağını değişik müşterilere satan, abartılmış bir satıcıdır.
O, öncelikle, Batı’nın, Orta Doğu tamirine olan ilgisinin dış görünüşüdür. Blair, Batılılara, hızla kötüye giden Filistinlilerin genel durumuna ve özellikle Gazze’ye, başarısız kalsalar bile dahil olmalarını tavsiye etmektedir. O bize, üzerinde barış etiketi bulunan bir şişe içinde, Filistinlilerin tahliyesini satmaktadır.
Blair ayrıca, bir çeşit Avrupa sömürge valisi olarak, Amerikalılara kendi politikalarının yeniden nasıl paket olarak sunulacağını tavsiye etmektedir. ABD, onun bu mesele yüzünden, dünyanın geri kalan kısmında bütün güvenilirliğini yitirdiğinin farkındadır. Blair’in işi, satın almamız için bizi hazırlayacağı bu ürünü, “ABD Dürüst Brokeri” etiketli şişeyi yeniden dizayn etmektir.
Blair’in sonraki görevi, barış sürecinde büyük bir başlangıç olarak gördüğü, ümid etiketli boş şişeyi satarak, Filistinliler adına emniyeti sağlayabileceği ve İsrail’i ikna edebileceği, ortak bir faaliyete girilebilmesi için, ufacık bir taviz versin diye, İsrail’e yalakalık yapmaktır.
Ve nihayetinde, esas görevinin Filistinlilerin çıkarlarını savunmak olduğu izlenimini oluşturabilmek için buradadır. Bu sonda, üç boş şişe toplamakta, üzerinde “Filistin devleti” yazan bir etiketle, bu şişeleri kibar bir şekilde ambalajlamaktadır.
Blair, kendi işçi partilileri için, özellikle İsrail tarafından ödüllendirilmiş yakışıklı biri olmaktadır.
NLP: Siz, İsrail’in kendi Arab nüfusu üzerine baskıyı nasıl arttırdığını anlattınız: Bu ne yollarla yapılıyor?
JC: İsrail daima, Filistin azınlığına baskı yapmaktadır. İlk 20 yıl, İsrail içindeki Filistinli nüfusa, askerî hükümetin acımasız bakılarıyla damgalanmıştır. Meselâ, Negel’de, İsrail’in kuruluşundan birkaç yıl sonra, Bedyon’daki binlerce kişi evlerinden zorla kovulmuş ve Sina çölüne sürülmüşlerdir. İsrail’in geçmişi, yüceltilecek bir geçmiş değildir.
Müzakere ettiğim şey, Oslo projesinin başlangıcından beri, Filistinli azınlık için gittikçe tehlikeli olmaya başlayan, İsrail siyasetinin gittiği yöndür. Oslo’dan önce İsrail esas olarak, azınlığı kendi içine dahil etme ve kontrol etme siyaseti güdüyordu. Oslo’dan sonra, İsrail içindeki resmî vatandaş olan Filistinlilerden artık sorumlu olmayacağını açıkladığı, bir toplum mühendisliğine girişmesidir.
Bu İsrail’in, işgal altındaki Filistinlilerden “tek taraflı olarak” ayrılması siyasetiyle içten içe bağlıdır: İsrail’in inşâ ettiği duvar boyunca, Gazze’nin ayrıştırılması. İsrail’in esas sıkıntısı, ayrıma sonrası, İsrail içindeki Filistinlilerin hızla, Yahudilerin sahip olduğu haklara sahip olmak için talepte bulunacaklarıydı. İsrailliler bunu devletlerine yönelik bir oluşum olarak bakmaktadır: Filistinli vatandaşlar meselâ, akrabalarının yanına dönme hakkını talep edebilir ve böylece bir Filistinli çoğunluğu meydana getirerek, kendi güçlerin kullanabilir. İsrail’in problemi, Filistinli vatandaşlarının, kendini bir demokratik devlet olarak ifade eden İsrail’in sahteliğini teşhir edebilecek olmalarıdır.
Arılık, İsrail’in politikasının bir kısmı olduğu için, O Filistinli azınlığı nasıl kovacağını veya en azından demokratik görünerek, vatandaşlıklarını ellerinden nasıl geri alacağını düşünmektedir. “Kan ve Din” isimli kitabımda detaylı olarak anlattığım, uzun süreli bir oyundur bu.
Siyaset yapıcılar, İsrailli Filistinlilerin fizikî olarak İsrail dışına sürülmesinden, ayrılma tercihini seçerler ümidiyle, geri kalan vatandaşlık haklarından adım adım soyutlanacakları bölgelerdeki bantustanlara(Güney Afrika’da, Siyahî Afrikalıların kendi kendilerini sınırlı bir şekilde yöneterek, yaşamaları için belli bir arazinin tahsis edilmesi) yerleştirilmelerine kadar, farklı anlayışlara sahipler. Şu an ikincisinin uygulandığını görüyoruz. Fakat, hükümet içinde, doğru zaman geldiğinde, olaylar yumuşadığında, eski siyasete dönülmesinin isteyenlerin bolluğu var.
NLP: İsrailli yetkililer tarafından sık sık, İsrail’in demokratik bir devlet olduğu ve İsrailli Arabların diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olduğuna dair açıklamalar yapılır. Bu konuda sizin Görüşünüz nedir?
JC: Geniş bir kesim; İsrail demokrasisinin garip bir demokrasi olduğu konusunda hem fikir.
Bu, tarif edilmiş sınırları olmaksızın, bir etnik/dinî grup-Yahudi yerleşimciler- oy kullanma hakkına sahipken, Filistinlilerin sahip olmadığı Batı Yakasında, yabancı bir bölgenin kesimlerini kapsamaksızın uygulana bir demokrasidir. Bu yerleşimciler, İsrail’in uluslararası olarak tanınan sınırları dışında yaşayan, mutlaka Benyamin Netenyahu ve Avigador Lieberman’ı iktidara getirmektedir.
O ayrıca, hâkimiyeti altındaki toprakların yüzde 13’ünün kontrolünü (büyük bir kısmı yerleşime açık) haricî bir örgüte, İsrail vatandaşlarının büyük bir kesiminin –yüzde 20’si Filistinli- sahip oldukları toraklara girmesini engelleyen, yine etnik/dinî kriter üzerine temellendirilmiş Yahudi Milli Fonu’na transfer eden bir demokrasidir.
Bu, sınırları dışındaki yerli insanların çoğunu – Filistinli göçmenlere atıfta bulunuldu- seçimlerin dışında bırakarak, bir Yahudi çoğunluk temin etmek için neticesi önceden hazırlanmış bir seçimlerin yapıldığı bir demokrasidir. Başka bir etnik grubun, Filistinli Arabların haklarını inkâr edip, buna karşılık, dünyanın başka yerlerinde yaşayan Yahudileri otomatik olarak vatandaş kabul edip, onlara oy hakkı vererek seçimin neticesini önceden hazırlamaya devam etmektedirler.
Bu demokrasi, çok ortaklı bir koalisyon hükümetlerini getiren partiler bolluğuna rağmen, (ne hikmetse, Filistin partileri ve anti-Siyonist partiler) hep hükümetten hariç tutulmaktadır. Gerçekte, İsrail’de demokrasi umduğunuz gibi, toplumun değişik vizyonları arasında bir rekabet değil, bunun aksine, Siyonizm adı verilen tek bir ideolojiyle sürdürülmektedir. Bu açıdan bakınca, İsrail’de kuruluşundan beri aslında tek bir parti vardır. Yıllardır hükümeti paylaşan partiler bir şeyde anlaştı: İsrail, bir tek etnik gruba ait vatandaşlarına imtiyazlar veren bir devlet olmalı. Yakın sektörel çıkarlar üzerine veya-İsrail sınırı dışındaki bölgeyle ilgili bir meseleden kaynaklanan-işgalin detaylarını nasıl üstesinden gelinmeli konusunda bir anlaşmazlık vardır.
İsrail’de bir demokrasi olduğu fikrini savunanlar, ülkeni’n verdiği evrensel oy kullanma hakkını göstermektedir. Oysa bu hâl, İsrail’i bir demokrasi sınıfına sokmaya güç belâ yetmektedir. İsrail, nüfusunun yarısını oluşturan Filistinliler askerî bir hükümetin baskısı altında yaşarken, 1950 ve 1960’ların başlarında da – işgal başlamadan önce- bir demokrasi olarak gösteriliyordu. Şimdi olduğu gibi, onların o dönemde de oy kullanma hakkı vardı ama yetkililerin izni olmadan köylerinden ayrılamıyordu.
Benim vurgulamak istediğim nokta, şayet İsrailliler demokrasilerini, etnik temizlikten önceki (1948 savaşı) ayrımcılık politikalarına (Geri dönüş ve Yasası) ve aynı bölgede yaşayan Filistinliler hariç tutulurken, sınır boyunda yaşayan Yahudilerin dâhil olduğu manüpilasyona uydurdularsa, oy kullanma hakkına sahip ve Filistinli olan yüzde 20’lik bir kitlenin demokrasi çatısının dışında kalacağıdır.
İsrailli akademisyenler, bu şeylerin, İsrail’in “demokratik” manzarasının acayip özellikleriyle başa çıkacak yeni sınıflandırmaları, düzenlemek zorunda kaldığına dikkat çekiyor. Etnik “demokrasi dedikçe”, “ etnokrasi” daha çok eleştiriliyor. Bununla birlikte üzerinde en çok mutabık kalınan şey, İsrail demokrasinin, çoğu Batılının hayalleri olan, liberal demokrasi olmadığıdır.
NLP: Siz uzunca bir süredir, bir işgal muhalifi aktivist olan Uri Avnery’nin, İsrail’in “uzlaşmacı bir eleştirmen”i olduğunu söylemektesiniz. Bunu neye göre söylüyorsunuz? Avnery’nin işgale karşı durduğu pozisyonda yanlış olan ne?
JC: Avnery’nin işgale karşı aldığı pozisyonda yanlış olan bir şey yok. O, işgali sona erdirmek istiyor ve onlarca yıldır bunun için cesaret ve ciddiyetle çalışıyor.
Mesele, onun işgali sonlandırmak için ortaya koyduğu makul gerekçeleri yanlış anlayan bizlerden, okuyucularından kaynaklanıyor. Bu açıdan, onun Filistin Dayanışma hareketi içinde aldığı rol, bütünüyle ümid verici değil. Avnery, yazılarında d açıkça görüldüğü gibi, işgali sona erdirmek istiyor ancak, o, anlattığım etnoktarik devlet çeşidini, bir Yahudi devleti olarak İsrail’i koruma arzusu temelinde, bu politikasını yürütüyor. Avnery bunu gizlemiyor. O, bir Siyonist olmaktan gurur duyduğunu defalarca ilan etti. Fakat benim görüşüme göre, onun imtiyazlı bir Yahudi devletine olan sevgi bağı, Siyonizmin özüne olan eleştiri yeteneklerine ve özellikle ayrılma hedefleri temelindeki, İsrail’in hızlı hareket eden politikalarına gösterdiği tepkiye, gölge düşürmektedir.
Genelde Avnery, Filistin direnişinin1970’ler ve 1980’lerdeki heydeyli günlerine romantik olarak bağlıdır. Onra Filistin mücadelesi daha açık sözlü olarak, Millî bağımsızlık istedi. Bugünlerde, İsrail’in esas işi, İsrail içinde değil, Filistin Bağımsızlık örgütünün içinde bulunmaktı. Birçokları tarafından, Filistinlileri ve İsraillileri kapsayacak tek bir demokratik devlet vizyonu teşvik ediliyorken, O, FKÖ içinde, iki ayrı devlet taraftarıydı. Bildiğimiz gibi, Avnery ideolojik savaşı kazandı: Arafat, iki devletli çözüm teklifini imzaladı ve Filistin hükümetinin kurulacağı, Filistin otoritesinin başı oldu.
Ancak Oslo ile birlikte, Resmî Filistin, tarihî Filistin’in bölünmesine razı oldu ve Avnery, bu bölünme fikrine karşı direnişin büyük olduğu İsrail’e, görevine odaklanmak zorunda kaldığı için geri döndü. Filistinli liderler Oslo’ya o kadar şevkle iştirak ederlerken, İsrailli liderler fazlasıyla kinikti. Onlar OPT’de, İsrail; su kaynaklarını ve toprağı kahramanca savunmaya ve Filistinli işçileri endüstri bölgelerine zorla sürmeye devam edecekken, ayrılmaya karşı olan herkese baskı uygulayacak ve Yaser Arafat tarafından sürdürülecek bir Filistin diktatörlüğü istedi.
Avnery, Oslo’nu ayrılık politikasına olan hissî girişimi, İsrail’in bu süreçteki samimiyetsizliğini yavaş yavaş takdir etti. Duvarın korkunçluğu ve Gazze’deki katliamların gösterdiği gibi, Avnery’nin, çok geç kalmış ve mütereddit bir ikazını görmeye başladım. Hoş geldin Avnery. Ancak buna rağmen, Avnery’i-muhtemelen akıl kârı olmayan, boykot, elden çıkarma ve ambargo sorununda- işgale karşı Filistin mücadelesini iyi bir rehberi olarak görmekteyim. Diğer noktalarda o, hâlâ tercih edebileceğimiz bir ok ilginç görüşlere sahiptir.
Bu röportaj Fazıl Duygun tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara