Plânlı olarak öldürülen bir Şehir Hayfa
Filistin'de üç asırdır soykırım, vahşet, tehcir, ayrımcılık, ırkçılık ve şehirlerin Yahudileştirilmesi sürüyor. İsrailli yazar İlan Pappe, Hayfa kentinin nasıl öldürüldüğünü yazdı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-19 01:23:00
Ben Gurion’un günlüklerini editörleri, Nisan 1948’deki askerî kampanyada ilgisizliğini şaşkınlıkla karşıladı. İsrail’in ilk başbakanı (1) zihnini, güyâ devletin kaderi onlara bağlıymış gibi, yeni devletin olarak yurt dışındaki Siyonist şubelerle temasları gibi dahilî siyasî meselelerle meşgul etmiş. Gurion’un günlükleri “yaklaşan kıyamet” hakkında bir imada bile bulunmuyor ve halka yaptığı konuşmalarda ve dışarıya verdiği mesajlarda sık sık kullandığı İsrail, “ikinci bir holokostla” karşı karşıya kaldı, terimlerini nakletmiyor bile…(2)
Ben Gurion iç halkada ise, çok farklı konuştu. Ay başındaki MAPAI’ (öncü party) sekretaryasının özel bir toplantısında, Hagana ve diğer Yahudi örgütleri tarafından işgâl edilen Filistin köylerinin isimlerini gururla listeledi. Uzun konuşmasında, Ordunun faaliyetinde yeni hedeflerin Hayfa ve Yafa olacağını anlattı. Cümlelerinde, bu şehir merkezleri, Yahudi denizi ortasındaki “adalardı.”
Bu şehirler ada değildi, Bu şehirler, 100 binden fazla insana sahipti ve çevresinde binlerce kişi yaşardı. Böyle söyleyerek onların hayat sahasını küçülttü. Sürece, “urbicide” ( şehirlerin imhası ve insanların oradan sürülmesi) adını veriyorum, bu süreç Nisan’da yaşandı ve bittiğinde ve 200. binden fazla Filistinli evlerinden zorla atıldı ve yabancı diyarlara sürüldü. 70 bin Filistinli, Temmuz 1948’de, Ramallah ve Liyda’dan sürüldü.
Hayfa’da hâlâ Filistinliler yaşamaya devam ediyor, bu demektir ki, Şehrin yıkılarak, göçe zorlanması başarısız olmuştur. Bununla birlikte, Filistinliler, kendilerini bir körfeze sıkıştıran bir Yahudi denizi tehdidi tarafından kuşatılmış olarak, şehirde, zihinlerde oluşturulmuş adalarda yaşıyor. İsrail Yahudilerinin büyük bir kısmı, bu sürgünün acısını, gayr-î insanîliğini ve zulmünün reddederek, 1948 Nisan’ında olanları inkârından dolayı, İdeoloji bir dereceye kadar dokunulmaz olarak kaldı.
10 Mart 1948’de, küçük bir grup Siyonist lider ve general, gelecekteki Yahudi devletinin parçası farzettikleri Filistin’in bu kısımlarının etnik temizliğine karar verdiğinde, Hayfa’nın kaderi çizildi. Maksatlı yönelik uzun dönemli bir hazırlıktan sonra, Plan Dalet veya Plân D denilen, master plânlarına son şeklini verdiler. Plânı hazırlayan örgüt, İsrail’de çok iyi bilinen pantheon(Panteon’du (Latince Pantheon, Yunanca "tüm tanrıların tapınağı" anlamına gelen Πάνθεον Pantheon, kelimesinden gelir) ilk olarak Antik Roma'nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir yapıdır. Panteon kavramı bugün, içinde meşhur kimselerin gömülü olduğu anıtlar için kullanılır.)Bunlar: David Ben Gurion, Israel Galili, Yigal Yadin, Yigal Allon ve Ben Gurion’nun, Ezra Danin ve Gad Machnes gibi Arab ilişkileri uzmanlarıydı. Temizlik, plânın nihaî hedefi açık bir şekilde dile getirilmeden önceki 1948 yılı Şubat ayında başladı. Hayfa’nın 35 km. güneyindeki, Kasiyra ve Burç’un de içlerinde bulunduğu ilk köyler hedef alındı. Buraların sakinleri kolayca yerlerinden edildi ve bu izafî kolaylık, Ben Gurion’a, bir bütün olarak, Filistin’in bütün yerleşim yerlerini boşaltma cesareti verdi.
Her Arabı Öldürün
Arab hükümetlerinin kararı, İngiliz Manda idaresiyle doğrudan bir çatışma riskine girmemek ve ümitleri, yeni kurulan BM inisiyatifi tarafından girişilecek askerî bir operasyonla, kaderi önceden belirlenmiş Hayfa ve diğer kasabaların işgalinin önleneceği yönündeydi. Sonunda, Filistin’e girdiklerinde ise, askerî olarak hazırlıksız olmaları ve ordular arasında, temelde var olan stratejik uyuşmazlık, zaten imha edilmiş kasabaları kurtarmaya yetmedi. Birkaç ay sonra geri püskürtüldüklerinde, İsrail ordusu tarafından temizlenmiş geri kalan kısım, Yahudi devletine kaldı.
Hayfa’nın Yahudi belediye başkanı Shabtai Levi, Filistinlilere, emniyette olacakları sözü bile vererek, onları Hayfa’da kalmaya ikna etmeye çalıştı. . Bu acayip gelmemeli. Çünkü, milletin üst seviyesindeki herkes, Dalet plânında haberdar değildi, haberdâr olan sadece belediye idaresiydi. Levi, ordu veya Ben Gurion’un adamları üzerinde otorite sahibi değildi. Bir bütün olarak cemaatteki Yahudilerin çoğu, geçekler ve plân hakkında bilgi sahibi değildi.
Bunun yanında, Karmeli köprüsündeki görevli subay Mordechai Maklef, o ânda Levi’den daha önemliydi. Sonradan İsrail’in üçüncü genel kurmay başkanı olacak olan Makref, operasyonu yönetti ve askerlerine Filistinli komşularının üzerine yürüme emri verdi.(İsrail askeri kayıtlarına göre, Filistinlilerin köyleri zaten boştu, çünkü “gönüllü olarak terk etmişlerdi.”) Hagana arşivlerinin tuttuğu kayıtlarda şunlar yazılıydı: “Komşu köylere bombardıman sona erdiğinde, askerler vahşice ve ateş açarak saldıracak, karşılaştıkları her Arabı öldürecek. Seni yakıcı araç gibi gönderiyorum. Yanabilen her şeyi yakmalısın. Seni, kazmalarınla evleri istihkâmcı olarak gönderiyorum.” (3)
Küçük yerlerde emirlere olan bu derece bağlılık, binlerce Filistinlinin panik yaşamasına sebeb oldu. Lidersiz, herhangi bir uygun savunma veya kanun ve nizamdan mesul bir müessese olmaksızın (İngiliz ordusunun sorumluluğu), insanlar yoğun, acele ve ferdî eşyalarıyla, ev eşyalarını arkalarında bırakarak, kitleler halinde göçetmeye başladı. Kitleler, kendilerini şehirden alıp götürecek bir gemi bulmak ümidiyle, dalgalar halinde limana doğru yöneldi. Oradan ayrıldıkları ân, evleri talan edildi.
22 Nisan itibarıyla, Hayfa limanına yakın caddeler, emniyet ve göçmenlik arayan umutsuz binlerce insanla hınca hınç dolmuştu. Yerel idare, limanda düzenli bir transfer organizasyonu yapılana kadar, orada bekleyeceklerini ümid ederek, bu kalabalığı, pazaryerine yönlendirdi. Karmeli köprüsündeki subay, yıllar sonra, neler yaşandığını saklamadan yazdı: “Sabahın erken saatlerinde Maxi Cohen ( müfreze komutanı)HQ’ Tugayını, Arablar megafon kullanıyor ve herkesi pazaryerinde toplanmaya çağırıyordu ‘ çünkü Santon Caddesi Yahudiler tarafından işgal edilmişti ve işgal daha aşağılara doğru devam ediyordu.” diyerek bilgilendirdi. Bu bilgi topçu birliği komutanına ulaştığında, Ehud Alma’ya, operasyon için 3 inçlik (7,5 cmlik) topları Rothshild Hastanesi yakınına mevzilendirmesi ve bombalaması emri verildi. Gerçektende, insanlar kitleler hâlinde biraraya toplanmıştı. Bombardıman başladığında ve top mermileri pazara düştüğünde, herkesi bir panik sardı. Kitleler, limanın kapısını korumakla görevli polisleri bir kenara iterek, birden limana doğru koştu, öfkeyle sandallara atlayarak, şehirden kaçmaya başladı.
Geri Dönüşü Önlemek
Tahliyeden sonra, şehrin önemli bir görünümü olan mimarîsi derhal tahrip edilmeye başlandı. Yıkım, şehrin “Yahudi karakterini” yeniden güçlendirmek ve kovulan insanların şehre geri dönüşlerini engellemek demekti. İşte, Hayfa’nın doğu pazarının imha edilmesi bundandır. Pazaryeri, kitleler için çağdaş bir sığınak ve Karmeli topçu birliği içinse uygun bir hedefti. Pazaryeri, beyaz taş duvarlı ve değerli mücevheratla süslenmiş bir Osmanlı mimarîsiydi. Şehrin yeni idaresi tarafından, Türk Pazarı adı verilen bu pazaryerinin sadece küçük bir köşesi ayakta kaldı.
Pazar, Limanın Palmer Gate ana kapısından sadece birkaç yüz metre ötedeydi. Bombardıman başladığında, paniğe kapılan kitler, izdiham hâlinde liman kapısına doğru koştu. İnsanlar öfkeyle sandallara atladı. Bir görgü şahidi bu manzarayı şöyle anlatmaktadır: “Erkekler, arkadaşlarını, karılarını ve çocuklarını ezdi. Sandallara canlı kargoyla dolmuştu. Üzerindeki aşırı kalabalık korkunçtu. Birçoğu ters döndü ve üzerindeki insanlarla birlikte battı.”
Mayıs 1948 itibarıyla, Yahudi Ajansı, Ben Gurion’a, şehrin Arab karakterinin dönüştürülmesi için altın bir fırsat doğduğunu yazdı. Yeni devlet için gereken tek şey “227 evi yıkmaktı.”(4) Başbakan Hayfa’ya gerçekleştireceği ziyarete kadar bu kararı erteledi, ziyaretten sonra evleri yıkın ama camilere dokunmayın emrini verdi.
Filistinli Mültecilerin göç haritası...
75000 bin Filistinliden sadece 2000 kadarı Hayfa’da kaldı. Burada kalan Filistinlilerin temsilcileri, 1 Temmuz 1948 akşamı, şehrin askerî valisi Rehavam Zvalodovski (sonra Revaham Amir adını alacaktır) tarafından bir emirle çağrıldı. Revaham Zvalodoski onlara, 5 Temmuz’a kadar, yaşadıkları yerleri boşaltmaları ve, Nisnas Vadisi’ndeki, küçük, fakir, aşırı kalabalık komşu köylere gitmeleri emrini verdi.
Ayakta duran liderler şok oldu. Çoğu bölünmeyi destekleyen komünist partisi üyesiydi ve çatışmaların bittiğini ümid ederek, tekrar normal bir hayata döneceklerini düşünüyorlardı. Daha sonra, İsrail Meclisi Knesset’te, Komünist bir üye olarak yeralacak olan Tevfik Tubi, “Anlamıyorum: Bu bir askerî emir mi? Şu insanların içinde bulunduğu şartlara bakınız. Askerî bile olsa, böyle bir hareketi haklı çıkaracak mantıklı bir sebeb göremiyorum.” Diyerek protesto etti. Tubi, “bu insanların evlerinde kalmalarını talep ediyoruz.” Dedi. Ona iştirak eden Bulus Ferah da: Hayfa Filistinlileri “gettolaştırılıyor”, “bu bir ırkçılıktır.” Diyerek bağırdı.
İsrail ordu komutanının soğuk tavrı açıktı: “Sizler buraya, Yüksek Komutanlığın emirlerini dinlemek ve yardımcı olmak için buraya çağrıldığınız hâlde, burada oturduğunuz ve bana tavsiyelerde bulunduğunuzu görüyorum. Siyasetçilere karışmıyorum ve onlarla pazarlık etmiyorum. Basitçe bana verilen emirlere itaat ediyorum. Henüz emirleri ifade ediyorum.4 Temmuz itibarıyla, bu emri mutlaka yerine getirmek zorundayım. Eğer bu olmazsa, kendi bildiğimi yapacağım. Ben bir askerim.”
Bu hadise, orada kalanların yaşadıkları son sıkıntı ve felaket değildi. Orada kalabilenler, Nisnas Vadi’sine hareket ettikten sonra, şehirlerinde bir göçmen durumuna düştü ve İsrail askerleri tarafından, hergün özel mülklerinin yağmalanmasına ve sık sık zulmüne şahit oldu. Aralarında Haganag üyelerini de bulunduğu bu işkenceciler daha çok, Irgun ve Stern Çete’sine bağlıydı. Ben Gurion bu tip davranışları eleştirdi ama durdurmak için pek az şey yaptı.
Topluluk Olarak Unutulmuş
İsrail-Yahudi ortak hafızasında bundan geriye ne kaldı? Hiçbir şey. Belki bir gün, bu acının farklı tarihi yeniden yazılacak ve Ben Gurion’un, terkedilmiş ve boş Hayfa şehrini ziyaret ettikten sonra yazdığı şu şeylerden farklı, diğer anlatılanları da ihtiva edecek: “Genelevler, dükkânlar, küçük ve büyük evler, eski ve yeni, kedilerden başka yaşayan bir kimsenin dolaşmadığı, ölmüş bir şehir, bir cesetler şehri. Onbinlerce kişi nasıl böyle bir panikte evlerini ve mallarını terk edip gidebilir? Onları kaçmaya ne zorladı? Sadece yukarıdan gelen bir emir mi? Böyle zengin insanların ki, ülkenin en zengin insanlarının burada olduğu söyleniyor, sadece biri tarafından verilen bir emirle, zenginliklerini terkedeceklerini düşünmek mümkün değil. Gerçekten bu sadece bir korku muydu?(5)
Izdırap devri burada sona ermedi. 14 Mayıs 1948’de, Ben Gurion İsrail Bağımsızlık Deklarasyonu’nu ilân etti. Gurion deklarasyonda : “İsrail’de mukim, Arab çocuklarına sesleniyorum. Sizleri, tam ve eşit vatandaşlık temelinde, devletin inşâsına ve barışı korumaya davet ediyorum.” Bu zamana kadar imha edilen Filistin şehirleri ve Hayfa, zaten bir oldu bittiydi.
2009 yılında Hayfa’da, yıkım ve zorla göç hadisesi hâlâ inkâr edilmekte ve bahsedilmesi yasaktır. Ancak şehrin hayaletleri günümüzde şehri aydınlatmak için sanki 1948’’deki korkunç hadiseler tarafından hiç yarıda kesilmemiş gibi her yıl, bayramlardan bir bayram gibi kutlanan 1948 yanlısı törenlere, katılarak, geri dönmektedir.
Bu ikiyüzlü inada hergün meydan okunmalıdır. Sadece tarihî kayıtlar doğrultusunda değil, uzlaşmayı getirebilecek esaslı bir barış temelinde yapılmalıdır. Bu girişim, hâli hazırdaki yıkımlarla birlikte, bu işin en rahatsız edici kısımlarını oluşturan, baskı altında tutma ve görmezden gelme siyasetini de içine almayı gerektirir. Gerçekleri, kayıt detaylarını “İsrail Yahudilerinin çoğunluğunun hadiseye bakışını- hatırlamak önemlidir. Ben 1954 yılında Hayfa’da doğdum, okul hayatım ve yetişkinliğimi orada geçirdim. Daha fazla başarı beklemeden, böyle bir işe girişmekteyim.
Benimkine benzer anlatımlar, kâh geçmiş ve gelecekteki holokost imajlarıyla yüklü, kâh Davud ve Golyah mitolojileriyle cesaretlendirilen Arab barbarlığı yüzünden, kahramanlık yanlısı ethoslarla, derhal boşa çıkartıldı. İsrail’in bugünkü ortak hafızası, savaşın başlangıcı olarak 15 Mayıs 1948’i göstermektedir. Bundan önce yaşananların, izafeten olaysız geçen İngiliz Manda döneminde yaşanan olaylar olduğu söylenir.
Hayfa, Yafa gibi, siyasî, kültürel ve ekonomik seçkinlerin şehriydi. Şehrin müesseseleri halka, siyasî bir pusula ve sosyal şuurunun mevkiî olarak hizmet etti. 19. asırda, şehrin önde gelen aşiret ve köylüleri yerlerinin, aristokrasiyle değiştirdi, bu değişim Hayfa ve Yafa’da gerçekleşti. Burası, Batı’dan gelen yeni fikir ve geleneklerin başarılı şekilde yayıldığı bir dayanak noktası olarak, yeni kozmopolit bir burjuvazi vücuda getirdi. Arab dünyasının oyunlarını seyredebilir, yerel ve bölgesel şairlerini dinleyebilir, Filistin gazetelerini okuyabilirdiniz. İnsanlar, geçmişin bugüne dönüşmesinde tecrübe sahibiydi, ülkenin geri kalan kısmındaki değişim uzun bir süre alırken, Hayfa’nın büyük köyleri, birer kasaba oldu. Yeni zorluklara, dramatik değişimlere, bir sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin merkezine açılan kapı olarak bu hususiyet 1948 Nisan’ında ezildi. Filistin ortak şuurunda geri kalanlar ise, Gassan Kanafani’nin, Filistin ortak şuurunun nasıl derinden vahşice yakıldığını anlatan: “Hayfa’ya Dönüş” isimli eserinden okunabilir.
Yahudi toplumu için bir kıyamet öneminde olan Nabka’ya kendin adamış, sivil toplum örgütü Zochrot ortaya çıkması 1948 yıkımıyla yüzleşme çabalarının devam edeceğinin göstermektedir. Bu zor olacak, çünkü bu suç i anamecradaki Siyonistler tarafından kendi zamanlarındaki Yahudi topluluğuna ve dünyaya, pragmatizm ve modernizasyon denilerek işlendi. Siyasî olarak, devletin varlığının büyük bir kısmını oluşturan İşçi Partisi’nde bulunan- bu Siyonist pragmatizm, Kadima gibi merkezci partiler tarafından yeni şartlara adapte edildi.
Pragmatizmleri esas olarak bölgeseldi. Yahudiliği Filistin içine hasretmek ve orada sınırlamak niyetiyle gerçekleştirilen bu pragmatizm, o zaman ve şimdi, Filistinlilerin herhangi bir önemli varlığı tarafından tehdit edilmemesini sağlamaktadır. Bu politika, bazıları açıkça Filistinlilerin dışarıya atılmasını veya Filistin topraklarından kovulmasını konuşan sağ partilerin, manda altındaki bütün Filistin’i talep ettikleri için, bu pragmatist olarak görülmektedir. Bu pragmatizmin taraftarları, mevcut İsrail devlet başkanı Şimon Peres tarafından türetilen “maksimum topak, minimum Arab (maximum shetah, minimum aravim)” Deyişini takip etmektedir.
1948 hadiseleri, 1882’de başlayıp, devam eden bir gayedir ve bugüne uzamıştır: Bu pragmatik ideallerin reel politikaya tercümesi, Filistinliler için, yalnızca 1948 sürgününün tecrübesi değil, buna ilaveten, İsrail’deki Yahudi çoğunluğun demografisine tehlike olarak addedildikleri için başka bir etnik temizlik tehlikesi altında kalmak veya İsrail devletini varlığını reddeden Filistin milliyetçileri olarak belirlenmesi tehlikesi demektir.
Geçmiş sadece korku ve korkunç mesajlar göndermez. Hayfa’nın sosyal dokusu bugün pragmatik politikaların her yerde tam olarak çalışmadığını isbat etmektedir. Hayfa, Siyonist hareket, toplumu ve şehrin tabiatını silmek istemediğinden dolayı değil de, evlerinde kalan ve daha sonra Celile’yle birleşen Filistinlilerin direnişi sayesinde, Filistin popülasyonunu ve Arab özelliklerini korumaktadır. Bugün orada gittikçe büyüyen bir nüfus vardır. Bugün, Manda idaresindeki birbirine geçmiş Hayfa şehri yok, ancak Ben Gurion’un arzuladığı saf bir Yahudi şehri de değil.
*Ilan Pappe, Exeter Üniversitesi Tarih bölüm başkanı ve ve Exeter’in Etno-politik Çalışmalar Merkezi başkan yardımcısıdır. 1954 yılında, Hayfa’da doğmuş ve Hayfa Üniversitesi, Emil Touma Enstitüsü’nde Filistin Çalışmalarında hocalık etmiştir.
Kaynakça:
(1)- Ben Gurion İsrail ilk başbakanıydı (1948-53 ve 55-63)
(2)- G Rivlin and E Oren, Bağımsızlık Savaşı, Cilt-1, İsrail Savunma Bakanlığı, Tel Aviv (Kitap İbranicedir)
(3)- Hagana arşivleri, 69/72, Tel Aviv, 22 Nisan 1948
(4)- David Ben Gurion’un günlüklerine, 30 Haziran 2008 ve Tamir Goren’in “Bağımsızlıktan Entegrasyona: İsrail idaresi ve Arab Hayfa” isimli bitirme tezine bakınız.
(5)- Netanel Lorch, Bağımsızlık Savaşının Tarihi, Masada, Tel Aviv, 1993
Bu makale Fazıl Duygun tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara