Dolar

34,8759

Euro

36,7527

Altın

3.039,68

Bist

10.139,61

'Halepçe'de 'Küçük Kıyamet'i yaşadık'

Halepçe neler yaşandı? İşte Halepçe katliamını, kendi diliye, 'Küçük Kıyamet'i yaşayan, Şirvan Abdussamid Abid'in, o güne dair TİMETURK'e anlattıkları:

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-03-18 16:09:00

'Halepçe'de 'Küçük Kıyamet'i yaşadık'
Cevdet KILIÇLAR / TİMETURK

Halepçe'de kıyameti yaşadık

16 Mart 1988'de Irak diktatörü Saddam Hüseyin Kuzey Irak'ta kendisine muhalif olan Kürtlerin bulunduğu Halepçe kentine kimyasal silahlarla saldırdı. Saldırıda 5 binden fazla insan hayatını kaybederken binlercesi yaralandı. Onbinlerce İnsan Halepçe'yi terkederek Türkiye ve İran'a sığınarak hayatını kurtarmaya çalıştı. Kaderin acı bir oyunu ki yıllar sonra Saddam Hüseyin Halepçe'yi ortadan kaldırmak için kullandığı Kimyasal silahlar bahane edilerek devrilecek ve başta Halepçe'de toplu katliam yapmak ve ülkesi içindeki muhalifleri sistemli olarak yok etmek suçlaması ile idam edilecektir.

Tarihe utanç tablosu olarak geçecek Halepçe katliamının yıl dönümünde bu katliamdan kıl payı kurtulan ve Halepçe'de yaşadıklarını “Küçük bir kıyamet” olarak değerlendiren Sirvan Abdussamid Abid ile görüştük. Abid halen Süleymaniye'de yaşıyor ve Kuzey Irak'ta faaliyet gösteren İttihadi İslam partisinde aktif siyaset yapıyor.

- Halepçe katliamı olduğunda kaç yaşındaydınız neredeydiniz ne yapıyordunuz? Bize o günü anlatabilir misiniz?

- Halepçe katliamı gerçekleştiğinde liseyi yeni bitirmiş sıradan bir vatandaştım. İlk bomba patladığında çarşıdaydım.



- Kimyasal bomba kullanılmadan önce herhangi bir duyum almış mıydınız?

- Biz Saddam'ın kimyevi silahlarla saldıracağını hissediyorduk. İran ordusundan Pastarlar ve Peşmergeler gündüz vakti Halepçe'ye iniyorlar gece ise dağlara çekiliyorlardı. Bunların davranışları Saddam'ın kimsayal silah kullanabileceğini bize hissettiriyordu. Öte yandan İran Irak savaşının son günlerinde Saddam'ın ordularının Halepçe'ye saldıracağı haberleri sık sık duyuluyordu.

- Muhtemel saldırılara karşı bir hazırlığınız var mıydı?

- Halepçe halkının kendisini savunacak hiçbir silahlı gücü yoktu. Peşmergeler ve Pastarların ellerinde bir takım silahları vardı. Ama Saddam'ın, İran'ın kum kenitini bile vurabilecek güçteki füzelerine karşı koyacak ölçüde silahlar değildi. Dolayısıyla yapılabilecek çok birşey yoktu.

- Peki niye Halepçe? Niye Süleymaniye, Dahok veya Erbil değil de Halepçe?

- Saddam'ın Halepçe'yi seçmesinin nedeni öncelikle İran sınırına yakın olması. İkincisi ise Halepçe halkının zulmü kabul etmeyen, zulme karşı duran İslamcı ve devrimci bir kimliği vardı. Dolayısıyla Süleymaniye, Erbil veya Dahok kentlerinin seçilmeyip Halepçe'nin seçilmesinin nedeni bunlar... Saddam Halepçe'ye saldırırsa insanlar İran dağlarına kaçıyor, Saddam'ın ordusu, dağlara kaçan halkın ardından gidemiyordu.

- Tekrar saldırı gününe dönecek olursak, çarşıdaydım demiştiniz. Bombardıman başladığında neler yaptınız?

- Saat öğleden önce 11 sıralarıydı, çarşıda geziyordum. Irak ordusunun kullandığı Rus yapımı MİG 23 uçakları ve Fransız yapımı Mirage uçakları şehir üzerinde alçak uçuş yaptı. O alçak uçuş esnasında Napalm bombalarıyla kenti bombalamaya başladılar -ki bu silahların kullanımı hangi nedenlerle olursa olsun savaş suçu sayılıyordu.- Halepçe önce Napalmle bombalandı. Bombalanan yerlerde herşey alt üst oldu ve ne varsa yandı.

İkinci aşamada halkın bir kısmı vadilere ve dağlara sığındı. Kaçamayacak durumda olanlar da binaların bodrum katlarına saklandılar. Fakat bunlar Saddam'ın kimyasal silahlarına karşı sığındıkları bodrumların kendilerini koruyamayacaklarını biliyorlardı ve çaresizce ölümü bekliyorlardı. Fakat böyle olmazdı. Bizim kendimizi korumak için birşeyler yapmamız gerekiyordu. Biz kömür aldık ve kömürü kumaşla sararak burnumuza bir maske şeklinde taktık. Bunun dışında battaniyeleri ıslatıp altına girerek kimyasal saldırıdan korunmaya çalıştık.

-Böyle teknikleri nereden öğrendiniz?

- İran Irak savaşı esnasında iki sınır kenti vardı. Serdeşt ve Bana kentleri. Savaş sırasında Saddam bu iki kenti kimyasal silahla vurmuştu. Pastarlar bu iki kentin insanlarına Saddam'ın kimyasal silahlarla saldırması halinde kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretmişti. Nitekim bu oldu. Saddam bu iki kente kimyasal silahlarla saldırdı. Oradaki halk kendini bu yöntemle kısmen korumuştu. Biz bu yöntemleri onlardan öğrendik. İran Irak savaşı sırasında Basra'ya yakın olan Fav limanında çok büyük muharabeler meydana geldi. Çok şiddetli çarpışmalar oldu. İran az kaldı tüm Basra'yı ele geçirecekti. Bu savaş sırasında insanlığa asla yakışmayacak herşey mübah hale geldi. Her iki tarafta da bu böyleydi. Ordular insanlık dışı ne varsa bu savaş sırasında öğrendiler ve bunu uyguladılar.



- Siz ne yaptınız, bu saldırılardan nasıl kurtuldunuz?

- Ben o esnada çarşıdan yumurta ve tahin almıştım, onları eve götürüyordum. Yumurta ve tahinden ekmek yaparız ve bir saldırı olursa da ekmeği yanımıza alır kaçarız diye hazırlık yapacaktık. Babam o sırada Halepçe de değil, Bağdat'ta çalışıyordu. Bir küçük kardeşim Süleymaniye'de öğrenim görüyordu. Evin reisi olma görevi bana kalmıştı. Biz ikinci saldırı olmadan önce taşıyabileceğimiz kadar eşyalarımızı topladık. Yolda bize yetebilecek kadar gıda aldık. Halepçe'den bir kilometre kadar uzaklaştık yada uzaklaşmamıştık ki saldırı başladı. Yanımızda kadınlar vardı, ben yaşlı olduğu için babaannemi sırtımda taşıyordum. Hava saldırısında komşularımızın çoğu öldü veya ciddi yaralar aldılar.

Biz Halepçe'den ayrıldıktan sonra İran'a geçmek istedik. Fakat Saddam bunu biliyordu. Uçaklar Halepçe‘yi bombalıyor, sonra oradan kalkıp İran sınırını bombalıyordu. Saddam bu sırada Süleymaniye'deydi ve telsizle oradaki komutanından bilgi alıyordu. Halepçe'deki saldırıları yöneten komutan Saddam'a "sen zalimsin, sen alçaksın. Ben artık Irak'ta değilim İran'a gidiyorum. Senin gibi zalim bir adamın emrinde çalışamam" diyerek ağzına gelen her şeyi söyledi -ki bu sırada Saddam canlı yayındaydı ve bu olay televizyonlarda yayınlanıyordu-. Komutanın sözleri halka ulaşmasın diye ses kesildi. Saddam'ın yüzü sarardı ve duyduklarından son derece rahatsız olduğu yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.

- Halepçe'ye dönemiyorsunuz, İran'a da geçemiyorsunuz, nereye sığındınız?

- Halepçe'ye iki kilometre uzaktaki Ebu Ubeyde köyüne sığınabildik. Orada bizim gibi birçok insan vardı. Manzara anlatılabilecek gibi değildi. Baba kendi başına şehri terketmiş, küçük çocukları evde kalmış. Yaşlılar evde kalmış. Delikanlılar almış başını gitmiş. Gökte uçaklar, yerde Saddam'ın muhafız ordusu. Yaralılar can çekişe çekişe hayatlarını kaybettiler. Gece insanlar ellerindeki küçük el fenerleriyle dağlarda yollarını bulmaya çalıştılar. O yaşanan tablo hakikaten çok zor bir tabloydu. Allah'ın Kur'an da kıyameti tasvir ederken kullandığı "O gün kişi annesinden, babasından evladından kaçar" ayetininin bir tefsiriydi -ki biz o gün küçük bir kıyamet sahnesi yaşadık-. Ebu Ubeyde köyünde 20 aile bir mağaraya sığındık. Biz sağlıklı büyükler olarak iki kilometre uzaktan mağaraya bulabildiğimiz kaplarla su taşıyorduk. Kimyevi silaha maruz kalan insanların vücutlarında şiddetli bir hararet oluşuyor. Getirdiğimiz suları çocuklar bir çırpıda içip bitiriyorlar. Biz tekrar getiriyoruz onlar tekrar bir çırpıda içiyorlar ve hararetleri bir türlü alınamıyor. Biz yetişkinler o geceyi su taşıyarak geçirdik. Mağarada iki gün kaldık. Patlama seslerinin azaldığını hissediyorduk. Kendi kendimize şunu diyorduk. Elhamdülillah güçlü uçaklar artık bombalamayı bıraktılar. Seslerin azalmasından kısa bir süre sonra yerden yükselen sarı dumanlar gördük ama yer şiddetle sarsılmadığı için bunların küçük bombalar olduğunu düşünüyorduk. Biz nereden bilelim bu sarı dumanların kimyasal silahlardan kaynaklandığını.

- Saldırılar boyunca hep mağarada mı kaldınız?

- İkinci günü akşamında Halepçe'deki komşumuz Kuyumcu İbrahim mağaraya geldi. “Neden burada bekliyorsunuz? İran radyosundan duyuru yapıldı. İran Kürt mültecileri kabul edeceğini duyurdu. Hadi İran'a gidelim” dedi. Bunun üzerine yapılacak birşey yoktu. Bomba riskini de göze alarak mağaradan çıktık, ancak sınır bize 10 kilometre uzaktaydı. Biz hepimiz evden apar topar çıktığımız için çoğumuzun ayağında ayakkabı bile yoktu. Yola çıktık ve Anep denen bir köye geldik. Ancak bu köy öyle yoğun bombalanmıştı ki taş taş üstünde kalmamıştı. Sokaklarda insan cesetleri ile hayvan cesetleri bir birine karışmıştı. Biz yerde yatan insanların gözlerinin oyulmuş olduğunu gördük. Bir ota yada bir eşyaya dokunduğumuz zaman elimizin yandığını hissediyorduk. Sonra gözlerimiz yanmaya başladı. Bir anda tüm vücudumuzda korkunç bir susuzluk hissettik. Orada ilginç bir şey daha gördük. Irak ordusunun kara birliklerinden gaz maskelerini takmaya zamanı olmayan askerlerin hayatlarını kaybettiklerini gördük. Hatta araçlarının farları bile açık kalmıştı. Saddam, kendi askerleri içindeyken şehirleri bombalamıştı.
Deraşiş adında sınıra yakın bir yerleşim bölgesine geldiğmizide İran ambulanslarını gördük. Ben ailemle birlikte toplam 7 kişiydik. Ambulanstan bir devrim muhafızı indi ve bana “sen burada kalacaksın ailen bizimle gelecek” dedi. Ailemi İran'ın iç bölgelerine götüreceklerini söyledi. Ben “ailemden ayrılamam siz onları götürürseniz bir daha onları bulamam” dedim. Onlarda “sen erkeksin yürüyebilirsin ama onlar yürüyemez” dediler. Sonunda razı oldum ailem araçla gitti ben yürüdüm... İki saat yürüdükten sonra Irak'ın son sınır köyü olan Tavila Köyü'ne ulaştım. Gece saat 1'de Pastarlar bize “geceyi tavilada geçireceksiniz yarın İran'dan araçlar gelecek ve İran'a geçeceksiniz” dediler. Biz sabah olupta arabalarla İran'a geçince ilk iş olarak İran sağlık ekipleri bizim gözlerimize damla damlattılar. Üzerimizdeki elbiselerin tamamını çıkartıp yaktılar.

- Babanız o sırada Bağdat'taydı. Halepçe'nin bombalandığını duyunca ne yapmış. Neler hissetmiş. Kendisi ile buluşabildiniz mi?

- Üç ay sonra babam bize İran'da ulaşabildi. PKK'nın kontrolünde olan Kandil bölgesini kullanarak gelebilmişti. Halepçenin nüfusu 75 bindi. Bizim için en zor aşamalarından biri de ailelerimizi bulmak oldu. İran'da Halepçe'den götürülen insanların yerleştirildiği onlarca kamp vardı ve biz ailelerimizi nasıl bulacağımızı bilmiyorduk. Tam 22 gün ailemi aradım. Okullara, camilere, resmi dairelere gidiyordum. Çünkü mülteciler oralarda barınıyordu. 22 gün sonra Kemiran Kampı'nda ailemi buldum. Bu sırada babam Bağdat'ta, kardeşim ise Süleymaniye'deydi. İki buçuk üç ay gibi bir süre sonra Babam ve kardeşim İran'a geldiler ve biz bir araya gelmiş olduk. İran'daki kamplarda yaşam standartları çok kötüydü. Rahmetli İmam Humeyni Halepçe halkının sorumluluğunun kendi üzerinde olduğunu ve İran halkının özel misafirleri olduğunu ilan etti. Arkasından da bize karşı bir sahiplenme oldu. Buna rağmen hizmetler çok zayıftı. Biz bin 500 aile İran'daki kamplardan İran Afganistan sınırında yer alan Kirman bölgesine gittik. Kirman'da 7 ay kaldık. İklim çok sertti. Şiddetli fırtınalar oluşuyor ve çadırlarımızı söküp atıyordu. Sonunda İran hükümetinden bizi İran Kürtlerinin bulunduğu bölgelere götürmelerini istedik. Onlarda kabul ettiler. Oraya gittikten sonra çalışmaya başladık. Bu sırada Saddam hükümeti kaçanlar için genel af ilan etti. Bu genel aftan sonra Irak'a dönmeye karar verdik. Sınırda Irak askeri beni sakallı görünce cebinden bir çakmak çıkardı ve benim sakallarımı yaktı. Ben “bu sünnettir neden bu kadar rahatsız oluyorsun” dedim. "Ben sünnet, peygamber tanımam Allah'ta tanımam" dedi. Bu karşılamadan sonra döndüğümüze pişman olduk.



- Halepçe'ye mi döndünüz tekrar?

- Halepçe askeri bölge ilan edilmişti ve girilmesi yüzde yüz yasaktı. Bu yüzden dönemedik. Gençleri kadınları yaşlıları ve olgunluk çağındaki erkekleri parça parça gruplara böldüler. Gençler askerlik hizmetine gönderildi. Kadın ve yaşlılara bu gün “Yeni Halepçe diye adlandırılan bölgeye gidin” dediler. Yeni Halepçe'de o dönem ev yoktu. Sadece çadırlar vardı. Biz döndükten sonra “sen şu gurubun üyesisin, sen İran ajanısın” gibi baskılara maruz kaldık. İran kamplarında bizi selefi olmakla itham ediyorlardı. Irak'ta ise İhvanı Müslimin veya Şii taraftarı olmakla itham ettiler.

Bizi askerlik hizmetine aldılar. Ailemizi de Erbil'e 10 km uzaktaki bir yerleşim birimine gönderdiler. Erbil'de ailelerimizin yerleştirildiği kamplarda çok zor şartlarda yaşam mücadelesi veriliyordu. Camii yoktu, namaz kılmak yasaktı, kuran okumak yasaktı. Hiçbir şeye müsaade etmiyorlardı. Hiçbir ihtiyacımız karşılanmıyordu. İran'daki kamplarda koşullar neyse Erbil'deki kamplarda da oydu. Saddamın askerleri kamplarda jiplerle dolaşarak sürekli insanlara eziyet ediyorlardı.

- Bunca acılardan ve yaşadıklarınızdan sonra Saddam'ı idam sehpasında görünce ne hissettiniz?

- Çok iyi şeyler hissetim ve bunun ilahi bir intikam olduğunu düşündüm. Saddam tağutunun elinden zarar gören yüzbinlerce insanın ahıydı bu. Ama bu şekilde idam edilerek kahraman yapılmamalı Halepçe'de idam edilmeliydi. Orada idam edilseydi daha iyi olurdu. Saddam idam edildiği gün Allahu Teala'nın Şuara Suresi'nde buyurduğu "Zalimler nasıl bir ayet ile devrileceklerini göreceklerdir" ayetini gözlerimle müşaade ettiğimi de düşündüm.

Haber Ara