Yargının zirvesine ilginç benzetme
Abant Platformu'nda "yargının demokratikleşmesi" konulu bir sunum yapan Anayasa Mahkemesi Raportörü ve Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can, birbirinden çarpıcı açıklamalarda bulundu.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-12 23:28:00
Abant Platformunun "Yeni Bir Toplumsal Mutabakat İçin Demokratikleşme" konulu toplantısının "Demokratikleşmenin Yapısal Gerekleri" başlıklı ilk oturumu Emekli Askeri Hakim Albay Ümit Kardaş'ın oturum başkanlığında gerçekleşti.
Oturumda "Yargının Demokratikleşmesi" başlıklı sunum yapan Osman Can, iki insanın bulunduğu yerde siyasetin yapıldığını belirterek, bu yüzden yargıda da siyaset unsurlarının olduğunu, yargının demokratikleşmesi konusunun da Türkiye için geçikmiş bir tartışma olduğunu söyledi.
Türkiye'de yargı ile demokrasi arasındaki ilişkinin yeni kurulmaya başlandığını, konunun tartışılmaya başlanmasıyla birlikte kavram çarpış malarının da başladığını ifade eden Can, "Kavramların içini farklı şekilde ifade ediyoruz. Erkler ayrılığı kavramı, batıda bambaşka işlevi yerine getirirken Türkiye'de farklı bir şekilde bize sunulmaktadır" diye konuştu.
Avrupa'da yargının demokratikleşmesinden örnekler veren Can, "Avrupa'da bir çok ülkede üst yargı kurumunun seçimi parlamentoya bağlıdır. Bizim bazı normlarımız Avrupa'dan daha iyi, ama orada hukuk uygulamasını gerçekleştirenler tapınak şövalyeleri değil, halkın temsilcileri" diye konuştu.
Çoğulculuk kavramının demokrasinin temel kavramı olduğunu ancak Türkiye'de bu kavramın "Parlamento'nun karşısındaki devlet yönetimindeki çeşitli kurumları" ifade ettiğini kaydeden Can, Türkiye'de siyasal sistemin geçmişten bugüne kadar maske taktığını ve bu yüzden Türkiye'nin halen demokratik, yarı demokratik gibi tabirler ile anıldığını, ülkede demokrasinin var olup olmadığı konusunun tartışıldığını kaydetti.
"Hukuk daima üstündür", "adalet mülkün temelidir" gibi kavramların hukuk için değil, demokrasi için söylenmiş sözler olduğunu öne süren Can, bu bakış açısının hukukun asla yargılanamayacağı, sorgulanamayacağı anlamına geldiğini belirtti.
"HUKUK MUTLAK SURETLE ADALETİ İFADE ETMEZ"
Hukukun mutlak suretle adaleti ifade etmeyeceğini, insanların çıkar, değer yargıları, ideolojik şartlardan etkilendiğini, insanların da bir araya gelmesiyle hukuk sisteminin ortaya çıktığını anlatan Can, şöyle konuştu:
"Hukuku yaratan insan ilişkileridir, bunun için hukuk sisteminin de mutlak suretle adaleti temsil ettiğini söylemek doğru olmaz. Bu yüzden adaleti kutsallaştırmayalım, abartmayalım. Hukuku uygulayan yargı sisteminin de mutlak suretle adaleti sağlayacağı görüşü inandırıcı değil. Adalet düşüncesinin hangi hukuk sistemiyle doğru olarak gerçekleşebileceği de çok fazla bilinen bir şey değildir.
Adaletin tanrısallaştığı yerde adalet toplumdan kopartılır. Hukuku kutsallaştırdığınız zaman, rahipleri ortaya çıkartırsınız, kutsallık adına konuşan rahipler söz sahibi olmaya başlar, cübbe giymiş rahip iktidar sahibi olur. Cübbe giymiş rahiplerin dediklerinin hukuk olduğuna inanılır."
Can, bir sitemin adilliğine inancın toplumun ihtiyaçlarına karşılık verebilmesine bağlı olduğunu, Cengiz Han'ın hukuk devletinin kurucusu olduğunu, şiddete dayalı olarak hukukiliği sağladığını anlatarak, Cengiz Han'ın hukuk sisteminde bir kadının yalnız başına ülkenin bir ucundan diğer bir ucuna bir zarar görmeden gidebildiğini söyledi.
"ORTADA BİR ANAYASA VAR AMA O BİZİM ANAYASAMIZ DEĞİL"
Taraflardan birinin aciz ya da fakir olduğu, devlet ya da egemen ideolojinin olduğu bir ortamda adaletten söz etmenin mümkün olmadığını savunan Can, anayasa konusunda da egemen ideolojiden uzaklaşılması gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:
"Türkiye kendi anayasasını yapmalı, ortada bir anayasa var ama o bizim anayasamız değil. Anayasanın temel hak ve özgürlükleri anlamında yapılan hangi değişiklik yaşama geçti ki. Anayasa'da 70 civarında maddede değişiklik yapıldı ama bunlar yaşama geçmedi. Anayasa'nın 90'ıncı maddesinde uluslararası sözleşmelerin üst hukuk kuralı olduğu bir anlamda ifade ediliyor ama 90'ıncı madde hangi temel uyuşmazlık konusunda çözüm noktası, referansı oldu.
Anayasa metni ile anayasanın özü, içeriği farklı şeylerdir. Bütün antidemokratik sistemlerden demokrasiye geçişi yaşayan Avrupa ülkelerinde ilk adım yargının demokratikleşmesiyle olmuştur. Almanya böyle yapmıştır. İspanya 1985 yılında yasa değişikliğiyle tam demokratik bir sistemi hayata geçirdi. Avrupa'da bir çok ülkede üst yargı kurumunun seçimi parlamentoya bağlıdır. Normlar arasında karşılaştırma yapıldığında bizim bazı normlarımı z Avrupa'dan daha iyi ama orada hukuk uygulamasını gerçekleştirenler tapınak şövalyeleri değil, halkın temsilcileri. Avrupa'da demokratikleşme müzakeresi gerçekleşti, Türkiye'de bu yok. Parlamentomuz, yürütmemiz demokratikleşti ama yargıyı demokratikleştirmediğiniz sürece bütün sistem tıkanacaktır."
Prof. Dr. Levent Köker de "Zihniyet Değişimi" başlıklı sunumunda, Türkiye'deki "vesayet" kavramının tek parti dönemlerinin ürünü olduğunu belirtti.
Vesayet sisteminden sıyrılmak için halkın değişik evrelerden geçmesi gerektiğini, ekonomik ve kültürel seviyesi gelişmiş toplumların bu evreleri yaşadıklarını anlatan Köker, "Bugün vesayet sistemini demokrasinin önündeki engel olarak biliyoruz. Tek parti dönemi bitmiş gibi görünse de bitmediği ortada. Toplumun ne zaman demokratikleştiğine karar verecek kişiler bu konuyu ellerinde tutmaktadırlar. Bunlar askeri bürokrasilerdir" diye konuştu.
"SİYASETİN DEMOKRATİKLEŞMESİ"
Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tanel Demirel de "Siyasetin Demokratikleşmesi" başlıklı konuşmasında demokratik siyaset biçimini tanımladı.
Demokrasinin problemleri çözecek bir sihirli anahtar olmadığını, demokrasinin sorunlarla birlikte yaşayabilme, siyasal hayatı katlanabilir kılma rejimi olduğunu anlatan Demirel, "En mükemmel demokrasiler bile, hiçbir zaman kafamızdaki siyasal iyiyi pratiğe geçirmeye yetmeyecektir. Zira her zaman ikna edemeyeceğiniz veya tam tatmin edemeyeceğiniz kişiler bulunacaktır. 'Hangi koşullardan demokrasi için daha elverişli' demek yerine 'hangi koşullar demokratik düzenin doğmasına yardım ediyor' diye sormak lazım" dedi.
Demirel, Türkiye'nin artık itaatkar bir toplum olmaktan çıktığını belirterek, demokratik rejimlerin zor işleme nedeninin, kurallara uyma bilinçlerinin düşük olmasından kaynaklandığını, "Kendine yapılmasını istemediğini başkasına da yapma" ahlaki ilkesinin demokrasi için önemli bir ilke olduğunu kaydetti.
Taner Demirel, "Demokrasiler çok kırılgan rejimlerdendir. Son dönemde yaşanan bazı umut verici gelişmelerden dolayı, askeri vesayetin en azından kısa zaman zarfında ortaya çıkmayacağını düşünmek yerinde olur" diye konuştu.
AA
Haber Ara