Avrupa'da burka yasağına tepki
Avrupa'da burkanın yasaklanmasını eleştiren Avrupa Konseyi’nden Thomas Hammarberg'e göre burkanın demokrasiye veya güvenliğe zarar verdiği iddiası temelsiz.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-11 15:53:00
Bazı Avrupa ülkelerinde burkanın yasaklanması, en az Danimarka karikatürlerini suç saymak kadar talihsiz olacaktır. Tıpkı ifade özgürlüğü gibi, çoğulculuk ve çokkültürlülük de Avrupa'nın vazgeçilmez değerleri. Dahası, burkanın demokrasiye veya güvenliğe zarar verdiği iddiası temelsiz.
Burka ve nikabın yasaklanması ezilen kadınları özgürleştirmek yerine Avrupa toplumlarındaki yabancılıklarını daha da derinleştirebilir. Bu tür giyime karşı genel bir yasak, birey mahremiyetine yönelik kötü bir müdahale olur. İçeriğine bağlı olarak da, yasak böyle bir yasanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olup olmayacağına dair ciddi soru işaretleri yaratabilir.
Sözleşmede konuyla özellikle alakalı olan iki hak var. Biri insanın özel hayatına ve bireysel kimliğine saygı gösterilmesi gereği (madde 8). Diğeriyse insanın dinini veya inancını ‘ibadet, eğitim, uygulama ve ayin dahilinde’ ifade etme özgürlüğü (madde 9). Her iki madde de bu insan haklarının ancak yasanın buyurduğu kısıtlamalara tabi tutulabileceğini vurgular. Bu kısıtlamalar demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, sağlığının veya ahlak değerlerinin, ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi durumlarda gereklidir de.
Devletin kıyafetle işi ne?
Burka ve nikabın yasaklanmasını savunanlarsa, bu kıyafetlerin demokrasiye, kamu güvenliğine veya değerlere zarar verdiğini kanıtlayamıyor. Çok az sayıda kadının böyle giyinmesi de önerileri ikna edici olmaktan daha da uzaklaştırıyor. Bu kadınların cinsiyet baskısına diğer kadınlardan daha fazla maruz kaldığını kanıtlamak da mümkün değil. Medyaya beyanat verenler, böyle giyinmelerine dair çeşitli dinsel, siyasi ve kişisel savlar dile getiriyor. Ağır baskı altında böyle giyinmeye mecbur bırakılan örnekler olabilir, fakat bu bir yasağın söz konusu kadınlarca memnuniyetle karşılanacağını göstermez.
Kuşkusuz bazı dini topluluklarda kadınların statüsü akut bir sorun. Bu tartışılmalı; fakat bunun yolu kıyafet gibi semptomları yasaklamak olamaz, bilhassa da bu tür bir giyim tercihinin her zaman dini inançların değil, kültürel özelliklerin yansıması olabileceği göz önüne alındığında. Haklı olarak, kadınları böyle giyinmeye zorlayan rejimlere tepki gösteriyoruz. Bu zorlama kesinlikle kabul edilmemeli. Fakat çözüm, aynı giysileri başka ülkelerde yasaklamak değildir.
Bu konuda alınan kararların sonuçları iyi ölçüp biçilmeli. Sözgelimi burka giyen kadınların hastane veya devlet daireleri gibi kamu kurumlarında yasaklanması önerisi, böyle yerlerden tamamen uzak kalmalarıyla sonuçlanabilir.
Bir dizi Avrupa ülkesindeki kamusal tartışmanın neredeyse tamamen neyin Müslüman giyim sayıldığına odaklanması, tek bir dinin hedef alındığı izlenimini yaratıyor. Bazı savlar İslamofobik; bunları diyaloğu teşvik etmediği gibi tek etki şu oluyor: Tümüyle örtünmek toplumlarımızdaki hoşgörüsüzlüğü protesto etmenin aracı haline geliyor. Yasaklara dair duyarsız tartışma kutuplaşmayı tahrik ediyor.
Yaklaşım şu olmalı: Devlet insanların giyim tercihlerini yasa konusu haline getirmekten kaçınmalı. Ancak devleti temsil edenlerin, sözgelimi polislerin ve yargıçların bir dinsel tercihi veya siyasi partiyi işaret eden kıyafetler giymemesini düzenlemek meşru. Halkla temas halindeki memurlar da yüzlerini örtmemeli. Ayrım çizgisinin çekilmesi gereken yer burası.
Bunun ötesinde, bireylerin toplumsal çıkarlar bağlamında güvenlik veya kimlik bildirme gerekçesiyle kendilerini göstermesini gerektirdiği durumlar söz konusu.
Bununla alakalı bir sorun İsveç’te tartışma konusu oldu. İşsiz bir Müslüman erkek bir devlet kurumundan aldığı işsizlik yardımını kaybetti, çünkü iş görüşmesinde bir kadın çalışanın elini dini gerekçelerle sıkmamıştı. Ardından bir mahkeme kurumun kararının ayrımcılık olduğu ve söz konusu şahsa tekrar yardım parası bağlanması gerektiğine hükmetti. Bu karar insan hakları standartlarına uygun olsa da, kamusal bir tartışmanın konusu haline gelmekten kurtulamadı.
Gelecekte bu tür meseleler daha fazla gündeme gelebilir ve bunların tartışılması sağlıklı - tabii İslamofobik eğilimlerden kaçınıldığı müddetçe. Ancak söylemin daha esaslı konuları, sözgelimi farklı dinler, kültürler ve adetler arasında anlayışın nasıl teşvik edileceğini kapsaması için çaba gösterilmeli. Çoğulculuk ve çokkültürcülük vazgeçilmez Avrupa değerleridir.
Bu minvalde saygının anlamı daha fazla tartışılmalı. Danimarka’da yayımlanan karikatürlere dair 2005’ten beri yürüyen tartışmalarda inançlara saygı gösterilmesiyle Avrupa sözleşmesinin 10. maddesinde şart koşulan ifade özgürlüğünün korunması arasında çelişki olduğu söylendi.
Hoşgörü iki yönlü bir yol
Strasbourg’daki mahkeme bu ikilemi meşhur Otto Preminger Ensitüsü-Avusturya davasında şöyle analiz etti: “Dinlerini ifade etme özgürlüğünü kullanmayı seçenler... mantıken tüm eleştirilerden muaf olmayı bekleyemezler. İnançlarının başkalarınca reddedilmesini ve hatta başkalarının, inançlarına düşman doktrinlerin propagandasını yapmasını hoşgörmek ve kabul etmek zorundadırlar.” Aynı kararda mahkeme, inananların dini duygularına saygının, dini önemi bulunan nesnelerin kışkırtıcı tasviriylerle ihlal edilme riskinin göz önünde tutulması gerektiğini ve ‘bu tür tasvirlerin, demokratik toplumun özelliği olması gereken hoşgörünün ihlali olarak görülebileceği’ni ifade etti. Yani hoşgörü iki yönlü bir yol.
Siyaseten çetin mesele, bir yandan başkalarının inançlarına saygı gösterirken, bir yandan da ifade özgürlüğünü korumak. Burka yasağı, en az Danimarka karikatürlerini suç konusu saymak kadar talihsiz olur. Bu tür yasaklar Avrupa değerlerine yabancı. Böyle yasaklara başvurmak yerine, çokkültürlü diyaloğu teşvik etmemiz ve insan haklarına saygı göstermemiz gerekiyor.
*Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Temsilcisi
Bu yazı Radikal gazetesinden alıntılanmıştır.
SON VİDEO HABER
Haber Ara