Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Yargının Türkiye'ye kuşatma maliyeti

Ekonomist Süleyman Yaşar bugünkü yazısında yargının kuşatma maliyetinin 600 milyar doları bulduğunu belirtirken 2001'deki krizine yargının sebep olduğunu öne sürdü.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-03-09 12:42:00

Yargının Türkiye'ye kuşatma maliyeti
Haber Merkezi / TIMETURK

Taraf yazarı ekonomist Süleyman Yaşar bugünkü yazısında yargı-ekonomi ilişkisini ele aldı.

Yargının istediği takdirde nasıl yürütmeyi ve yasatmayı kuşatma aldığını ekonomik açıdan değerlendiren Yaşar'a göre yargının kuşatma maliyetinin 600 milyar doları bulduğunu belirtti.

Yaşar ayrıca yazısının sonunda 2001 krizinde iki milyon kişinin işsiz kalmasının nedenini de “meydanı boş bırakan bir yargı kararına” bağlarken "Özelleştirmeleri durduran yargı niye acaba bankaların içinin boşaltılmasını durdurmadı?" diye sordu.

İşte Yaşar'ın yargı-ekonomi ilişkisini ele aldığı o çarpıcı yazı...

Yargının kuşatma maliyeti 600 milyar dolar

Son yirmi beş yıldır, Türkiye’de yargı istediği takdirde yürütmeyi ve yasamayı kuşatıp, bu organları iş yapamaz hale getirebiliyor.

Bu kuşatmanın nasıl yapıldığını anlamak için yargıekonomi ilişkisine bakalım. Özelleştirme karşıtı görüşlerin siyasal mücadelesi ülkemizde yargı üzerinden yapılıyor. Siyasi düzeyde tartışılıp çözümlenmesi gereken özelleştirme konularının tümü yargıya götürülüyor. Siyasi iktidarların ekonomideki hareket alanı bu yolla iyice daraltılıyor.

Hatırlayalım... Özelleştirmeye karşı ilk dava 1984’te Halkçı Parti tarafından açıldı. O dönemde ana muhalefet partisi olan Halkçı Parti, özelleştirmenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürdü. O tarihte Anayasa Mahkemesi, “çok partili demokratik rejimi benimseyen Anayasamızda, Anayasa ilkelerine ters düşmemek koşuluyla iktidarların ekonomi alanında müdahaleci ve liberal bir politika izlemelerine bir engel bulunmadığına” karar vererek Halkçı Parti’nin itirazını geri çevirdi.

Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararının ardından, özelleştirme karşıtları uzun bir süre sessiz kaldılar. Zaten o sırada Türkiye’de bir özelleştirme henüz gerçekleşmemişti. Ne zaman ki özelleştirme projesi pratiğe döküldü ve uygulamalar başladı, özelleştirme karşıtları gene harekete geçti. 1989 yılında bu defa özelleştirme uygulamalarına karşı idari yargıya başvurulmaya başlandı.

USAŞ ve beş çimento fabrikasının özelleştirilmelerine karşı yargı şöyle devreye girdi. Bu şirketlerin özelleştirilmelerinin durdurulması için idari yargıya başvurular, aralarında bugün AK Partili milletvekillerinin de bulunduğu siyasi parti grupları adına yapıldı. Bu nokta önemli. Özelleştirmeye karşı idari yargıya yapılan başvurular genellikle hep siyasi partiler tarafından gerçekleştirildi.

Yargıya başvuran siyasi partiler, Halkçı Parti hariç DYP, SHP, ANAP, RP, Fazilet Partisi, DSP’ydi...

Bunlar, muhalefet dönemlerinde “Biz özelleştirmeye karşı değiliz ama hukuka uygun yapılsın” söylemini kullandılar hep. Açtıkları davaları kazanıp iktidar olduklarında ise, bu sefer “muhalefetteyken bozduğumuz özelleştirme işini nasıl düzeltiriz” diye uğraş verdiler. DYP-SHP hükümeti döneminde, halkın bu tutarsızlığı öğrenmesinden çekinip, yargı kararlarını uygulamamak için gizli bakanlar kurulu kararı bile çıkarttılar. Sonunda olan gene Türkiye ekonomisine oldu tabii. Devletin yükü, özelleştirmeler aracılığıyla zamanında azaltılmayınca, kamu açıklarının maliyeti sürekli yükseldi.

Bu ülkede yapılan her özelleştirme uygulaması yargıya götürülüp durduruldu. Mesela... Dönemin başbakanı tarafından 1994 yılında 40 milyar dolar değer biçildiği ileri sürülen Türk Telekom (TT) özelleştirmesi, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Halbuki o zaman TT özelleştirilseydi, Türkiye’ye alternatif getirisi şimdi 167 milyar dolar olacaktı. TT, ancak 2006’da 12,5 milyar dolar şirket değeri üzerinden özelleştirilebildi. Böylece, bilirkişisiz alınan yargı kararları adeta Türkiye ekonomisine bir darbe vurdu.

Daha sonra limanlardan, enerji üretim ve dağıtımına, işletme hakkı devri, yap-işlet, yap-işlet-devret yöntemleri için açılan davalar geldi. Bilirkişi raporu hazırlanmadan doğrudan mahkeme kararlarıyla, 1980’li ve 1990’lı yıllarda, özelleştirme uygulamalarının iptal edilmesinin bugün Türkiye ekonomisine alternatif maliyeti 586 milyar doları buluyor.

Bazılarının, “yargı iptal etti, ama özelleştirmenin de hukuki altyapısı yoktu” diye itiraz edeceklerini biliyorum. Bunu söyleyenler aslında özelleştirme karşıtı olduklarını açıkça dile getiremeyenler. Zira artık onların da kesinlikle biliyor olmaları gerekir ki, Türkiye’de devlet mallarının nasıl satılacağı ve özel sektöre nasıl kiralanacağı daha Cumhuriyet’in başlarında 1927 tarihli Muhasebe-i Umumiye Kanunu ile belirlenmiş.

Hatta KİT’lerin hisselerinin halka devredileceğini, Mustafa Kemal Atatürk, Sümerbank’ın mevzuatında düzenletmiş. Osmanlı Devleti döneminde de kamu hizmetlerinin nasıl özelleştirileceği “imtiyaz” düzenlemeleriyle olanaklı kılınmış. Dolayısıyla, özelleştirmenin uygulama tarihi, Türkiye’de çok eski ve yasal dayanakları ile örnek olaylar oldukça fazla.

Özelleştirmenin 1984 yılından beri yapılan yeni yasal düzenlemelerinde hiçbir hukuki altyapı eksiği yok.

Merkez Bankası’ndan bile daha sağlam bir hukuki alt yapısı olduğu halde, özelleştirme, tamamen ideolojik nedenlerle yargı üzerinden engellendi ve hâlâ engellenmeye devam ediliyor. Türkiye ekonomisi bu nedenle sürekli zarara uğratılıyor.

Gelelim başka bir konuya. Bankacılık düzenlemeleri ve yargının iptal kararlarına...

2001 yılında yaşanan mali krizin, Anayasa Mahkemesi’nin 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun, bankaların içini boşaltanları cezalandırılmasını düzenleyen 69. maddesini 1995’te iptal etmesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu iptalin ardından meydanı boş bulanlar, bankaların içini boşalttılar.

Anlayacağınız, 2001 krizinde iki milyon kişinin işsiz kalmasının nedenini de “meydanı boş bırakan bir yargı kararına” bağlamak herhalde yanlış bir değerlendirme olmaz.

Özelleştirmeleri durduran yargı niye acaba bankaların içinin boşaltılmasını durdurmadı?

Haber Ara