Biri 'Veda' etse, öteki geliyor!
'Mustafa' furyası yeni bitmişti ki 'Veda' tartışması başladı. Eleştiriler yağmur gibi geldi. Peki biz neden doğru dürüst bir Atatürk filmi çekemiyoruz? Ya da soruyu doğru soralım. Dört başı mamur bir Atatürk filmi çekilebilir mi? Bence çekilemez. En azından şimdilik...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-07 11:33:00
Atatürk'ün ölümünün üzerinden 72 yıl geçti. Halen gerçekçi bir biyografisine sahip değiliz. Bir ülkenin kurucusu, en büyük önderi hakkında neden dört dörtlük bir biyografi yazılmaz. Düşünün Atatürk'ün daha doğum gününü bile bilmiyoruz. Bir sohbetinde söylediği sözden hareketle sembolik 19 Mayıs tarihini kabul ediyoruz. Babasının fotoğrafının o bilinen fotoğraf olmadığını bizzat kendisi Falih Rıfkı Atay'a söylemişti. 'Bu adam babama hiç benzemiyor, bari benzeyen birini bulsaydınız.' Doğum yeri ise tam bir muamma. Selanik değil Manastır olduğu bugün yeni yeni konuşuluyor. Selanik'teki o ünlü evin sembolik olduğu artık kabul ediliyor. Bu son tartışmalar olmasa üvey babası Ragıp Bey'den çoğu kimse haberdar değildi. Ve üvey kardeşi Rukiye'yi daha sonra yanına evlatlık olarak aldığını kimse bilmiyordu. Ona tıpatıp benzeyen manevi oğlu Abdürrahim Tunçak mevzusu ise hiç tartışılmadı. Yıllarca yanından ayırmadığı Abdürrahim Bey yakın zamanda hayatını kaybetti. Sorup soruşturmadık. Üvey babası Ragıp'ın yeğeni Fikriye'nin intihar ettiği öğretildi yıllarca. Oysa yaver Rusuhi Bey tarafından vurulduğu konuşuluyor. Sahi Fikriye Hanım intihar ettiyse neden mezar yerini bilmiyoruz? Atatürk'ün annesiyle ilişkisi çok çalkantılıdır. Hem büyük bir sevgi hem de nefret ilişkisi vardır. Annesinin cenazesine katılmayışına 'işleri çoktu' savunması komiktir. Hadi işleri çoktu diyelim ama şu bilgiyi bize verecek biyografi neden yok. Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te hayata gözlerini yumdu. Mustafa Kemal Paşa, tam 15 gün sonra 29 Ocak 1923'te Bursa'da şampanyalar patlatarak evliliğe adım attı. Annesinin baskın karakteriyle hiçbir zaman yıldızı barışmadı. Latife Hanım'dan boşanmasına hiç girmiyorum. Halen Tokat'ta, Atatürk'ün ayağını masanın altından başka kadına uzatma masalına inanmaya devam edelim. Veya Livaneli'nin filmindeki gibi askerlerle konuşması üzerine sinirlenen Latife Hanım'ın sinir krizi hikayesine... Bu kadar sırlarla dolu bir hayat üzerine sağlıklı bir Cumhuriyet inşa edilebilir mi? Hem her şeyi ona havale edeceksiniz hem de onu tam manasıyla tanımayacaksınız. Ben 'insan' Atatürk'ü arıyorum. Zaaflarıyla, korkularıyla kahramanlıklarıyla Mustafa Kemal'i...
2- Normalleştiremedik, mucizelere inanmak istiyoruz
Bİz Türkler hep mucizelere inandık.
Alpaslan'ın 400 aslanıyla Anadoluya girişi mucizeydi. Fatih Sultan Mehmet bir mucizeyi başardı ve gemileri karadan Haliç'e indirdi. Çanakkale, Sakarya mucizenin dikalasıydı. Bu yüzden 'Şu Çılgın Türkler' adlı safsatalarla dolu kitap milyonlarca sattı! Kimse gerçeği öğrenmek istemedi, sorgulamadı. Doğru 'Şu Çılgın Türkler' bir mucizeydi, ama kitabın satış mucizesi. Yokluklar içinde bir avuç Türk, düvel-i muazzamayı dize getiriyordu. Bayıldık... Ama gerçekten öyle miydi? Bir kere Çanakkale ile Kurtuluş savaşını birbirinden ayırmamız gerekiyor. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale'ye bakınca çok çok küçük bir savaştır. Kurtuluş Savaşı'ndaki esaslı kapışmamız sadece Yunanlılarla olmuştur. Fransızlarla İtalyanlarla hep çete savaşları yapıldı. Demirci Mehmet Efe ve sonradan hain ilan ettiğimiz Çerkez Ethem, çete savaşlarının öncüleriydiler. Tarihimizi tek kişiye indirgemek bizi büyültmez, sadece çocuklaştırır. Mustafa Kemal 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktı diye başlayan bir tarih yazımı, masalsıdır. Gazi'nin ittihatçılarla
nasıl boğuştuğunu, Sivas'ta reisliği almak için
Rauf Bey ve ekibiyle nasıl mücadele ettiğini anlatmadan hangi duygusallıktan bahsedebiliriz. Atatürk'ün mucizesini arıyorsanız bu Sivas'tadır.
3- Nutku, resmi tarihin en temel metni olarak kabul ettik
Cumhuriyetimizin resmi tarihinin temel metinini 'Nutuk' oluşturur. Ama Atatürk'ün 1927'de kaleme aldığı Nutuk da tarihi değerinden daha çok siyasi bir metin olarak algılanmalıdır. 1926'da (Gazi'ye suikast davasıyla) İttihatçı temizliği yapılmış, Osmanlı ile yarım kalan hesaplaşma tamamlanmış, Atatürk'ün tüm bu olan biteni açıklama ihtiyacından doğmuştur. 1927 Nutku siyasi bir cevap metnidir. Oysa biz ne yapıyoruz? O metni esas alarak bütün tarihimizi yazmaya soyunuyoruz. Haliyle yanıltıcı oluyor. Atatürk ilk kez 1927 sonunda İstanbul'a gitti unutmayalım. Atatürk döneminin insanlarının hatıraları ise oldukça dikkatli okumaya muhtaçtır. Sadece bir kişinin anılarından yola çıkarsanız sonunuz felaket olur. (Livaneli gibi yaveri ve çocukluk arkadaşı diye Salih Bozok'u baz alırsanız, durum Veda'daki gibi olur.) Hangi hatırayı nasıl okumanız gerektiğini, kimden ne alacağınızı bilmelisiniz. Örneğin Ali Fuat Cebesoy'un hatıraları yazıldığı yıllara göre şekil değiştirir. Anılar ya Atatürk'ün etkisinde kalanların ya da tam düşmanlarının yazdıklarıdır. Rıza Nur'u okuyarak Atatürk'ten nefret edebilirsiniz veya Hasan Rıza Soyak'ın anılarını okuyarak mistik bir Atatürk'le karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar yaşadığı dönemde 'Atatürk'ün dili' dense de Falih Rıfkı'nın yazdığı Çankaya (dikkatli okumak şartıyla) en sağlam kitaptır. Bir de bana en samimi gelen uşağı Cemal Granda'nın anılarıdır. O kadar saf bir adamdır ki Granda içinde hiçbir şey saklamaz, olduğu gibi anlatır.
4- Sadece kurucu önder ve tarihi bir şahsiyet olsaydı işimiz kolay olurdu
Atatürk bizim için sadece kurucu önder ve tarihi bir şahsiyetten ibaret değildir. Öyle olsa işimiz kolaydı. Ama Atatürk bizim kurucu doktrinimizin adıdır. Bu ülkede modernleşmenin, çağdaş eğitimin adıdır. Karlofça'dan beri parçalana parçalana küçülen bir milletin son büyük çıkışının adıdır. Atatürk bizim yaşam gustomuzdur. Onun gibi giyinebilen ve giydiği üzerine bu kadar yakışan bir başka lider gördünüz mü? Pelerinli fotoğraflarını bir hatırlayın. Ve sonraki siyasi liderlerimizi
bir de pelerinle düşünün... Mesela Turgut Özal'ı... Boyları hemen hemen aynıydı. Atatürk bir köy çocuğuydu ama bir salon adamı olarak hayatını tamamladı. Centilmendi.
Parlak bir zeka, kusursuz bir stratejist, bir zamanlama dehasıdır. Aynı zamanda kararlı bir devlet adamıdır. Gerektiğinde en yakın arkadaşlarını bile harcamaktan çekinmeyen sert bir otoritedir. Tüm bunların ötesinde Atatürk
bizim kuruluş felsefemizin adıdır. Onun zaafları eksiklikleri
açmazları sanki 80 yıllık Cumhuriyetimizin eksikleriymiş gibi algılanıyor. O zaman Atatürk'te tartışılamaz kalıyor.
5- Sinemamız, tarihi filmi layıkıyla çekebilecek düzeyde değil
Hakkıyla tarihi bir film çekebildik mi? Bir kere buna uygun bütçeyi Türk sinemasının bulması zor. Dahası Hollywood gibi yaratıcı sinema unsurlarını bir araya getirecek bir sinema sektörümüz yok. Kadrajı kadar olan bir sinemamız var. Bir Truva, bir Braveheart veya Titanic gibi yapımlar bizden çok uzak. Ama bunun için öncelikle net, düzgün, çocuksuluktan arındırılmış bir tarihe ihtiyacımız var. 'Bir millet uyanıyor'dan daha iyisini çekemedik. Çünkü izleyici anlatılan hikayeyi inandırıcı bulmuyor. Düşünsenize 2010 yılındayız, Hollywood Avatar'ı çekerek hayal dünyasına müdahale ediyor, biz ise halen daha birdirbir oynarken eğilmeyen çocuk tiplemesiyle uğraşıyoruz. Daha büyük kahramanlık hikayemiz olan Çanakkale'yi bile çekemedik. Edirne'nin geri alınması , Balkan göçü, Sarıkamış önümüzde duruyor. Birine devlet el atsa ya... Küçücük İsrail mağdur imajını nasıl yarattı sanıyorsunuz? Kusursuz soykırım filmleriyle...
Şu yaptığımız Atatürk filmlerine bir bakın... Sinemasal olarak binbir hatayı bir tarafa bırakın... Oyuncunun Kemal Paşa'ya benzeyip benzememesi hiç önemli değil, yarattığımız karakteri eğer tanımasak korku filmi zannedebiliriz. Çünkü gerçek değil. Sahici değil, ayakları yere basmıyor. İlkokul kitaplarından bu yana bu anlatıma alışık olan izleyici de haliyle soğuk soğuk beyaz perdeye bakıyor. Bir de Atatürk'ü çocukluğundan başlayıp hayatının tamamını anlatma telaşı var ki insan sormadan edemiyor? Niye? Atatürk'ün hayatından bir kesit alamaz mısınız? Örneğin ittihatçılardan mühürü kaptığı Sivas Kongresi'ndeki büyük kapışma günlerini veya milli mücadeleye çıkmadan İstanbul'da geçirdiği 6 ayı anlatan bir film ne güzel olur... Başlı başına aşkları bile mükemmel bir film olabilir.
SONUÇ: YÜZLEŞMEK GEREK
İŞte bu sebeplerden layıkıyla bir Atatürk filmi çekilemez. Çünkü henüz kendi tarihimizi bilmiyoruz, yüzleşmedik. İdeolojik kamplaşmanın toz bulutu içinde, 'Mustafa' veya 'Veda'yı izleyerek sadece bir kısım mahir girişimcilerin kariyer ve ticari hesaplarına alet oluyoruz, o kadar.
Durun..! Şimdi daha kötüsü ve karikatürize olanı geliyor. Turgut Özakman'ın 'Dersimiz Atatürk' önümüzdeki günlerde vizyona giriyor. Asıl felaket orada. Atatürk filmi çekmek için önce çıkarsız ve dürüst bir geçmişe sahip olmak, kendini bu ülkeye ve Cumhuriyetimize sadakatle bağlı hissetmek, tarihimizi harf harf sökmüş olmak gerek. Hakikatin ipine sarılmak gerek. Gerçeğin yakıcı etkisinden de çekinmemek gerek. Sonrası kolay. O filme ruh da verilir, canda...
Kaynak: Akşam
SON VİDEO HABER
Haber Ara