Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Talat’ın en zor zamanları

Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) liderliğinden Cumhurbaşkanlığına uzanan Talat, siyasi hayatının muhtemelen en sıkıntılı aylarını yaşıyor.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-02-23 22:03:00

Talat’ın en zor zamanları
Türkiye’nin asker-sivil yöneticilerinin 90’lı yıllar boyunca üzerine çarpı attıkları, Kuzey Kıbrıs’ın iki kitlesel sol partisinden biri olan Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) liderliğinden Cumhurbaşkanlığına uzanan Mehmet Ali Talat, siyasi hayatının muhtemelen en sıkıntılı aylarını yaşıyor.

Bu ıstırabın sona erişi de öyle görünüyor ki kesin ama dramatik olacak: 18 Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Başbakan Derviş Eroğlu tarafından yenilgiye uğratılmak…

Aslında Kıbrıs’ta koşullar uzun bir süre Talat’ın lehine seyretti. 2002 Kasımı’nda Türkiye’de statüko-dışı AKP’nin iktidara gelmesi, her şeyiyle Türkiye’ye bağlı ve bağımlı Kuzey Kıbrıs’ta da statüko-dışı bir iktidarı olası kılmış, bir ay sonraki AB zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin yakın gelecekte başlamasının yolunu açan kararın çıkması da Kıbrıs’ta çözümü bir bakıma dayatır olmuştu. Öyle ya, Türkiye’nin “Kıbrıs Rum Kesimi”, dünyanın geri kalanının ise “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye adlandırdığı devletin de aralarında bulunduğu 10 yeni üye 1 Mayıs 2004’te AB’ye katılacaktı. Ancak bu devletin topraklarının yüzde 30’undan fazlası ama öyle ama böyle fiilen Türkiye’nin işgali altındaydı. İşin kötüsü, Türkiye’nin de girmek istediği AB’ye Türkiye’den çok daha önce üye olacaktı “Kıbrıs”. Türkiye’nin AB üyelik sürecinin devamı için bir çözüm şart, takvim ise sıkışıktı. Annan Planı 1 Mayıs 2004’ten 1 hafta önce adanın her iki tarafında oya sunulmak üzere, ivedilikle hazırlanmaya başladı. Bu arada 2003 sonunda KKTC’de seçimler yapıldı ve Talat bir koalisyon hükümetinin lideri olarak Başbakanlık koltuğuna oturdu. 24 Nisan 2004’te her iki tarafta Annan Planı referandumu yapıldı ve… Neticeyi biliyorsunuz.


BAŞKA BİR CUMHURİYETİN C’Sİ

Kıyamet kopmadı tabii. AB Türkiye’ye “toprağımda işgalcisin, çekilmezsen adaylığın askıda” demedi. Kıbrıs Türk halkı da çözümden yana tavrını sürdürdü. 2005 seçimlerinden CTP galip çıktı, gene aynı sene yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini de Talat kazandı. Kıbrıs’ta olası bir çözümde rol oynamaya uygun bir parti görünümündeydi CTP. 1970 yılında kurulmuş bir partiydi ve ismindeki “Cumhuriyetçi” sözcüğü KKTC’nin C’sini değil, Türklerle Rumların barış içinde birarada yaşayacakları iki toplumlu bir cumhuriyeti temsil ediyordu. Kıbrıs Türk solu Soğuk Savaş yıllarından bu yana bağımsız, bağlantısız, iki toplumlu, birleşik bir Kıbrıs’a ulaşmayı hedefliyordu. Başlıca temsilcisi komünist AKEL olan Kıbrıs Rum solu da aynı idealin takipçisi olagelmiş, bu yüzden toplumlararası kesintili çatışma yıllarında (1963-74) Rum ve Türk milliyetçileri birbirlerini öldürmenin yanı sıra, “kendi” toplumlarındaki solcuları da hedef almaktan çekinmemişlerdi. Hiç ayrılmayan iki dost ve yoldaşın, Kıbrıslı sendikacılar Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişauli’nin 1965’te birlikte öldürülmesi, cinayetler silsilesinden günümüze bu iki ismi barışın sembolü olarak taşıdı. Talat’ın, eski EOKA’cı Tasos Papadopulos yerine Şubat 2008’de Rum kesiminin Cumhurbaşkanı seçilen Dimitri Hristofyas’tan “yoldaşım” diye bahsetmesi dolayısıyla sözel bir hoşluktan çok daha fazlasıydı.

Talat Eylül 2008’de Rum tarafıyla yeni bir anlaşma zemini oluşturmak için Hristofyas ile müzakerelere başladı…

CTP 1983’te KKTC’nin ilan edildiği meclis oturumunda istemeye istemeye, daha doğrusu baskı altında olumlu oy kullanmıştı. 1990 seçimlerinden sonra, seçimlere müdahale edildiği için meclisi boykot etmişti. Partinin eski lideri Özker Özgür Aralık 1995’te partisinin -koalisyon ortağı olarak- hükümet olsa da iktidar olamadığını vurgulayarak kabineden istifa etmişti. Türkiye’nin ada siyasetine (tabii ki sol partilerin aleyhine) müdahaleleri bazen en “olmadık” biçimlerde tezahür ediyordu. Örneğin 2000 yazında koalisyonun küçük ortağı, bir diğer sol parti olan Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin lideri Mustafa Akıncı polisin TSK’ya bağlı Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı yerine KKTC İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasını isteyince adadaki kuvvetlerin komutanı tuğgeneral bir tören esnasında Akıncı’yı fırçalamış, Akıncı ise “protesto ediyorum” deyip töreni terk etmiş ve “biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz” diye açıklamada bulunmuştu. CTP’li Talat da Genelkurmay’dan komutanı görevden almasını talep etmişti.

“GELEN GİDENİ ARATTI”İşte Kıbrıs Türk solu böylesine sıkıntılı dönemlerin ardından sadece hükümet değil, iktidar da oldu. Üstelik 2 yıldır karşısında muhatap olarak güneydeki solun lideri var. Ancak işler hiç yolunda gitmiyor. Hristofyas geçen ay Talat’ın hem ilerleme istediğini, hem de “kabul edilemez, uzlaşılmaz ve olumsuz öneriler” sunarak çelişkiye düştüğünü savundu. Kıbrıs tarihi üzerine 20’den fazla kitabı bulunan yazar Ahmet An “CTP ve Talat, muhalefette iken söylediklerinin tam tersini yaptılar. Gelen gideni arattı” yorumunu yapıyor: “İki tane FIR hattı, kuzeydeki federal merkez bankasında ayrı altın rezervi gibi ayrılıkçı önerileri masaya getirdiler. En sonunda Türkiye'nin kendi uyruklarına güneyde seyahat, yerleşme vb. özgürlükleri talep etmesi bardağı taşıran son damla oldu. Hristofyas da ‘bunu AB ile görüşün’ dedi. Ama galiba son haberlere göre, Talat ayrılıkçı önerilerin bir kısmını geri çekmiş. Nisan öncesi bazı manevralar olacak gibi”.


“ADA BAYRAKLARLA VE CAMİLERLE DONATILIYOR”

Mehmet Ali Talat, kendi solundan şiddetli tepki gören bir lider. Kuzey Kıbrıs’ın küçük ama sokak eylemleriyle dikkat çeken sol partisi Yeni Kıbrıs Partisi, Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin yayınladığı bildiride “Derviş Eroğlu bir seçenek olmadığı gibi, Talat da seçenek değildir” görüşünü savunuyor: “CTP’nin hükümetlerde bulunduğu dönemlerde taksim süreçleri hep “barışçıl” yollarla ileriye doğru ciddi seyir halinde oldu… 2003 sonrası hükümete gelen CTP demografik yapının değişmesine ciddi katkılar yaptı… Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türkleştirme-Sünni-İslamlaştırma adeta kuzeyin her metre karesine işlendi. Ada baştanbaşa bayraklarla ve camilerle donatıldı. Kuran kursu talepleri doğallaştı… Irkçı, ayrılıkçı, şoven açıklamalar her yana sindi. Talat başta bulunduğu tüm süreç boyunca “Rumlar barış istemez”, “Rumlar bizim nefes almamızı bile istemez” deyip durdu… ‘Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz’ sloganı ile geldi, bir röportajında net olarak son durumu ortaya koydu: ‘otur derlerse otururum!’”.

Görüşlerine başvurduğumuz Ahmet An’ın eleştirileri de benzer minvalde: “Talat ve CTP, kendilerini iktidara getiren sol güçler birliğine (Bu Memleket Bizim Platformu) iktidarda yer verebilir ve “Kıbrıslı bir çözüm” için Hristofyas ile anlaşabilirdi. Türkiye de garanti meselesi ile ilgilenebilirdi, teorik olarak düşünülürse. Ama pratikte ben buna hiç inanmadım. Çünkü ideolojik yapıları buna uygun değildi. Nitekim Platform'un ilk ziyaretinde ‘bu iş buraya kadar’ diyen Talat, Türkiye’nin politikasını sürdürmeye soyundu”.

UBP: RUMLARA YAMA YAPILMAK İSTENİYORUZ

Peki Rum tarafıyla Eylül 2008’den beri sürekli müzakere halinde olan Talat, gerçekten de adanın taksimine zemin hazırlayacak biçimde, KKTC’nin egemenliğini Rumlara kabul ettirmeyi ve olası yeni federal devletin Türk kesimine “fazla” egemenlik sağlamayı mı hedefliyor? Görülen o ki, en azından Başbakan Derviş Eroğlu’nun Ulusal Birlik Partisi (UBP) bu görüşte değil. Nisan 2009 seçimlerinde CTP’yi yenilgiye uğratarak iktidara gelen ve 2005’ten beri yere sağlam basan Talat’ın bir ayağını artık yaş tahtaya bastıran UBP’nin seçim öncesi bildirgesinde şu ifadeler dikkat çekiyordu: “Devletimiz mevcut iktidarın tavizkâr tutumu ve kötü yönetimine karşın dimdik ayaktadır… Rum tarafının kendi tahakkümüne dayalı bir çözüm istediğini açıkça ortaya koymasına rağmen mevcut iktidarın ‘tek egemenlik’ prensibini kabul etmesi Kıbrıs Türk Halkı’nın haklarının savunulması açısından affedilmez hatalardır… İktidarın hataları sonucu adeta sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olmaya zorlanmaktayız”.


‘KONFEDERASYON’UN DÖNÜŞÜ
UBP’nin aynı seçim bildirgesinde, Türkiye’nin 90’ların sonu-2000’lerin başındaki resmi tezi olan, ancak AKP iktidarı ve Annan Planı’yla büyük ölçüde terk edilen ‘konfederasyon’ görüşü savunuluyor. “Öngörülen federasyona, ancak adadaki iki bağımsız ve egemen Devlet’in oluşturacağı konfederal bir yapı noktasından başlanıp evrim yoluyla ulaşılabilir” deniyor, “herhangi bir anlaşma, iki halk ve iki devletin egemen eşitliği temelinde yapılmalıdır” görüşü ileri sürülerek olası yeni devletin kurucu unsurlarına ‘oluşturucu eyalet’ değil ‘kurucu devlet’ denmesi savunuluyor. Yani UBP mealen “Rumlar KKTC’yi tanısın” diyor.

“YETER AĞLADIĞIN…”UBP’nin iktidara geldiği Nisan 2009’dan bugüne Talat’a bakış açısında bir değişme olmadığı, partinin yayın organı Güneş gazetesinde 25 Ocak’ta çıkan, “Çok açılma Talat, domuz gribi olursun” başlıklı imzasız bir yazıdan kolaylıkla anlaşılabiliyor: “Yeter artık yarattığın tehlikeler, tehditler. Yeter artık verdiklerin… Bırak git. Yeter artık yabancılara yalvardığın. Yeter artık Hristofyas’ın önünde ağladığın”.

Nisan’daki seçimlerde büyük ihtimalle işte bu UBP’nin lideri Eroğlu Cumhurbaşkanı seçilecek. Ancak burada bir nüans var. Böylesi bir partinin Cumhurbaşkanlığını, yani Rumlarla müzakere yürüten Türk toplum liderliği pozisyonunu elde edecek olması Kıbrıs’ta bir çözümsüzlüğün mevzubahis olacağı, hatta adanın sonsuza kadar bölüneceği anlamına gelmiyor. Rum liderliğinin Eroğlu yerine Talat gibi bir muhatabı tercih edeceği şüphe götürmez. Ancak zaman aleyhlerine işlediği, bölünmüşlük sürdüğü halde, Rum kesiminde de bir “cool”luk göze çarpıyor.

“RUMLARIN TUZU KURU”İngiliz The Economist dergisi geçen Aralık’ta yayınladığı bir değerlendirmede Kıbrıslı Türklerin çözümden yana olduğu, çünkü çözüm olmadan tanınmayacakları ve izolasyonların kalkmayacağı, ancak AB üyesi olan Rumlarda böyle bir durumun olmadığı belirtiliyordu. Economist’in mealen “Rumların tuzu kuru” analizine Kıbrıslı araştırmacı-yazar Ahmet An da katılıyor: “Hep söyledim. Kıbrıs Cumhuriyeti demokratik ve federalist bir plan sunsa, bizim sarılacağımız bir can simidi olurdu. Ama onlar da ne koparırsam sevdasında oldukları için, buna yanaşmıyorlar... Onların tuzu kuru. Olan bize oluyor. Nüfusumuz 100 binin altına düştü diyorlar. Son AP raporunda da Türkiyeli yerleşikler, bizim iki katımız olarak gösteriliyor”.

LEFKOŞA’YA DEĞİL ANKARA’YA BAK
Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyeliğinin imkânsız olduğu aşikâr (buradan Kıbrıs çözülünce Türkiye üye olacak gibi bir sonuç çıkmasın). AB üyeliği Türkiye’nin adeta “ezelden ebede” stratejik hedefi. Bu hedef ana akım siyasetiyle, asker-sivil bürokrasisiyle (bilhassa Ergenekon temizliklerinden sonra), sermaye sınıfıyla Türkiye’nin vazgeçilmezi. Kıbrıs Rum kesiminin rahatlığı da anlaşılan buradan kaynaklanıyor. Siyasi geçmişi ortada olan Talat bile Türkiye’nin paralelinde bir siyaset yürütmek durumunda kaldığına göre (memur maaşları Ankara’dan ödenen bir devletin başında olsanız siz ne yapardınız?), “ideolojik altyapısı” itibariyle Eroğlu bu paralelliği haydi haydi çekecektir. Kıbrıs sorunu çözülür mü diye düşünürken aslında Kıbrıs Türk liderliğine değil, Ankara’ya bakmak gerekiyor. Talat’a da ufukta en azından bir beş yıllık siyasi mola görünüyor.

Kaynak:ntvmsnbc

Haber Ara