Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Ekseni kayan Türkiye mi dünya mı?

Dünyayı "Tek ve çok kutuplu" diye ayıran Batılı stratejistlere kamu politikaları profesörü Jack Goldstone'nun itirazı var. Goldstone'ye göre bunlar cahil, önlerini göremiyor.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-01-28 17:46:00

Ekseni kayan Türkiye mi dünya mı?
Cemal Demir'in haberi...

Robert Marks'ın, 1400 - 1900 yılları arasındaki sosyo ekonomik serencamımızı konu ettiği "Modern Dünyanın Kökleri" adlı kitabında belirttiğine göre, 1400 senesinde yerkürede doğudan saymaya başlayacak olursak, Japonya, Kore, Çin, Çin Hindi, Batı Asya İslam uygarlığı, Avrupa, Aztek ve İnka uygarlıkları hükümfermaydı. 1400 senesinde, dünyanın okyanuslardan ve denizlerden geriye kalan yaklaşık 155 milyon kilometrekarelik toprağının kaçta kaçında biz insanlar yaşıyorduk biliyor musunuz? Yüzde 7'sinde. Yani taş çatlasa 11 milyon kilometrekarelik alanda. Çünkü, ancak bu kadar alan tarıma elverişliydi ya da buzla, çölle, steple, bataklıkla kaplı değildi. Peki, bugün yaklaşık 7 milyar insan olarak dünyanın ne kadarında yaşıyoruz biliyor musunuz? Yine aynı. Yani dünya karalarının sadece yüzde 7'sinde yani o aynı taş çatlasa 11 milyon kilometrekaresinde. Yani bu gezegen büyük çoğunluğuyla hiçbir zaman bizim değildi ve bugün de bizim değil. Ne kadar kalabalık olursak olalım işte o bir parça toprağında yaşayıp gidiyoruz.

18'nci yüzyılın sonlarında İngiliz ekonomist Thomas Malthus, gıda üretiminin aritmetik, insan nüfusunun ise geometrik büyüdüğünü iddia ederek, birgün gıdasız kalacağız savını kaydetti. Ancak, 19'ncu yüzyıl sonundan itibaren insanoğlu, tarımsal doğal gıda üretiminin yanı sıra fabrikalarda da gıda üretmeye başlayınca Malthus'un tezi bir parça gölgede kaldı. 42 sene önce, dünyanın nükleer bomba dehşeti yaşadığı yıllarda ise Alman biyolog ve tıp doktoru Paul Ehrlich, "Bırakın nükleeri, 'nüfus bombası' diye bir bomba geliyor ki, gezegendeki yaşamımızı asıl bu bitirecek" diye feveran etti. Ona göre, nüfus patlaması sebebiyle 1970'ler ve 1980'lerde dünyadaki herkes kitlesel açlıkla yüzyüze gelecekti. Ancak, bütün dünyada yaygınlaşan doğum kontrolü ve değişen sosyal hayat değerleri bu korkuyu da boşa çıkardı. Birleşmiş Milletler Nüfus Dairesi, yerküredeki insan nüfusunun artışının, yaklaşık 1000 yıldır ilk kez 2050 yılında duracağını açıkladı.

Foreign Affairs dergisinin Ocak-Şubat 2010 sayısının "Yeni nüfus bombası" adlı kapak dosyasında kamu politikaları profesörü Jack Goldstone "Dünyayı değiştirecek 4 mega trend" başlığıyla kaleme aldığı analizde önemli tespitlerde bulundu.

Goldstone'un temel tezine göre 21'inci yüzyılda uluslararası güvenlik, artık 20'nci yüzyıldaki gibi dünyada kaç insan yaşadığına değil, insanların dağılımına, nerede nüfusun arttığına nerede azaldığına, nerede nüfusun yaşlı nerede genç olacağına bağlı olacak.

18'nci yüzyılın başlarında dünya nüfusunun beşte biri - Rusya'yı da dahil edersek - Avrupa'da yaşıyordu. Sanayi devrimi ile beraber Avrupa nüfusu adeta patladı. Birinci Dünya Savaşının başladığı gece Avrupa nüfusu bir önceki yüzyılın 4 katına ulaşmıştı. 1913 senesinde Avrupa'da Çin'dekinden daha çok insan yaşıyordu. Avrupa ve Kuzey Amerika'nın ortak nüfusu dünya nfusunun yüzde 33'üne ulaştı. Ancak dünyanın bu genel nüfus tablosu, 1. Dünya savaşını müteakip temel sağlık ve temizlik hizmetlerinin dünyanın fakir bölgelerine de yayılmasıyla değişmeye başladı. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da insanlar daha uzun yaşamaya ve doğum oranı da artmaya başladı. 2003 senesi itibarı ile ABD, Kanada ve Avrupa'nın ortak nüfusu, dünya toplam nüfusunun sadece yüzde 17'si. 2050 yılında ise yüzde 12'si olacak.

Sanayi devrimi Batı'yı sadece insan sayısı olarak değil, ekonomik olarak da uçurdu. Tarihçi Angus Maddison'ın verdiği bilgiye göre, 19'ncu yüzyılın başında Avrupa, ABD ve Kanada, dünyadaki toplam gayrisafi hasılanın yüzde 32'sini üretiyordu. 20'nci yüzyılın ortasında yani 1950'de bu oran yüzde 68'e kadar çıktı. Yani daha 60 yıl önce dünyadaki toplam gayrisafi hasılanın üçte ikisinden fazlası Batı'da üretiliyordu. Elbette, nüfustaki büyük düşüşle beraber bu alanda da Batı'da erime başladı. 2003 senesi itibarı ile bu oran yüzde 47'ye geriledi. Uzmanlar, düşüşün bundan sonra çok çok daha hızlı olacağında hemfikir. Bugünden 2050 senesine kadar kişi başına düşen gelirdeki yükseliş oranı da Avrupa, ABD ve Kanada'da, tıpkı 1973 - 2003 yılları arasında olduğu gibi ortala yüzde 1,6 seviyesinde kalacak. Ama dünyanın geri kalanında bu artış oranı yüzde 2,5 olacak. Avrupa, ABD ve Kanada'nın toplam gayrisafi hasılası 2050'de bugünkünün sadece iki katı olacak. Dünyanın geri kalanında ise 5 kat büyüyecek. Yani, 2050 yılına kadar dünyanın gayrisafi hasıla üretiminin neredeyse yüzde 80'i Avrupa, ABD ve Kanada'nın dışında gerçekleşecek.

Batı'nın düşüşünü yaşadığımızın çok az insan farkında. Olaylara günlük bakanlar farketmese de dünyanın sosyo ekonomik ekseni dramatik şekilde değişiyor.

Dünyanın orta sınıfı nerede?

Ekonomistler, kabaca, araba, beyaz eşya, elektronik gereçler satın alabilen kesime orta sınıf diyor. 2050 senesinde küresel ortasınıfın büyük çoğunluğu bugünkü gelişmekte olan ülkelerde olacak. Dünya Bankası öngörülerine göre 2030 senesinde gelişmekte olan ülkelerde ortasınıfın toplam nüfusu 1,2 milyar olacak. Yani 2005'tekinden tam yüzde 200 daha fazla. Bu şu demek; 2030 senesinde gelişmekte olan ülkelerdeki sadece ortasınıfın toplam nüfusu, Avrupa, ABD, Kanada ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin toplam nüfusundan fazla olacak. Yani bugünden tezi yok küresel ekonomik büyümenin dinamosu, Türkiye, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya ve Meksika gibi yeni sanayileşmiş ülkeler.

Bugün 60 yaşında insanların nüfuslarına oranı Çin ve Güney Kore'de yüzde 12 - 15, Avrupa Birliği, ABD ve Kanada'da yüzde 15 - 22 ve Japonya'da yüzde 30 seviyesinde. 2050 yılında Amerikalıların, Kanadalıların, Çinlilerin ve Avrupalıların yüzde 30'u, Japonya ve Güney Korelilerin ise yüzde 40'ı 60 yaş ya da üzeri olacak. Bu ekonomik olarak ne demek? Üretimden çekilmiş emekli nüfusu büyük oranda artarken, üretime katılacak nüfus büyük oranda azalacak demek.

Bugün, 15 yaşından küçük her 10 çocuktan 9'u gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Ve bu ülkeler dünyanın doğum oranı en yüksek ülkeleri olmaya devam edecek. Bugünden, 2050 yılına kadar dünya nüfusunda meydana gelecek artışın yüzde 70'i, gelişmekte olan 24 ülkede meydana gelecek. Ve bu ülkelerin nüfusları en stratejik güçleri olacak. Gelişmiş Batı ve Kuzeydoğu Asya ülkeleri şimdiden sağlıklı göçmen kabulü için sistemler geliştiriyor. Bu göçmen trendi ise sadece ekonomik sonuçlara yol açmayacak. İşte bu noktada çok önemli bir kültürel sonuç da ortaya çıkacak.

21'nci yüzyıla Müslüman ülkeler damga vuracak

Önümüzdeki yarım yüzyıl, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeleri dünyadaki en önemli insan kaynaklarından biri haline getirecek. 1950 yılında, Türkiye, Bangladeş, Mısır, Endonezya, Nijerya ve Pakistan'ın toplam nüfusu 242 milyondu. Dünyanın en fazla Müslüman nüfusuna sahip bu 6 ülkesinin bugünkü toplam nüfusları 886 milyon. Bu nüfus hızla büyümeye devam ediyor ve tahminlere göre 2050 yılına kadar 475 milyon daha artacak. Karşılaştırma yapmak gerekirse, bugün 6 gelişmiş Batı ülkesinin 2050 yılına kadar toplam nüfusu ise sadece 44 milyon artacak.

Bugün dünyada en hızla büyüyen 48 ülkenden 28'inin, nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkeler olduğuna dikkat çeken Foreign Affairs, "Bu sebeple, Batı'nın Müslümanlarla ilişkilerini geliştirmesi bir mecburiyettir" diye yazıyor. Bu arada Profesör Jack Goldstone, son dönemde, Avrupa'da İslam korkusunu körüklemek için "Avrupa'nın Müslüman nüfusun eline geçeceği" iddialarını da saçma buluyor.

Köyden indik şehre...

21'nci yüzyılda insan soyunun karşılaşacağı riskleri daha ağırlaştırabilecek trendlerden biri de, şehirleşmenin beklenmedik oranda artması. Bazı araştırmalara göre 2008 yılında, resmi bazı değerlendirmelere göre ise tarihte ilk kez bu sene şehirlerde yaşayan insan sayısı kırsalda yaşayan insan sayısını geçecek. Daha 1950 yılında dünya nüfusunun yüzde 30'undan bile azı şehirlerde yaşıyordu. 2050 senesinde ise bu oran yüzde 70 olacak. Özellikle Asya ve Afrika'nın fakir ülkeleri çok daha hızla şehirleşiyor. Sebebi de tarımın daha az insana ihtyaç duyacak şekilde gelişmesi ve şehirlerde sanayileşme ve yaygınlaşan hizmet sektörünün daha fazla iş imkanı doğurması. Şu anda dünyanın Mumbai, Mexico City, Yeni Delhi, Şanghay, Kalküta, Karaçi, Kahire, Manila, Lagos, Cakarta, gibi en büyük kentsel yığınlarının çoğu hep düşük gelir seviyesine sahip ülkelerde.

Gelir seviyesi düşük bu ülkelerin çoğu nüfusu 1 milyondan fazla birden çok şehre sahip. Pakistan'da 8, Meksika'da 12 ve Çin'de tam 100 tane milyonluk şehir var. Birleşmiş Milletler, Sahara'nın güneyindeki Afrika'da şehirlerde yaşayan toplam nüfusun bugünkü 300 milyondan, 2050 yılına kadar 1 milyara ulaşacağını öngörüyor. 2050 senesine kadar şehirlerdeki insan nüfusu toplam 3 milyar kişi daha artacak. Bu ne demek?

Birincisi, şehirlere göre üretilecek fikirler, ürünlerin çağı olacak. 1930'ların kırsal ikliminde doğmuş serpilmiş dünya görüşlerinin, yönetim anlayışlarının, ideolojilerin hepsi karikatüre dönüyor, dönecek. İkincisi, gelişmekte olan ülkeler ciddi iç karışıklıkları ve çalkantılar yaşayamaya devam edecek. Çünkü gelişmekte olan ülkeler, kentleşmeye bugünkü gelişmiş ülkere göre çok daha düşük milli gelirlerle giriyor. Örneğin ABD, yüzde 65 kentleşme oranına ancak 1950 yılında ulaştı. Ve o yıl ABD'nin kişi başına geliri 13 bin dolardı. Bugün aynı kentleşme oranına, Nijerya, Pakistan ve Filipinler gibi ülkeler kişi başına geliri 1800 - 4 bin dolar aralığında ulaştı.

Nüfus uzmanları, bu şekilde düşük gelirle milyonluk şehirlere doluşan yığınların, Charles Dickens'in romanlarındaki gibi fakirlik ve anarşi kaynağı olacağını belirtiyor. 19'ncu yüzyıl başında benzeri bir hızla kentleşme yaşayan Avrupa, aynı sorunları da tecrübe etmişti. Kitlesel devrimlere ya da devrim girişimlerine sahne olmuştu Avrupa.

Üçüncü dünyanın birinci gelmesi...

Üçüncü dünya, tabiri bana uzun süre ilginç gelmiştir. Aşağı yukarı hangi ülkeler için kullanıldığını biliyorum. Bu hesaba göre birinci dünya ülkelerinin hangileri olabileceğini de tahmin edebiliyorum. Ama, ya ikinci dünya? Kim bunlar? Bugün neden hiç duymuyoruz? Bunun nedeni bütün bu tanımlamaların kaynağının Soğuk Savaş dönemi yıllarına dayanması. İşleri güçleri ayırmak olan Batılı stratejistler, Soğuk Savaş döneminde de dünya ülkelerini, üç gruba ayırdılar. Bu hesaba göre, Batılı sanayileşmiş demokrasileri "birinci dünya", sanayileşmiş komünist ülkeleri de "ikinci dünya" diye andılar. Gelişmekte olan ülkelere ise "üçüncü dünya" olmak kaldı. Bir ve iki numaranın, kendi saflarına kazandırmak için mücadele alanı oldu bu gariban üçüncüler.

1990'ların başından itibaren Batılı stratejistler "şimdi ne diye ayıralım" diye düşünürken, "Amerikan hegemonyasında tek kutuplu dünya var artık" diyenlerle, "ABD, Avrupa, Çin arasında çok kutuplu dünya var" diyenler diye kendileri ikiye ayrıldı. Ancak, işte Profesör Goldstone diyor ki, "Bunlar işte hep böyle cahil. Önlerini göremiyorlar. Dünyadaki dramatik nüfus değişiminin herşeyi nasıl derinden değiştirdiğini göremiyorlar". Diyor da ne yapıyor? Kendisi de hemen dünyayı üçe ayırıyor. Hızla ihtiyarlaşan dünyaya (Kuzey Amerika, Avrupa, Asya'nın Pasifik Şeridi) birinci dünya, genç nüfusa sahip hızla büyüyen ekonomisi sağlam dünyaya (Brezilya, Türkiye, İran, Meksika, Tayland, Vietnam) ikinci dünya ülkeleri, ve nüfusu hızla büyüyen genç ama fakir ülkelere de üçüncü dünya diyor. Profesör Goldstone diyor ki, dünyanın bundan sonraki kaderinde en hayati role işte bu ikinci dünya ülkeleri sahip. Hem ekonomik gelişmede, hem de uluslararası güvenlikte kilit rol oynayacaklar. G8 bu sebeple çöpe gitti de yerine bir Birinci ve İkinci dünya ülkeleri koalisyonu olan G20 ikame oldu. Goldstone, Brezilya, Türkiye, Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerin küresel ekonominin enerji kaynağı haline geldiğine işaret ediyor.

Bu ikinci grup ülkeleri dikkate almayacak hiçbir uluslararası kurumun meşruiyetini ve gücünü koruyamayacağını kaydeden Goldstone, sözün burasında derin bir nefes alıyor ve sözü bugünlerde zavallı bir vizyon ve perspektife sahip olan Avrupa Birliğine getiriyor. Avrupa Birliği için, muhtemel göçmen dalgası korkusunu bir kenara atıp Türkiye'nin üyelğine yol vermesinin hayati öneme sahip olduğunu belirtiyor. "Bu üyelik" diyor, "Hem Avrupa'ya gençlik ve dinamizm aşılayacak. Hem de, Müslümanların da Avrupa'da yeri olduğu mesajı vererek, insanlığın ortak ve müreffeh geleceğine Müslümanlarla beraber yön vermenin yolunu açacak. Öte yandan, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanması sadece nüfusu 2050 yılında 100 milyona ulaşacak Türkiye'de değil, bütün İslam dünyasında nefret ve düşmanlığa sebep olacak". Batının alacağı karar, gelecek 40 yılda İslam ülkelerinde yaşayacak 1 milyar gencin bakışını da şekillendirecek.

Son olarak Goldstone; "1800 yılından beri dünyadaki ekonomik büyümenin büyük bölümü hiç ABD, Kanada ve Avrupa'nın dışında gerçekleşmemişti. Şimdi gerçekleşiyor. 1800 yılından beri ABD, Kanda ve Avrupa'nın nüfusunda 60 yaşından büyük bu kadar çok insan yaşamamıştı. Şimdi yaşıyor. 1800 yılından beri dünyanın geri kalmış ülkeleri ve bölgeleri hiç bugünkü kadar genç ve kentli bir nüfusa sahip olmamıştı. Şimdi sahip oluyorlar. İşte bu 21'nci yüzyılın demografik tablosu. Bu sebeple de 20'nci yüzyılın ekonomik politikaları ve stratejilerinin bugünkü dünyaya hitap edebilecek hiçbir yönü yok."

Kaynak: Haber 7

Haber Ara