Ya matematiği sev ya da üniversiteyi unut!
Matematiği öğrenmeden üniversiteye giriş mümkün değil mi?
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-26 19:36:00
1999'dan bu yana üniversiteye giriş sistemi birkaç defa değişti. Hepsinde imam hatipler ve diğer meslek liselerinin mağduriyeti dillendirildi. Ancak perde arkasında asıl darbeyi sözel öğrencileri yedi. Tek suçlarıysa matematik becerilerinin yetersizliği.
YÖK ile Danıştay arasındaki katsayı çekişmesi sebebiyle iptali dahi dillendirilen bu yılki üniversite giriş sınavı süreci geçen hafta başladı. Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) isimli iki aşamalı maratonun ilk etap başvuru tarihleri 18 Ocak ila 12 Şubat arasında. Aday formları ortaöğretim kurumları ile ÖSYM merkezlerinden temin edilecek.
İmtihan 11 Nisan'da. YGS-1, YGS-2, YGS-3, YGS-4, YGS-5 ve YGS-6 diye kodlanan alt sıralama türlerinin birinden 180 ve üzeri puan alanlar LYS'ye girme hakkı kazanacak. Müracaatları 5 Mayıs'ta başlayıp 14'ünde bitecek bu imtihansa beş ana başlıkta toplanıyor: Matematik, Yabancı Dil, Sosyal Bilimler, Edebiyat-Coğrafya ve Fen Bilimleri. Fikir sahiplerine göre yeni sistem, 1999 sonrası katsayı temelli mağduriyetleri asgariye indiriyor. Peki, durum hakikaten böyle mi? Ancak sadece bu soru nihai cevaba ulaşmada yeterli değil. 28 Şubatçılar katsayı maşasıyla sadece imam hatipleri ve diğer meslek liselerini mi cezalandırdı? Sayısal, eşit ağırlık ve sözel alanları arasındaki bölüm değişiklikleri ne gibi sıkıntılara yol açtı? Bu gibi sualler de üretilmeli…
Eğitim sisteminde senelerdir zekâ ve başarının sayısal derslere endekslendiği görüşü hâkim. Bilhassa ortaöğrenimde bu alanı tercih eden öğrenciler okulun 'en zekileri' kategorisine dâhil edilir. Eşit ağırlıkçılar orta, sözelcilerse alt seviyede görülür. Matematik bilgisi ve becerisi buradaki temel ölçüttür. Dogmalaşan söz konusu bakış günümüzde etkisini sürdürüyor. Oysa 'zekâ eşittir sayısal' denklemi, gelişmemiş ya da gelişme seyrindeki ülkeler haricinde kabul görmüyor artık. FEM Dershaneleri Rehberlik Uzmanı Faruk Ardıç başta ABD, sistemini oturtmuş devletlerin sosyal bilimlerin önemini kavrayıp bu sahadaki istihdamı artırdığını söylüyor. Yükseköğrenim tercihlerindeki dağılım da bu minvalde. Gelişmiş ülkelerin öğrencileri sosyal bilimlere, diğerleri hâlâ tıp ve mühendislik bölümlerine yöneliyor.
Türkiye uzun dönem ikinci kategoride yer aldı. Son yıllarda artan özellikle hukuk fakültesi talepleriyse kırılmanın işareti. Fakat tek başına yeterli değil. Üstelik burada da 'matematik' merkezli zekâ-başarı çizelgesi esas alınıyor. Hem de bizzat üniversite idarecilerince. Konuya burada üç noktayı koyup 1999 dönemi uygulamalarını hatırlayalım.
1997'deki 28 Şubat 'postmodern' darbesi en güçlü etkisini eğitim alanında göstermişti. Askerlerin talebiyle iktidardaki Refah Partisi'nin ve uzantısı gibi algılanan İslami hassasiyetin etkisini kırmak için, işin membaı kabul edilen imam hatip liselerinden yükseköğrenime geçiş sürecinin sekteye uğratılması planlandı. Niyetler bu noktaya odaklanınca bazı gerçekler de göz ardı edildi. Kamuoyunda okullar millî eğitim mekanizmalarının denetimi dışındaymış gibi bir algı oluşturuldu. Üniversite sınavlarındaki başarıları diğer meslek liseleri ve düz liselerle neredeyse başa baş gitmesine rağmen 'kilit noktalara' yöneldikleri bakışı empoze edildi. Düşman tanımı oturunca da faaliyete geçildi. Kemal Gürüz başkanlığındaki YÖK, katsayı uygulamasıyla meslek lisesi ve düz lise ayrımına gitti. Birincilerin yükseköğrenime geçişleri zorlaştırıldı. Sonraki yıllarda da mağduriyet söylemi hep imam hatip ve diğer meslek liseleri üzerinden dillendirildi. Oysa 1999'da YÖK'ün attığı farklı bir adım daha büyük kitleleri zora soktu. Genel liselerdeki sayısal, eşit ağırlık ve sözel alanları arasında fakülte kaydırmaları gerçekleşti. Sayılarının azlığına rağmen kontenjan pastasından en büyük payı sayısalcılar aldı. İktisat ve işletme gibi eşit ağırlıkçı bölümler sayısalcılara açıldı. Türkçe matematik öğrencilerinin kayıpları hukuk, uluslararası ilişkiler, sosyoloji gibi bölümlerin sözelden alınıp kendilerine verilmesiyle giderildi. Sözelciler ise fen edebiyatlar, iletişim fakülteleri, öğretmenlikler ve ilahiyatla sınırlandırıldı. Tabii Anadolu öğretmen liselerinin öğretmenlikleri, imam hatiplerin ilahiyatları kapattığı dikkate alınırsa sözelcilerin hapsedildiği durum daha iyi anlaşılabilir. Hasılı, sözel bölümü tercih edenler kâğıt üstünden imam hatip ve meslek liselerinden 'avantajlı' görünse de fiiliyatta onlardan hiç farkı kalmadı. Üstelik ilerleyen yıllarda meslek liselerine sınavsız geçiş hakkı verilirken sözelciler bundan da mahrum bırakıldı. 1999 ila 2009 arasında felsefe, psikoloji ve daha birçok bölüm de peyderpey sözelden eşit ağırlık alanına kaydırıldı. 1999'da tek basamaklı sınava giren bir sözel öğrencisinin deyimiyle 'mağrurların evinde mağdur' durumu ortaya çıktı.
Bugün gelinen nokta da bundan pek farklı değil. 2010 YGS ve LYS'ye girecek sözel öğrencisinin hukuk fakültesi kazanma ihtimaliyle herhangi bir meslek liselininki aynı. Çünkü ikisi de farklı alan tercihi sebebiyle 0,15'lik katsayı yerine 0,13'lük üzerinden değerlendirilecek. Oysa YÖK'ün 22 Temmuz 2009'da aldığı katsayıyı tamamen kaldıran karar Danıştay engeline takılmasaydı bu kabîl problemler tümden ortadan kalkacaktı. Nihayet en yetkili ağızlar dahi yeni sistemi dolaylı yoldan ehven-i şer ilan etti. Hukuk yoluyla eli kolu bağlanan YÖK'ün Yürütme Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Yekta Saraç'a göre konu katsayının ötesinde alan probleminden kaynaklanıyor. Ancak vaktiyle yaşanan sıkıntıları tekrar etmeme ve yumuşak bir geçiş adına şimdilik alanların yeniden düzenlenmesi gündeme alınmamış. Yoksa hukuk, uluslararası ilişkiler, sosyoloji ve kamu yönetimi gibi sosyal bilim sahasındaki bölümlerin eskisi gibi sözele geçirilmesi mümkün. “Sistemi oluştururken üniversitelerdeki her bölüme 'hangi hususlarda yeterliliğe sahip öğrenci istiyorsunuz?' diye sorduk.
Gelen cevaplar ekseninde tasarıma gittik.” diyor, Prof. Dr. Saraç. Talep tablosuysa sözelciler için umut vadetmiyor. Çünkü kontenjanları tüm değişikliklere rağmen sınırlı. Geçen yılki veriler üzerinden bakılırsa sayısalcıların yüzde 39,6, eşit ağırlıkçıların 29,1 kontenjanına karşı sözelcilerinki 11,7. Yine katsayı harici tutulan ortak alan uygulaması da problem. Buna göre mesela sayısalcı bir öğrenci ortak alan kapsamındaki eşit ağırlık ya da sözel bölümünü yazınca katsayı farkına takılmıyor. Sadece girmek istediği bölüm hangi alan puanıyla öğrenci kabul ediyorsa o puanıyla başvuruda bulunuyor. Mesela fen bölümü öğrencisi eşit ağırlıktaki iktisadı tercih ederse, katsayı uygulanmaksızın fen değil eşit ağırlık puanı esas alınıyor. Ortak alanların bölümlere dağılımıysa şöyle: Sayısalcılar için eşit ağırlıktan iktisat, işletme, maliye, muhasebe. Eşit ağırlıkçılar için sayısaldan matematik (bölüm), matematik öğretmenliği; sözelden halkla ilişkiler, Türk dili edebiyatı (bölüm), Türk dili edebiyatı öğretmenliği ve Türkçe öğretmenliği. Sözelciler için sayısaldan hemşirelik, ebelik, hemşirelik ve sağlık hizmetleri; eşit ağırlıktan iktisat, işletme, ekonomi, felsefe, psikoloji, rehberlik, sınıf öğretmenliği, sosyal hizmetler, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler. Gözden kaçmaması gerekense kâğıt üzerinde verilen bu hakların pratikteki zorluğu. Çünkü matematik bilgisi şart. Neticede mesele bir şekilde gelip 'matematik'e odaklanıyor. Tabii 'Diğerleri nasıl çalışıyorsa, sözelciler de çalışsın. Ellerinden hak alan mı var? Biraz daha gayret sarf etsinler, rakiplerini geçsinler. Yarış bu!' şeklinde yaklaşanlar da var. Sahi, onlar ne kadar haklı?
Zeynep Akbaba, Merve Tarhan, Nazlı Aydın ve Yasemin Uzun. Bu sene üniversite imtihanına girecek lise son sınıf öğrencileri. Ortak noktaları sözelden sınava hazırlanmaları. Hedefleriyse genellikle edebiyat bölümleri. Fakat tercihlerinin tek sebebi alanı sevmeleri değil. Hayallerini dahi engelleyen matematik korkusu. 'Yapamayacakları' duygusu o derece işlemiş ki zihinlerine ilk adımı atmayı bile gereksiz görüyorlar. Ancak bir gerçeğin de farkındalar: Asgari sayısal bilgisi yoksa yükseköğrenim de yok.
Öğrenciler üzerindeki güvensizliğin ana kaynağı ise matematik öğretim metodundan kaynaklanıyor. Türkiye'de hâlihazırda 'Alman ekolü' hâkim. 1930'larda Nazi Almanya'sından kaçıp Türkiye'ye gelen bilim adamlarınca oluşturulan bu sistematikte öğrenciye problem çözme yönteminden önce, onun hallinde kullanılan formülün nasıl hazırlandığı anlatılıyor. Bu da göz korkutuyor. Senelerce resmî ve özel eğitim kurumlarında matematik dersi veren bir öğretmenin tespitleri de kayda değer: “Okulda formülü nasıl kullanacağından evvel, onun oluşma safhası anlatılıyor. Onu anlamayan öğrenci artık 'yapamam' duygusuna kapılınca formülü kullanamıyor. Dershanelerdeyse öncelikle 'Problem şu, formül de bu. Uygulayınca çözülüyor.' türü yaklaşım var.” Çoğu öğrencinin 'okulda matematik problemi çözemezken, dershanede anlatılanlarla çok zor konuları halledebilir düzeye geliyoruz' söylemi de anlam kazanıyor.
Selçuk Şirince'deki Matematik Köyü ile tanınan yazar Aziz Nesin'in matematikçi oğlu Ali Nesin de yöntem şikâyetçilerinden. “İlgisizlik var. Selçuk'tan öğrenci gelmiyor mesela. Dünyaları yetiyor onlara. Oysa normal insanın anlayabileceği şey. Psikolojik engel var. Önceden hiç sevmiyorduk deyip sonrasında matematik hayranı hâline gelen öğrenciler var.” Kendisine 'çocuğuma nasıl matematik öğretebilirim?' diye soran velilere 'roman, kitap okusun' tavsiyesinde bulunuyor. Matematik öğretmenleri Murat İnce ve Rıfat Eminoğlu da aynı noktayı vurguluyor: öğrencilerin okuduğunu anlamaması. İdrakin yolu çok okumaktan geçiyor.
İstanbul Bahçelievler Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi son sınıf öğrencisi Ayşe Berna Uslu'nun matematik serüveni 'azmedince' başarılabileceğinin kanıtı. İlköğretim döneminde bu dersle problem yaşamayan Uslu, ortaöğretime gelince sıkıntıya düşer. Öğretmenlerinin ifadesiyle okuldaki 80-90 kişilik grupta ancak 70'inci sıralarda yer alabilir. “9'uncu sınıfta fonksiyon konusuyla başladı korku. Kendime güvenim kalmamıştı.” Söz konusu okullarda sayısal alanı bulunmadığından önünde iki yol vardır: eşit ağırlık ya da sözel. Ancak okul zorlu bir sınavın akabinde öğrenci alan ve genellikle matematik seviyesi normal sözelcilerin üzerinde adayların girebildiği eğitim kurumlarındandır. “Bizde eşit ağırlık ve sözel müfredatı arasında diğer okullardaki gibi büyük farklar yok.” Evvela hocalarının yardımıyla kendine güveni yerine gelir. Aynı durumdaki Elif Şenlik isimli arkadaşı da ona güç vermektedir. Ardından birlikte yoğun çalışma süreci başlar. Şu an temel matematikle ilgili hiç problemi yok. Üstelik türev ve integral gibi sayısalcılara hitap eden konularda bile soru çözebiliyor. Okul seviyesiyse 70'lerden ilk ona çıkmış. Öğretmenleri ondan YGS ve LYS'de derece bekliyor.
Kaynak: Aksiyon Dergisi
SON VİDEO HABER
Haber Ara