Türk sineması bu topraklara ses katamıyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sinema Koordinatörü ve sinema yazıları ile tanınan İhsan Kabil, film sayısı bakımından rekor kıran Türk ve İran sinemasını anlattı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-26 18:33:00
Bu yıl, Türk sineması gösterime giren film sayısı bakımından rekor kırıyor. Peki, abartılı reklam kampanyaları ve gösterişli oyuncu kadroları ile halkı sinema salonlarına davet eden bu filmler ne kadar bizden? Beyaz perdeye bu toprakları ne kadar yansıtabiliyorlar? Dertleri var mı bu köksüz ve derinlikten yoksun sinemaların? İzlenmeye, takip edilmeye değer birileri var mı? Ve hemen yanı başımızda duran derinleştikçe derinleşen yapısı ile İran sineması ne durumda? Kıyas edebilir miyiz Yeşilçam ile İran sinemasını? Kaliteli sinema yazıları ile tanınan ve işin ehli olan İhsan Kabil, bu doğrultudaki soruları cevaplandırdı.
Röportaj: Mustafa Uzun
İhsan Bey; Türk sineması bu toprakların sesine ses katabiliyor mu?
Türk sinemasının çoğunluk itibariyle bu toprakların sesine ses kattığı kanaatinde değilim. Bu topraklardan aldığı değerleri beyazperdeye yansıtabilen filmler küçük bir yüzdede kalıyor. Daha önce Türk sineması, Yeşilçam’ın eli yüzü düzgün halk sineması örnekleriyle, Toplumsal Gerçekçilik ve Ulusal Sinema akımlarının yine bu coğrafyanın değerleriyle ters düşmeyen çalışmalarıyla ve özellikle Milli Sinema akımının içeriden bakan ve sahici eserleriyle kimi yüz akı ürünler verebilmiştir. Ancak ana gövdeye bakıldığında ne yazık ki bu tür çalışmalar oldukça azınlıkta kalmıştır.
Siz Türk sinemasında son yıllarda giderek artan hareketliliği nasıl görüyorsunuz?
Türk sinemasında son yıllarda meydana gelen bu hareketlilik bir yanıyla iyiye işaret. Sinema piyasasının canlanması bakımından faydalı gördüğümü söyleyebilirim. Ancak nicelik kadar niteliğin de artması bizim asıl sorunumuz ve beklentimiz. Sadece gişeye dönük ticari çalışmaların sayısının artması pek bir şey ifade etmiyor. Aksine basit mizahi veya korku unsurları, kaba argo ve küfürlere varan düşük yaklaşımlar, hem sinema sanatını hem de seyircinin kalitesini zedeliyor. Sanat ağırlıklı sinemanın da beşeri ve materyalist temelden ziyade metafizik bir yönelimle örülü ve aşkınlık ihtiva eden bir çerçevesi olması bizim kazancımız olur. Sinemanın çok yönlü maddi şartları bakımından ticari olanla sanatsal olanın dengelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sayı olarak hızla tırmanan Türk Sineması bu toprakların sesi olmak adına nasıl bir gelişim içerisinde? Umut verici gelişmeler neler?
Nicelik olarak bir gelişme kaydeden sinemamızın nitelik olarak da aynı gelişmeyi göstermesini bekliyoruz. Ancak daha çok gişe başarısına dönük, argoyu iyice abartan, gitgide küfür kullanmayı tabii bir söylem haline getiren, açıklığı doğal karşılayan birçok yapımın aslında sinemanın ruhunu ve seyircinin beğeni düzeyini zehirlediğini görüyoruz. Bunlar kısa dönemli başarılar sağlayabilir, fakat önümüzde nasıl bir toplum görmek istediğimizle de son derece bağlantılı. Bunların yanında umut verici gelişmeler olarak bir avuç kaliteli Türk filminin varlığından söz edebiliriz.
Türk sinemasının sorunları başlıklı bir makale yazsanız, öncelikli olarak hangi soruna yer verirdiniz?
Türk sinemasının en önde gelen sorununun kimlik meselesi olduğu kanısındayım. Bu, iki yönlü bir konu aslında; bir yanıyla toplumun kimlik konumunu akla getiriyor, diğer yönüyle yönetmenin duruşunu, hayata bakışını gündeme taşıyor. Bir yönetmen, nasıl bir duruş sergiliyorsa, etrafında nasıl bir sosyal çevre, önünde nasıl bir toplum görmek istiyorsa o yönde film yapıyor. Böylesi bir kaygısı, derdi yoksa eğer seyircinin zayıf noktalarından, boşluklarından, hassasiyetlerinden istifade etmeye dönük manipülatif ve gişeye dönük çıkarcı bir tavır içinde.
Sizin İran sinemasına olan ilginiz de ortada. İran sineması dediğimiz olay nedir? Hollywood veya Türk sinemasından farkı nedir?
İran sineması, kendi kimliği zemininde ve çevresinde, özgüven içinde kendine has bir sinema dili geliştirmiştir. Bunu yaparken asla kendi tarihi-toplumsal değerlerinden kopmamış, 2500 yıllık tarihi içinde, İslam öncesi dönemin belli unsurları da içinde olmak üzere, İslamiyet, 20. asrın Batılılaşma hareketleri ve nihayet İslam Devrimiyle ortaya çıkan yeni dönemde hep bir bütünlük içinde olmuştur. Her çağın insanının fıtratına ters düşmeyen hususiyetlerini benimseyerek bütüncül bir bakış sergilemektedir. Ayrıca edebiyat, musıki, İran resmi olan minyatür, taziye, şiir gibi sanatları da sinemasına yedirmekte ve estetik bakımdan bunu bir avantaja çevirmektedir. Şiddete ve açıklığa yer vermeyerek manipülasyondan, duygu sömürüsü yapmaktan kaçınarak, ‘insan insanın kurdudur’ anlayışına karşı çıkarak fıtri bir sinemanın temellerini atmıştır. Hollywood’dan farkı, teknik atraksiyonlar yerine, karakter çözümlemeleri üzerinde yoğunlaşan, insan ruhunun gizlerine ışık tutmaya dönük yalın, sade bir dili vardır. Bu yanıyla Avrupa sinemasına, özelde de Fransız sinemasına daha yakın bir yerde durmaktadır. Türk sinemasından farkı, belli itidal ve ölçüleri koruması, kültürel bir şuur üzerinde hareket etmesi, bir medeniyet bilinciyle kendi sanatlarına daha rahat yer vermesinde yatıyor.
İran sinemasının başardığı ama Türk sinemasının başaramadığı olay nedir? Buna etki eden unsurlar neler?
Kimlik meselesini büyük ölçüde halletmesi, kendi tarihi konusunda bir komplekse kapılmaması, irfani bir sinema dilini yakalayabilmesi, kötülük unsurunu törpüleyerek her şeyi göstermek gibi bir tavır gütmemesi İran sinemasının başardığı unsurlardır. İnsanı merkeze koyarak, karakterler arası çelişkileri çözülmez, uzlaşmaz çelişkiler gibi göstermek yerine, aralarındaki uyuşmazlıkları yine insani hasletlerle çözmek gibi bir sırla hareket ediyor. Dolayısıyla, onarıcı, tedavi edici bir tavır söz konusu.
RÜYA SİNEMASI FITRATA UYGUN BİR SANAT ORTAYA KOYABİLİR
İran sinemasında da kötü örnekler yok mu?
Bu sinemada da kötü örnekler bulunabilir tabii ki. Devrimden önceki sinema, bizim Yeşilçam sinemamız gibi bir halk sinemasıydı ve Farsi sinema olarak adlandırılıyordu. Biraz daha duyguları sömürmeye dönük bir sinemaydı. Şimdi de daha seyrek de olsa bu tarza yakın, ticari amaçlı bazı filmler yapılabiliyor. Ayrıca irfani sinema başlığı altında, bu kavramı kullanan, onun üzerinden bir şey gerçekleştirmeye çalışan sahici olmayan çalışmalar da söz konusu. Veya dini sinema örnekleri olarak ağdalı, televizyon tekniğine yakın bir yaklaşımla çekilmiş bazı filmler de var maalesef.
Rüya Sineması nedir?
Rüya sineması kavramlaştırması, önce büyük düşünürümüz Sezai Karakoç’un zikrettiği, daha sonra Sadık Yalsızuçanlar’ın Bediüzzaman’ın düşüncelerinden hareketle geliştirdiği bir bakıştır. Rüya, nasıl uyuduğumuzda zihnimizde canlanan bazı imgeler, yaşantılar süreciyse, senaryo da baştan sona zihnimizin bir tasavvuru olarak tasarım sürecidir. Rüyanın rahmani ve nefsani, bazen fantastik boyutları söz konusuysa, sinema da aynı biçimde insana aşkın bir boyut veren, bazen sadece eğlencelik olan, bazen de nefsani bakımdan bazı duygularını gıdıklayan, kanırtan bir temaşa olarak ortaya çıkar. Rüyanın bir tabir edilme, gerçek hayata tekabül eden bir yanı mevcuttur; filmde yorumlandığında çok zengin açılımları olabilir ve hayatımızı bir yerden yakalayıp bizimle ruhi bir temas kurabilir. Rüya, bizim elimizde olmadan meydana gelen bir imgeler bütünüdür, sinema da bizim ve her şeyin yaratıldığı bilinciyle yapılırsa, fıtrata uygun bir sanat ortaya konacaktır.
YEŞİLÇAM, YAŞADIĞIMIZ KİMLİK SORUNLARININ BİR SONUCUDUR
Yeşilçam, rahmetli Yücel Çakmaklı’nın ta 1963’te belirttiği gibi kültürel olarak kozmopolit bir yapıda gelişmiş, Amerikan filmlerinin taklidi olarak filmler ortaya koymuş ve Tanzimat’tan bu yana yaşamakta olduğumuz kültür kırılmasının görsel bir tezahürü ve yansıması olmuştur. Batı’ya dönük yüzümüzün baktığı yön olan Amerikan sineması ve Doğulu yanımız itibariyle de Mısır ve Hint sinemalarının tesiriyle bu üçlü sacayak üzerinde yükselmiştir. Tam anlamıyla kendimiz olamadığımız, Cumhuriyet’le beraber bir kırılma yaşadığımız, kimlik sorunları taşıdığımız bir sinema anlayışı beyazperdeye yansımıştır. Ancak şunu da belirtmekte fayda var: Bütün bunlara rağmen, kendi köklerimizin ve geleneğimizin uzantılarından da kopamayarak, masalsı, destansı bir hava da hâkimdir bazı Yeşilçam filmlerine. Ayşe Şasa’nın da ortaya koyduğu gibi, kaynağını masaldan, halk hikâyesinden alan bazı düzgün örnekler, trajik sanat bakışının aksine, destansı bir havada ve yerli bir dramın ürünü olarak ortaya çıkmışlardır.
İHSAN KABİL KİMDİR?
Amerika’da Ohio State Üniversitesi’nde Sinema dalında yüksek lisans yaptı. Aynı yerde aynı branşta doktoraya başladığında, Birinci Körfez Harbi sebebiyle Başkan Bush’un bütçe kısıtlamalarından eğitimdeki burs ve asistanlıklar büyük ölçüde payını almalarından dolayı, asistanlık bulmakta güçlük çektiğinden, 1993’te Türkiye’ye döndü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür İşleri’nde Sinema Danışmanlığına başladı. 2005’te Eurimages’ın Türkiye temsilciliğine getirildi ve iki yıl bu görevi sürdürdü. Bir yıl sonra da Avrupa Görsel-İşitsel Gözlemevi’nin Türkiye temsilcisi oldu. Bu yıllardan başlayarak, Kazakistan, Almatı ve İran Fecr Film Festivallerinde jüri üyeliği yaptı ve kimi yabancı festivallere katıldı. TRT’de danışmanlık, film programcılığı yaptı; çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı.
Takip ettiğiniz, ‘işte bu’ dediğiniz isimler var mı?
Takip ettiğimiz isimler, Semih Kaplanoğlu, Mesut Uçakan, İsmail Güneş. Bu yönetmenlerin eleştirel olarak yaklaşsak da belli değerler bulduğumuz önemli çalışmaları mevcut. Bunların yanı sıra Derviş Zaim, Reha Erdem, N. Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Yavuz Turgul, Onur Ünlü gibi yönetmenler de bazı değerler taşıyorlar, ancak daha yerli ve aşkın bir bakışla çok daha yapıcı bir çizgiye gelme potansiyelleri ziyadesiyle görülüyor. Ayrıca Gökhan Yorgancıgil, Atalay Taşdiken, M. Fazıl Coşkun, Mehmet Eryılmaz, Sıtkı Süreyya Önder gibi yönetmenler de yeni projeleriyle sinema kültürümüze katkıda bulunabilecek çok olumlu çalışmalara imza atacaklar, umarım.
Mustafa Akad’ı üzücü bir şekilde kaybettik. Akad’ın şahsında neler söyleyebilirsiniz?
İslam dünyasının en büyük yönetmenlerindendir, rahmetli Mustafa Akad. Çektiği ‘Çağrı’ ve ‘Çöl Arslanı’ filmleri bu ülkeler sinemasında büyük çığır açmış, birçok kişiyi tarih ve medeniyet bilinci zemininde beslemiş ve ufuklar açmıştır. Amerikan sinema çevresinde edindiği engin tecrübeyi bu iki filmin yapılmasına seferber etmiş ve yeni projeler de geliştirmiştir. İslam medeniyetinin dünya medeniyetine yaptığı katkılar anlamında, Endülüs’ten bir kordela, Selahaddin Eyyübi ve Fatih Sultan Mehmet’le ilgili birer film çekmek istiyordu. Ancak takdir-i ilahi bu şekilde tezahür etti ve bunların yapılmasına ömrü vefa etmedi. Bu amaçla iki kez Türkiye’ye gelip temaslarda bulunmasına rağmen bir sonuç alamadı.
Kaynak: Vakit
SON VİDEO HABER
Haber Ara