''Hiçbir şey yapamazsam ayakkabı satarım''
Konservatuvar yıllarında başlamış ayakkabı satmaya Ozan Güven. Kendisine başka bir alan yaratmaktan mutlu. Oyunculukla ayakkabı satıcılığı arasındaki bağı ise 'İkisini de kadınlara beğendirmek zor' diye açıklıyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-24 16:21:00
Ozan Güven, tartışmasız Türkiye’nin iyi oyuncularından. O ise oğlu Ali doğduğundan beri kendisini öncelikle “baba ve koca” olarak görüyor. Gerçi elinde bir başka meslek daha var; ayakkabı satıcılığı. O nedenle proje seçiminde de rahat davrandığını söylüyor. Yahşi Batı’ya “Gülmedik, hiç komik değildi” diyenlere de yanıtı hazır: “Ya bizim mizah anlayışımızda ya da onların mizah anlayışında ciddi bir problem var.”
Bu sıralar hem Yahşi Batı, hem Ejder Kapanı, hem de Canım Ailem’le izleyiciyle buluşan Ozan Güven, şüphesiz Türkiye’nin en iyi oyuncularından. O televizyon ya da sinema gibi ayrımlar yapmıyor, sadece özen göstererek, yaptığı işi ciddiye alarak en iyi şekilde oynamaya çalışıyor. Bunun için gerekli olan şeyler neyse onların peşinde koştuğunu söylüyor. Yine de Güven kendini bir oyuncudan çok “öncelikle bir baba ve koca” olarak tanımlıyor. “Bir erkek baba olmadan ölmemeli” diyecek kadar çok seviyor baba olmayı. Bir şey daha var onun yaşamında. O da konservatuvarda okurken başladığı ayakkabı satıcılığı... Bu da onu proje seçiminde rahatlatıyor. “Hiçbir şey yapamazsam, ayakkabı satarım” diyor. Peki oyunculukla ayakkabıcılık arasında bir bağ var mı derseniz cevap Ozan Güven’den: “İkisini de kadınlara beğendirmek zor.”
- Ejder Kapanı içinize sindi mi?
- Ejder Kapanı proje olarak ilk konuşulmaya başlandığında polisiye bir seri katil hikâyesiydi. Ben de Türkiye’de ne polisiyelerin, ne de seri katil hikâyelerinin layığıyla çekilemediğini, yazılamadığını ve oynanamadığını düşünüyordum. Bu da onlardan biri olacak diye geçiyordu aklımdan. Sonra senaryoyu gördüm ve Uğur Ağabey’in (Yücel) çekeceğini öğrendim. Uğur Ağabey’in çekiyor olması konuyu biraz değiştirdi açıkcası. İyi bir polisiye film oldu. Ben tek sahnede oynadım bu arada çünkü biz o sırada Yahşi Batı’yı çekiyorduk. Ama Uğur Ağabey bir daha aksiyon filmi çekerse oynamak isterim çünkü güzel film oldu.
- Yahşi Batı beklediğini bulabildi mi peki? Türkiye’de komedi filmleri hep tartışılıyor, Yahşi Batı da tartışıldı.
- Türkiye’deki komedi film izleyicilerinin nasıl olduğu sorulabilir bence. Cevap olarak da kötü derim. Bir komedi filmini izlerken beklentinin her dakika gülmek olması beni çok geren ve rahatsız eden bir şey. O yüzden “Filme gittik hiç gülmedik” diyenleri anlamıyorum. Bir filmde 1. dakikadan 120. dakikaya kadar gülemezsiniz. Öyle bir film yok. Dünyada sevdiğim komedi filmlerine bakıyorum, en fazla 4-5 yerde gülmüşüm. Bir filmde seyirlik başka şeyler de vardır zaten. Montaj, reji, oyunculuk, dekor ve kostümü de seyredersiniz ve bütünlük içinde başka şeylere bakarsınız. Komedi filminin başından sonuna kadar gülünecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Öyle sananlara da şaşırıyorum. Yahşi Batı’ya “Gülmedik, hiç komik değildi” diyenlerin olduğu kulağımıza geliyor. O zaman ya bizim mizah anlayışımızda ya da onların mizah anlayışında ciddi bir problem var.
- Konservatuvar yıllarında başladığınız ayakkabı satıcılığına hâlâ devam ediyorsunuz...
- Evet, çünkü o oyunculuk kısmını rahatlatan bir durum. İnsanı daha özgür kılan bir şey. Yani “Hiçbir şey yapmazsam, ayakkabı satarım” diye düşünüyorum. O yüzden oyunculuk kısmında daha rahat olabiliyorum, projelerimi daha ferah seçebiliyorum. Kendime başka bir alan daha yaratıyor olmaktan mutluyum.
- Bir bağ kuruyor musunuz oyunculukla ayakkabıcılık arasında? Ortak özellikleri var mı?
- İkisini de kadınlara beğendirmek zor. Bir de ikisinde de alıcısı zor bir kitle var. Yani ayakkabı satmak zordur. Özellikle de kadınlara satmak çok zordur. Sinema filmi için de aynı şey geçerli. Eğer bir filmle kadınları yakalarsanız, o film tutar bence.
- Kadınları ayakkabı satmak ve onlara bir şey beğendirmek zor yani...
- Bence dünyanın en zor işlerinden biri... Eski ustalar eğer birine beddua edeceksiniz “Allah seni kadın ayakkabıcısı” yapsın deyin derler. Hakikaten dünyanın zor işlerindendir kadınlarla uğraşmak.
Hayat bazen denk getirir
- Sizi İkinci Bahar’la tanıdı Türkiye. Sizin için de o projenin yeri ayrı mı?
- Ondan önce bir başka dizi daha vardı ama İkinci Bahar tabii ki ömrümün sonuna kadar hatırlayacağım ve bir mücevher gibi saklayacağım bir şey benim için.
- Sonra böyle hissettiğiniz projeler oldu mu?
- Ben oynadığım hiçbir proje için “Niye bunda oynadım” demedim. Dediğim projelerden de ayrıldım zaten. Ama bir oyuncu için işe İkinci Bahar’la başlıyor olabilmek çok büyük bir şans. Türkiye için de sayılı dizilerden biri bence. Orada başlıyor olabilmek çok iyi hissettirdi bana.
- Şans diyorsunuz. Neden siz şanslıydınız da başka bir oyuncu değildi?
- Dizi başlamadan önce seçmeler yapılıyordu ve İstanbul’da seçmelere girmeyen oyuncu kalmamıştı. Her rol için en az 200-300 kişiyle görüşül-müştü. Ben de önce Türkan Şoray’ın oğlunun arkadaşı olarak seçilmiştim ama birinci günün sonunda Uğur Ağabey, “Sarı Kafa”yı oynayan arkadaşla benim yerimi değiştirdi. Bu bir şanstı ya da bir yetenekti... Hayat bazen denk getirir, fırsatlar çıkarır karşınıza... Siz bunu değerlendirirsiniz ya da değerlendiremesiniz ya da daha acısı farkına bile varmazsınız.
- Askerlikten sonra neden uzun bir ara verdiniz?
- Bir İstanbul Masalı’nı bitirmiştim. Her sene arka arkaya dizi çekmek istemiyorum. Bu beni de, izleyeni de, ailemi de yoruyor. Durabildiğim kadar durmaya çalışıyorum. Çünkü dizi yaptığınız zaman iki senenizi bitiriyorsunuz, bir şalter indiriyorsunuz. O yüzden bu arayı ne kadar uzun tutabilirsem o kadar iyidir dedim. Bir de bir karakter unutulmadan öbürüne geçiyor olmak bana keyif vermiyor.
- Bizde dizilerde farklı karakterler yazılıyor mu sizce?
- Üç aşağı, beş yukarı aynı şeyler yazılıyor. Ancak proje seçerseniz biraz daha farklı rollerde oynayabiliyorsunuz. Ama zaten dizi denilen şey o kadar çabuk yapılan ve hemen tüketilen bir şey ki, başladıktan sonraki süreçte ne kadar kafa patlatırsanız patlatın, siz bir şeyler düşünürken bölüm çekilmiş bitmiş oluyor.
- Çok emek vererek bir dizide oynuyorsunuz. Sonra bir yenisi geliyor ve sizinki unutuluyor...
- Bu biraz işin bir parçası oldu aslında. Dizi artık ticari bir iş olmaya başladı. İnsanlar galiba artık şunu kanıksadılar... Fonda bir iş yapılıyor ve bir kısım insan para kazanıyor. Fonda yapılan işin ne olduğunun galiba artık pek önemi yok.
- Siz değişik roller canlandırmaya çalışan bir oyuncusunuz değil mi?
- İyi bir projenin, iyi bir senaryonun konusu ne olursa olsun içinde olurum. Oyunculuk yapma sebebim zaten değişik şeyler deniyor olmak. Komedi, gerilim, aşk filmi fark etmez. Türünü ayırt etmiyorum, mühim olan iyi bir iş olacak olması ve benim değişik roller oynayacak olmam. Sürekli aynı şeyi oynamak istemiyorum. Benim açımdam gerçek oyunculuk böyle bir şey.
- Oyunculuk yaparken televizyon, sinema diye de ayırt etmiyorsunuz sanırım...
- Ben oyunculuk yaparken her alanda keyif alıyorum. Yani “Dizi oyunculuğu yapıyorum, o yüzden de oyunculuğumun yüzde 25’iyle oynuyorum” gibi saçma sapan bir şey düşünmedim hiç. Sonuçta orada da elinize bir metin geliyor ve onu oyunuyorsunuz. “Ben televizyonda iş yapıyorum ve bunu aşağılıyorum. O nedenden de k...’ın kenarıyla oynuyorum” gibi bir şey söz konusu değil bende. Zaten yüzde 25’imle nasıl oynayacağım onu da bilmiyorum. Ama tabii ki öncelikleriniz değişebilir ama bu özensizlik anlamına gelmez. En azından bende böyle. Yani çektiğim dizi de, oynadığım sinema filmi de bana keyif veriyor ama sinema filmi kalıcı olması ve oğlumun her an elinin altında olup seyredebiliyor olması tabii ki başka bir sorumluluk veriyor bana.
- Oyunculukta hedefleriniz var mı? Şunu da yapacağım diyor musunuz mesela?
- Öyle cümleler hiç kurmuyorum. Sadece yaptığım işi çok ciddiye alıp, iyi olmak istiyorum. Ne iş yaparsam yapayım bu böyle... Bunun için de neler gerekliyse onların peşinde koşuyorum. En azından yaptığım işe saygı duyuyorum ve duyulmasını bekleyecek şekilde yaşamaya çalışıyorum. Sıkıcı bir adam gibi oldu ama gerçek bu.
Vicdanlı biri olduğumu söyleyebilirim...
- Bir de oğlunuz var. Nasıl gidiyor babalık?
- Türkan hamile kaldığından beri ben kendimi baba gibi hissediyorum. Bu belki de insanın karşılaşacağı mucizenin heyecanına kendini hazırlaması olabilir. Çünkü gerçekten çocuğunuz doğar doğmaz boğazınıza bir şey düğümleniyor ve herhalde ömrünüzün sonuna kadar da gitmiyor. Baba olmak insanın isteyeceği en güzel şeylerden.
- Öyle bir anlatıyorsunuz ki, herkes baba olmak isteyecek şimdi...
- Bence olsunlar zaten. Ben çok ciddi olarak bir erkeğin baba olmadan ölmemesi gerektiğini düşünüyorum.
- Birlikte bol bol zaman geçiriyorsunuzdur...
- Tabii ki. Üstelik de hayatımın en keyifli dakikalarını... İnsana zorluğu ve meşakkati bu kadar unutturabilecek başka bir şey olduğunu düşünmüyorum. Herkes çocuk sahibi olsun, çok acayip bir şey.
- Bizim toplumda hep ebeveynler “Oğlum şu olsun, bu olsun” der. Sizde böyle bir durum var mı?
- Çocuğum olmadan önce birçok şey istiyordum. Yetiştirme konusunda, onun eğitim alması konusunda elimden geleni yaparım ama ne olması gerektiğini ben ona söyleyemem. Benim istediğim tek şey şu... Mutsuz mutsuz işe gitmektense, istediği işe mutlu gitsin. O yüzden onun üzerine projelerim, onun kariyeriyle ilgili bir planım yok. Hayatında ne yapmak istiyorsa onu yapması ve huzurlu ve vicdanlı bir adam olmasından başka bir şey dileyemem.
- Siz huzurlu ve vicdanlı mısınız?
- Vicdanlı biri olduğumu söyleyebilirim. Huzur da değişir, yani her zaman her şey yolunda gitmez. İyi ki de öyle oluyor zaten. İnsan her zaman bütün işleri yolunda gitse delirebilir.
- Peki kendinizi öncelikle nasıl tanımlıyorsunuz? Bir oyuncu mu, ayakkabıcı mı, yoksa bir baba mı?
- Çocuk olduktan sonra baba olarak ve elbette koca olarak.
Kaynak: Cumhuriyet Dergi
SON VİDEO HABER
Haber Ara