Dünyanın yabancıları
Dilleri, müzikleri, dansları, inançları ve marjinal yaşam biçimleriyle bulundukları toplumlarda farklı bir görüntü çizen Çingeneler, tarih boyunca bulundukları toplumlar tarafından yadsınmışlardır.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-24 21:56:00
Bugün Çingeneler çoğunlukla göçebe topluluklar olarak bilinmektedir. Oysa Çingene topluluklarının tümü göçebe olmadığı gibi, göçebe toplulukların tümü de Çingene değildir. Tarihsel açıdan değerlendirdiğimizde, Çingeneler yaklaşık 9. yüzyıldan sonra açlık, kuraklık ve savaş gibi nedenlerle Hindistan’ı terk ederek İran’a gelmişlerdir. Küçük bir kesimi Rusya’ya oradan da Sibirya’ya göç etmiştir. Büyük bir kesimi de Anadolu üzerinden iki kola ayrılmıştır.
Birinci kol Bizans döneminde İstanbul’a gelmiş ve oradan başta Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya, Macaristan olmak üzere Avrupa’nın bütün ülkelerine dağılmıştır. Balkanlara geçişleri çoğunlukla Osmanlı Türkleriyle birlikte olduğundan zaman zaman Türk casusu gibi tanımlamalar da alabilmişlerdir. Çingenelerin ikinci kolu ise, Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Filistin’i geçerek Mısır üzerinden İspanya’ya geçen ve Avrupa’ya dağılan Çingene grubudur. Çingenelerin göç yollarının Türkiye üzerinden geçmesi gerek jeopolitik konum gerekse de Çingene nüfusu yoğunluğu bakımından önem taşımaktadır.
Dilleri, müzikleri, dansları, inançları ve marjinal yaşam biçimleriyle bulundukları toplumlarda farklı bir görüntü çizen Çingeneler, tarih boyunca bulundukları toplumlar tarafından yadsınmışlardır. Buna karşın dünyada yaklaşık olarak 50 ülkede ve 12 milyonun üzerinde Çingene nüfusunun yaşadığı bilinmektedir. Ancak kesin bir rakam belirtmek mümkün değildir. Zira Çingeneler bulundukları ülkelerde kültürel, sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı etnik kökenlerini ortaya koymaktan kaçınabilmektedirler. Türkiye’de ise ırk ayrımına dayalı bir nüfus istatistiği bulunmadığından, sayıları tam olarak bilinmemektedir.
Çingenelerin Türk toplumuyla olan ilişkilerine bakıldığında oldukça eskilere gidilebilir. Selçuklu Türkleriyle başlayan ilk temasın ardından üç ana Çingene grubundan biri olarak kabul edilen Rom’lar, Anadolu üzerinden Avrupa’ya geçmiştir. Osmanlı döneminde ise büyük bir Çingene grubu Çingene sancağı (‘Liva-i Çingâne’) adı verilen bölgede (Trakya/Rumeli) ikamet etmiş ve belirli bir kısmı ordu ve devlet hizmetinde çalışmıştır.
Nitekim Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, Rumeli vilayetinde Çingenelerin yerleşmesi için özel yasa hazırlatmış ve Çingene sancağı ordu hizmetinde bulunmuştur.
KÜRESELLEŞTİKÇE ‘YEREL’E BAĞLANANLAR
Türkiye Coğrafyası içerisinde Çingeneler, Ege, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde ‘Roman’ olarak adlandırılırlarken, Erzurum, Artvin, Bayburt, Erzincan ve Sivas’ta ‘Poş’, Van, Hakkari, Mardin ve Siirt’te ‘Mıtrıb’, İç Anadolu’da ‘Elekçi’, Akdeniz Bölgesinde ‘Arabacı’ ya da ‘Manuş’, Adana ve Osmaniye yöresinde ise ‘Cono’ tabiri kullanılmaktadır. Çingeneler, ayrıca yaptıkları mesleklere görede ‘Bohçacı’, ‘Çiçekçi’, ‘Kalaycı’, ‘Sepetçi’, ‘Ayıcı’, ‘Demirci’, ‘Trampacı’ gibi adlar alabilmektedir.
Çingenelerin Türk toplumu ile olan ilişkilerindeki süre ve Türkiye’deki coğrafi yayılmışlıklarını yeniden değerlendirdiğimizde, Çingeneleri ele alan çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir. Özellikle Türkiye’de yaşayan Çingenelerin yaşamı, dili (Romani) ve nüfus oranları konusunda elimizde net veriler bulunmamaktadır. Çingenelerinin kullandığı dil bağlamında Türk Çingeneleri Balkan diyalektiği içerisinde gösterilmektedir. Türk Çingenelerin kullandığı dil, Balkan diyalektiği içerisinde yer almaktadır. Balkan diyalektiği Balkanlarda konuşulan Erli, Arli (Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya) ve Türkiye’de konuşulan Xoroxano’dur. “Türkiye’de İslam inancına sahip olan Çingeneler, itikadî açıdan kendilerini Bektaşi-Alevi ve Sünni olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Özellikle göçer durumda olanların pek çoğu Bektaşi-Alevi Müslüman, yerleşik durumda olanların büyük çoğunluğu ise Sünni Müslüman olarak bilinmektedir.
Türkiye’deki farklı kültür ve kimliğe sahip diğer gruplarda olduğu gibi, Çingeneler üzerine artan çaba ve çalışmaların belirginleşmesinde, küreselleşmenin doğrudan etkileri açıkça görülmektedir. Zira küreselleşme eğilimleri derinleştikçe belirli halklar, etnik gruplar veya toplumsal kesimler kendi farklılıklarını göstermek için daha fazla uğraşmakta ve kendi yerelliklerine daha fazla bağlanmaktadır. Bu noktada da Çingenelerin içinde yaşadıkları ülkelerin demokratik gelişimine uygun olarak ülke ve ülkelerarası alanda örgütlenme ve kendilerini ifade etme çabası sergiledikleri görülmektedir. Özellikle çoğu Avrupa ülkesinde Çingenelerin örgütlendiklerini, kendilerini ve kamuyu ilgilendiren sorunlarda taraf oldukları bilinmektedir. Ancak örgütlenme ve kendini ifade edebilme, içinde yaşanılan toplumun demokratik gelişiminden önemli ölçüde etkilendiğinden ülkelerarası farklılıklara da neden olabilmektedir.
Türkiye’deki Çingene örgütlenmeleri ve uluslararası etkiler açısından en belirgin yıl 2005 olarak gözükmektedir. Öyle ki yerel anlamda 1996 yılında İzmir’de Yakup Çardak başkanlığında kurulan Çingene Derneği ve 2000 yılında Ankara’da Mustafa Aksu başkanlığında kurulmaya çalışılan Ulusal Çingene Konfederasyonlarını saymaz isek, Türkiye’deki Çingene örgütlenmelerinin başlangıcını 2005 olarak tanımlamak son derece normaldir.
Türkiye’deki Çingene örgütlenmeleri konusundaki temel sorunlar, iç ve dış etkenlere bağlı olarak ele alınabilir. İç etkenler olarak; ortak hareket edememe, örgütlenme kültürüne olan uzaklık, bürokratik işlere olan yabancılık ve tarihsel dışlanmışlık bilinci önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış etkenler olarak ise temel sorun önyargılardır. Bu noktada Türk toplumundaki Çingenelere yönelik olarak kullanılan olumsuz önyargılar, Çingene kimliği ve imajını sıkıştırabilmekte, Çingenelerin, Çingene olmayanlarla olan ilişkilerini etkileyebilmektedir. Hatta bu olumsuz önyargılar, Çingene örgütlenmeleri için, toplumsal kabul ve temsiliyet açısından bir sorun oluşturabilmektedir.
Yrd. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi,
Sosyoloji Bölümü Suat KolukIrIk
Kaynak:Birgün
Haber Ara