TÜSİAD başkanını seçti
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneğinin (TÜSİAD) yeni yönetim kurulu seçimi tamamlandı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-21 13:28:00
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 40. Olağan Genel Kurulu, İstanbul Four Seasons Oteli'nde gerçekleştirildi. Yeni yönetim kurulunun belirlendiği toplantıda Ümit Boyner, 198 oyla yeni başkan seçilirken, 2 oy geçersiz sayıldı.
İstanbul Four Seasons Otelinde gerçekleştirilecek genel kurul toplantısının açılış konuşmalarını, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç ile TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın yapacağı açıklanmıştı.
Ancak geçtiğimiz günlerde bir deniz kazası geçiren Mustafa Koç'un toplantıya katılamayacağı bilgisi geldi. Koç konuşmasını telekonferans yöntemi ile yaptı.
Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen TÜSİAD Başkanlar Konseyi toplantısında, halen TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Ümit Boyner'e yeni dönemde başkanlık görevini üstlenmesinin tavsiye edilmesi kararı alınmıştı.
Mustafa Koç telekonferans yöntemiyle Genel Kurul'daki konuşması:
Hemen her hükümetin, övgü ve takdirlerini memnuniyetle karşılarken, yönelttikleri eleştirilerden fazlasıyla rahatsız olduğunu ifade eden TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa V. Koç, "Hatta zaman zaman konuşmamızı engellemek için demokrasilerde olmaması gereken tarzda polemikler yaratmış, baskılar uygulamıştır" dedi.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 40. Olağan Genel Kurulu, İstanbul Four Seasons Oteli'nde gerçekleştirdi. Sağlık sorunları nedeniyle toplantıya telekonferans yöntemiyle katılan TÜSİAD YİK Başkanı Koç, 39 yılı dolduran TÜSİAD'ın ilk kuruluş hedefinin, Ankara'ya, başta sanayi olmak üzere, özel sektörün ülke kalkınmasındaki rolünü ve önemini daha iyi anlatabilmek olduğunu ancak bu sınırlı hedefin çok çabuk aşıldığını söyledi. TÜSİAD'ın, sonraki yıllarda, çalışmalarını, karma ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş ve Türkiye'nin dünya ekonomisi ile entegrasyonu üzerine odakladığını kaydeden Koç şunları söyledi:
"TÜSİAD'ın bu yaklaşımı, Türkiye'nin yeni gelişme modelinin temelini oluşturmaya başladıktan sonra, artık yapılması gereken, piyasa ekonomisinin tüm kuralları ve kurumlarıyla yerleşmesini sağlamaktı.
Ülkemizde demokrasinin standartlarının yükseltilmesi, siyasetin çağdaş normlara göre yapılması, temel ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlardaki reformlarla insanlarımızın yaşam standardının yükseltilmesi de ana konu başlıklarımız olmaya başladı.
Türkiye için özlediğimiz yüksek yaşam, yönetim ve piyasa standartlarının kristalleştiği bir model olarak Avrupa Birliği'ni gördük. Enerjimizi AB ile müzakerelerin başlaması üzerinde yoğunlaştırdık.
Bütün bu süreçler mücadele ile geçti. Zaman zaman hükümetlerle ters düştük. Şimşekleri üzerimize çektik. Her zaman spotların altında olduk, takdir ve eleştiri başa baş bir biçimde çabalarımıza eşlik etti."
Savundukları birçok temel görüşün Türkiye'nin ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişiminde etkili olduğunu ifade eden Koç, içlerinden çıkan farklı seslerin zenginlikleri olduğunu söyledi.
TÜSİAD'ı 39 yıl ayakta tutan zenginliğin işte bu farklılıkların birliği olduğunu belirten Koç, "Her kritik rapordan sonra TÜSİAD'ın çatladığını ileri sürmeye hevesli çevreler ortaya çıkmıştır, ama TÜSİAD güçlenerek yoluna devam etmiştir. 39 yıldır TÜSİAD'ın partiler üstü kalmasını, ekonomide, siyasette, sosyal konularda taraf olup taraftar olmamasını sağlayan da bu yapıdır. Hemen her hükümet, övgü ve takdirlerimizi memnuniyetle karşılarken, gerektiği zaman yönelttiğimiz eleştirilerimizden ise fazlasıyla rahatsız olmuş, hatta zaman zaman konuşmamızı engellemek için demokrasilerde olmaması gereken tarzda polemikler yaratmış, baskılar uygulamıştır. Ön cephede genellikle derneğin başkanı gözüktüğü için, kimi başkanlarımız kişisel olarak da hedef tahtasına oturtulmuştur" dedi.
TÜSİAD'ın Türkiye'de kurumsal yapısını yerleştirmiş nadir sivil örgütlerden birisi olduğunu kaydeden Koç, hiçbir başkanın kişisel görüşlerini TÜSİAD'a mal etmediğini söyledi.
39 yıllık geçmişinde zaman zaman, TÜSİAD'ın gücü ve etkililiğinin tartışma konusu edildiğini hatırlatan Koç şunları söyledi:
"Bu tartışmaların açıldığı dönemlerin, siyasette çatışma ve kutuplaşmaların yükseldiği dönemler olmasına özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Bunun nedeni, tarafların TÜSİAD'ı tam ve kesin olarak kendi saflarında görme isteğidir; TÜSİAD'ı kendi zihinlerindeki şablona oturtma çabasıdır. Kuşkusuz, TÜSİAD'ın gücü ve etkisini samimiyetle tartışan dostlarımız hatta üyelerimiz de var. Burada onları tenzih ederek konuşuyorum. Biz ekonomide, siyasette, sosyal alanda tartışılan konularda görüşlerimizi söyleriz, bunu yaparak da o konu özelinde taraf oluruz. Ama biz tarafımızı kimin neyi savunduğuna göre seçmeyiz. Ülke yararını hangi tezde gördüğümüze bakar, ona göre konuşuruz. Çoğu zaman da alternatif yollar, görüşler üretir, bunları ortaya koyarız. Bir görüş ortaya atmışsak, bunun arkasında mutlaka bir çalışma, araştırma, analiz olmasına özen gösteririz. Bunu yapamamışsak, susup otururuz."
TÜSİAD'ın güç ve etki kaybettiğini düşünen ve bundan endişe duyanlara seslenen Koç, "Birincisi; güç bizim tercih ettiğimiz bir kavram değil. Biz demokrasilerde güç kullanmaya değil, uzlaşmaya inanan bir topluluğuz. Etkili olmak ise, elbette, görüş sahibi olan herkesin arzu ettiği bir şeydir. Bu etki bazen bağırarak, bazen fısıldayarak, bazen duruşunu bozmadan sabırla tekrar ederek sağlanabilir.
İkincisi; Türkiye'de süreç daha tamamlanmamış olsa da demokratik gelişme konusunda alınmış epeyi mesafe var. Bizi örnek alan çok sayıda iş dünyası örgütü kuruldu. Artık belirli görüşleri dile getiren tek ses olmaktan çıktık. Bundan da memnuniyet duyuyoruz.
Bizim etkili olma ölçütümüz, hükümetlere yakın olmak değil. Diyalog kanallarının açık olması, ülke çıkarlarını savunduğumuzun anlaşılması yeterli* 39 yıllık tarihimiz bize gösterdi ki, niyetimiz ve bakış açımız bugün anlaşılmazsa, yarın anlaşılıyor. Bizim etkili olma ölçütümüz, iyi muhalefet yapmak da değil. Bu bizim işimiz değil. Biz, konumların değil konuların savunucusuyuz. Herkes kendi işini doğru yaparsa bütün bunlara ihtiyaç kalmaz."
Bazılarının ülkede çok seslilik, alternatif çözümler sunma ve takipçisi olma konusunda kaygı duyduklarını belirten Koç, "Onlara bu kürsüden şu teminatı vermek istiyorum: TÜSİAD 39 yıldır olduğu gibi önüne koyduğu misyonu tümüyle yerine getirmeye devam edecektir. Bunun için yapılması gereken ne varsa yapılacak, söylenmesi gereken ne varsa söylenecektir. Bu geçmişte de böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır. Bundan emin olabilirsiniz" dedi.
TÜSİAD YİK Başkanı Mustafa Koç, son olarak, 3 yıldır birlikte çalıştıkları Arzuhan Doğan Yalçındağ'a ve ekibine teşekkür ederken, yeni seçilecek Başkan ve Yönetim Kurulu'na da başarılar diledi.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın konuşması:
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 40. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda "Yönetim Kurulu Başkanı" olarak son kez konuşma yapan Yalçındağ, geçen üç yılda Türkiye'de köklü siyasi değişikliklerin yaşandığını, dünya ekonomisinin derin bir krize girdiğini anımsatarak, "Henüz sıkıntıların ya da yaşanan çalkantıların bittiğini söylememiz zor. Ancak bu çalkantılardan sonra ortaya çıkacak tablonun hepimiz açısından sağlıklı ve ümit verici olacağından şüphe etmiyorum" dedi.
Ekonomide güç kaymalarının yaşandığı, kalkınmakta olan ülkelerin dünya siyasetinde daha fazla söz sahibi olmak istediği bir tabloda, Türkiye'nin öne çıktığını kaydeden Yalçındağ, "Gelecek dönemin uluslararası dinamikleri, enerjinin jeopolitiği ve ekonomisi, Türkiye'yi uluslararası sistemde daha öne çıkan bir rol oynamaya neredeyse itiyor. Ne var ki bu potansiyelin hayata geçirilmesi için gereken toplumsal ve siyasal huzura, mutabakat zeminine, dayanışma ruhuna henüz kavuşmuş değiliz şeklinde konuştu.
Yatırım ve ticaret alanında faaliyetlerinin yarısından fazlasını Avrupa ile gerçekleştiren Türkiye'nin ekonomik dalgalanmadan hasarsız çıkmasının mümkün olmadığını ifade eden Yalçındağ, 2009 yılında gerçekleşecek olan yüzde 6'lık daralmanın belki önemli bir bölümünü bu dışsal unsur ile ilintili olduğunu belirtti.
Sıkıntının kayda değer bir bölümü içsel olgular ile de ilişkili olduğunu söyleyen Yalçındağ şunları söyledi:
"Bu olguları, 2007 sonlarında başlayan siyasi hareketlilik ve belirsizlik, AB sürecinde belirgin yavaşlama, kamu mali dengelerinde bozulma ve son olarak mikro-yapısal uyum sürecinin aksaması olarak sıralamak mümkün.
Sorumuz basittir. Türkiye yeniden büyüyebilmek için ne yapmalıdır? Büyümeyi kalıcı kılacak, sürdürülebilir olmasını sağlayacak faktörler nelerdir?
Birinci öncelik verimlilik tabanlı mikro yapısal uyumun hızlandırılmasıdır. Bunu tamamlayacak unsur ise dış kaynak enjeksiyonu ve AB uyumudur. Tüm bunlar gerçekleştiği takdirde Türkiye kriz sonrası dönemde, potansiyel büyüme oranlarına yaklaşabilecektir.
Bu tablo içinde, işsizlik olgusu hem Türkiye'de hem dünyada sosyal dengeleri zorlayacak en önemli meseledir. Önümüzdeki dönemde, doğrudan mevcut işsizlerimize yönelik aktif işgücü politikaları geliştirmek zorundayız.
Zira gelecek yıllarda gerçekleşecek büyüme işsizlik olgusunu ancak sınırlı olarak kontrol edebilecektir. Bu yönde atılmış olan esnek işgücü piyasası ve aktif işgücü politikalarını destekliyoruz. Bu politikaların gelişmesi yönünde biz de katkı sağlamaya çalışıyoruz."
Gelişmiş ülkeler için 2010 yılında hızlı bir çıkış programından bahsetmenin mümkün olmadığını, krizden nispeten az etkilenen Asya ülkeleri açısından ise böyle bir politikaya zaten ihtiyaç olmadığını kaydeden Yalçındağ, "Türkiye bu iki yapının arasında bir yerde duruyor. O halde biz kendi koşullarımızı iyi tahlil etmek, bize uygun çıkış politikasını tasarlamak zorundayız. Bu durum aslında, IMF anlaşması konusunu daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmemiz gerektiğine de işaret ediyor. Bu bağlamda daha öncebelirttiğimiz üzere, orta vadeli programı gerekli ve bütüncül bulmakla birlikte tek başına yeterli olmayacağını düşünüyoruz" dedi.
Geçen üç yılda Türkiye'nin sert siyasi tartışmalara tanık olduğunu anımsatan Yalçındağ, Anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi'nin kararları, Cumhurbaşkanlığı seçimine yapılan müdahaleler, parti kapatma davaları ve yaşanmakta olan kutuplaşmaların gündemi fazlasıyla işgal ettiğini söyledi.
Türkiye'nin yıllardan beri tartıştığı Kürt meselesiyle ilgili demokratik açılım doğru bir karar olduğunu ifade eden Yalçındağ şöyle konuştu:
"Ancak amaçtan çok yapılış yöntemi nedeniyle olması gereken toplumsal ve siyasal mutabakata ulaşamadı. Sıradan bir ülkede bu saydıklarımın her biri başlı başına istikrarsızlık işareti sayılabilecekken, Türkiye hepsini bir arada yaşadı. Ergenekon soruşturması kapsamındaki gelişmeler ve iddialar hem sivil-asker ilişkilerinin niteliği hem de adil yargılanma hakkı üzerinde daha etraflıca düşünmemize yol açtı.
TÜSİAD sivilleşmeyi her zaman bir öncelik olarak gördü ve kategorik olarak destekledi. Demokratik işleyişe müdahalelerde alınan tavır da bunun en açık göstergesidir.
Hükümet Anayasa değişikliği yapmak istediğinde bu konudaki tüm birikimimizi kullanarak böyle bir açılıma destek vermek istedik. Topyekün bir yenilenme, yepyeni bir Anayasal felsefe ve ruh ile işe girişilmesini istedik. Yeni Anayasayı olabilecek en geniş toplumsal mutabakata dayandırmak gereğini vurguladık.
Başörtülü öğrencilerin üniversitelere girememesinin yarattığı toplumsal, vicdani ve etik problemin yumuşak bir geçiş ile çözülmesini istiyorduk. Bunu genel bir demokratikleşme ve liberalleşme paketinin içinde gündeme getirmenin doğru olduğunu savunduk. Nitekim, yöntem yanlışlığı hem bu değişikliğin hem de genel bir Anayasa yenilenmesinin önünü tıkadı."
Modernleşme, özgürleşme, demokratikleşme, piyasa ekonomisi içinde kalkınmayı sağlama, dünyaya ve dünyanın rekabetine açılma gibi konuların 21. yüzyılda önde gelen bir ulus konumuna ulaşılabilmesi için gerekli şartlar olduğunu kaydeden Yalçındağ, "En ileri düzeyde bu hedefe yaklaşmış Batılı ülkelerin tarihinde, en az iki yüzyıllık büyük sancılar, sarsıntılar, komünizmden faşizme kadar uzanan savrulmalar, savaşlar görülür. O boyutlarda değilse bile, Türkiye'miz de değişimin şiddetli sancılarını ve nimetlerini birlikte yaşamaktadır. Bu bağlamda yeniye direniş ne ölçüde sert olduysa, yeniyi temsil etme iddiası taşıyanların tarzı da o denli sertti. Maalesef çatışma dilinin yerine koyabileceğimiz bir eleştiri, müzakere ve uzlaşma dilini geliştiremedik" dedi.
2010'lu yılarda dünya geçen on yılın miras bıraktığı sorunlarla uğraşmayı sürdüreceğini, dünyadaki yeni güç dağılımından yüksek bir pay almak üzere, ön plandaki ülkelerin hazırlıklarını arttırdığını kaydeden Yalçındağ, Türkiye'nin de önünde bu on yılı ve ötesini kurgulamak gibi bir zorunluluk olduğunu söyledi.
Eski yapı, zihniyet ve alışkanlıklarla 21. yüzyıla ayak uydurulamayacağının belli olduğunu vurgulayan Yalçındağ, "Dolayısıyla yeniyi nasıl kuracağımız sorusuna daha fazla odaklanmalıyız. Bu değişimi bir toplumsal ve siyasal konsensüs oluşturarak gerçekleştirebilirsek süreçten daha da güçlenerek çıkacağımıza kuşku yok. Yıllardır söylediğimizi bugün yine tekrarlıyoruz: siyasi partiler yasası ve seçim yasası değişmelidir" diye konuştu.
Siyaset ve toplum arasındaki bağların güçlendirilmesi, kontrol-denge mekanizmalarının iyi işletilmesi ve yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığının tam anlamıyla sağlanması gerektiğini kaydeden Yalçındağ, bunlar gerçekleşmeden demokrasinin derinleşmesi ve adil bir temsile kavuşulmasının söz konusu olamayacağını belirtti.
Kadınların eğitimi, işgücüne ve siyasete katılımı konusunda bugün bulunulan noktanın "içler acısı" olduğunu söyleyen Yalçındağ, kadınlarının enerji ve becerilerini değerlendiremeyen hiç bir toplumun 21. yüzyılın kalkınma yarışında kayda değer bir başarı gösteremeyeceğini ifade etti.
Sürdürdüğü yapıcı dış politika anlayışıyla Türkiye'nin, çevresine istikrar getirecek bir tutum içinde olduğunu belirten Yalçındağ, "Ne var ki bu açılımlara gönülden destek vermekle birlikte AB sürecinin canlandırılmasının da şart olduğu kanısındayız. Hatta bizim katılmadığımız ama son zamanlarda dünya kamuoyunda tartışılan eksen kayması izlenimini AB sürecindeki yavaşlamaya bağlamak mümkün diye düşünüyoruz" dedi.
Yeni yönetim
Boyner'in oluşturacağı yeni yönetimde, deneyimli işadamları ile geleceği parlak genç isimler yan yana geldi. Bir yandan Arkas Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas ve Sütaş Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz gibi "duayen" isimleri yönetime alan Boyner, diğer yandan iş dünyasında kısa zamanda başarıları ile sivrilmiş Acıbadem Hastaneleri Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, Rönesans İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcak ve PricewaterhouseCoopers Yönetim Kurulu Bakanı Cansen Başaran gibi genç isimlere yönetimde yer verdi.
Öte yandan aralarında Murat Özyeğin, Osman Boyner, Alican Ulusoy ve Oya Narin gibi "aileden patron" olan genç isimlerin bulunduğu yedek yönetim kurulu listesinin yaş ortalaması ise 38.2 oldu. Yeni dönemde kendi işlerine vakit ayırmak istediğini açıklayan Ferit Şahenk ve Erdal Karamercan ile Hamdi Akın, Mehmet Ali Molay ve Zafer Ali Yavan yönetim dışında kaldı. Haluk Dinçer, Volkan Vural, Tayfun Bayazıt ve Ali Kibar'ın yönetim kurulu üyelikleri ise yeni dönemde de devam edecek.
ÜMİT BOYNER KİMDİR?
TÜSİAD'ın ikinci kadın başkanı olarak 2010-2011 yıllarında başkanlık koltuğuna oturacak olan Nazlı Ümit Boyner, 1963 İstanbul doğumlu, ama aslen Ayvalıklı. Üniversite eğitimini ekonomi üzerine 1985'te University of Rochester'da tamamlayan Boyner, 1996'da Boyner Grubu'nun holdingleşme stratejisi ile birlikte Finansmandan Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak göreve başladı. 2002 yılında ağırlıklı olarak Finansman ve Yatırım Konularından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyeliği'ne atandı. TÜSİAD'da 2005 yılında Dış Tanıtım Komisyonu'ndan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi, 2007 yılında Başkan Yardımcısı oldu. Ayrıca Kadın Girişimciler Derneği'nde kurucu üye ve dört yıl başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Ümit Boyner aynı zamanda Sualtı Arkeoloji Vakfı, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve Tohum Otizm Vakfı'nda mütevelli heyeti üyesi. TÜSİAD'ın eski başkanlarından Cem Boyner ile evli olan Boyner, kick-boks ve Tayland boksu yapıyor.
(show haber)
SON VİDEO HABER
Haber Ara