Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Taliban ne için savaşıyor?

BBC Afganistan muhabiri Peter Greste, Afganistan izlenimlerini kaleme aldığı yazısında Molla Burcan'la görüşmesinden yola çıkarak Taliban'ın ne için savaştığını ortaya koyuyor.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-01-21 13:59:00

Taliban ne için savaşıyor?
İşte Greste'nin yazısı:

Uzun, karışık bir sakalı vardı.

Parmaklarıyla durmadan tespih çekiyordu. Tespihin boncukları bir daktilo tuşları gibi ses çıkarıyordu.

Burcan'ı sevmiştim. Zekiydi, tane tane konuşuyordu, alaycı bir mizah anlayışı vardı.

Taliban'ın görevi hakkında da kesin görüşleri vardı. Öyle, kadınların boyunduruk altına alınmasından ya da İslam ideolojisinin ihraç edilmesinden veya küresel cihad gibi "çılgın" fikirlerden sözetmiyordu.

Batı'yla bir alıp veremediği yoktu, Afganlar arasında o sırada yaygın olan, Rusların yenilgiye uğratılmasından sonra terkedilmişlik duygusundan başka...

Benim Hıristiyan geçmişimden de herhangi bir rahatsızlık duymuyordu.

Hayır, Molla Burcan ve daha geniş boyutlarda, Taliban örgütü, şimdi Batı'nın tanımladığı gibi dini fanatikler olarak görünmüyordu. Taliban, Afganistan'ı anarşi içinde, kanlı bir kazana dönüştüren aşiret liderlerinden geri almak isteyen milliyetçilerdi.

Hatırlayın...

Taliban'ın Pakistan'daki Afgan mülteci kamplarından ortaya çıktığı o zamanlarda, rakip hizipler Afganistan'ı bölüyor, parçalıyordu.

HAYDUTLARIN HÜKMÜ

Hayber Geçidi boyunca cehennem gibi geçen çeşitli yolculukları hatırlıyorum. Dudaklarından uyuşturucu sarılı sigaralar sarkan, gözleri cam gibi silahlı adamların kontrol ettikleri ardarda dizilmiş barikatları aşmaya çalışıyorduk.

Bu adamlar, hiçbir cezaya çarptırılmaksızın, önlerine geleni soyuyor, önlerine gelene tecavüz ediyordu. Komutanları, adeta zevkle ülkeyi yerle bir ediyordu. Bir aşiret liderine bağlı olmak, insanları birleştiren tek nitelikti. Ondan ötesi, anarşiydi.

Kalaşnikoflarla donanmış, yanlarında Kuran'ı da taşıyan Taliban, bu kargaşaya bir nokta koymak istiyordu.

Bağlı oldukları hareketi birleştiren ideolojik unsur İslamiyetti. Ahlakî yetkiyi ve yasal düzeni İslamiyetten, Şeriattan alıyorlardı.

Taliban ideolojisinin daha sonraki yıllarda ortaya çıkan kötü taraflarını affettirme gayreti içinde değilim.

Zina yapanların taşlanması, kızların eğitimden çekilmesi, sinemanın, müziğin yasaklanması ve tabii bir de, Usame Bin Ladin'e sığınma olanağı sağlamaları gibi...

Ama Batı, Taliban hakkındaki, bir noktayı hala gözden kaçırıyordu. Aynı şey bugün de yapılıyor.

SAVAŞMA GEREKÇESİ

"The Fog Of War" - "Savaşın Sisi" adlı belgeselde Vietnam savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanı olan Robert McNamara, bu savaştan yıllar sonra, Vietkong yönetiminin liderlerinden biriyle konuşuyordu.

McNamara'ya, Amerikalıların hiçbir zaman tam olarak anlayamadıkları birşey söylendi.

"Amerika, komünizmin küresel yürüyüşüne karşı savaştığına inanıyordu. Ama, Vietnamlıların Fransız sömürgeciliğine karşı vermiş oldukları tarihi mücadaleyi anlayamamıştı.."

Washington, komünizmi durdurmak için kan döktüğünü zannederken, Vietkong sadece, millî mücadelesine devam etmekteydi.

Onlarınki, bir bağımsızlık savaşıydı. Komünizm, sadece, bu harekete bir amaç ve yön sağlayan ortak bir ideolojiydi.

Bugünkü Taliban için de, din aynı rolü oynuyor.

İki ülke arasındaki benzerlikler daha da öteye gidiyor. Her iki durumda da, o dönemde komünizm, şimdi de İslam, savaşa katılmaya hevesli, silah ve paraya sahip bir sürü müttefik sunuyor savaşçılara.

Ama o zaman olduğu gibi bugün de, ideoloji, üzerinde daha çok odaklanılmış olan milliyetçi davanın gerisinde kalıyor.

Tabii Taliban yönetimindeki bazı liderler, Müslümanların, diğer Müslümanları kâfirlerin etkisinden korumakla yükümlü oldukları yolundaki bir İslam ideolojisine derinden inanıyorlar. Onlarınki çok daha geniş kapsamlı, militanca bir söylem ve bu bakımdan, El Kaide'den çok da farklı bir yerde değiller.

Ama bence bu bakış açısını, Taliban'ın tümü, hatta büyük bölümü için düşünmek hatalı olur. Batıdaki siyasi liderlerim durumu böyle görüyor olmaları, daha eskiden yapılmış hatalrın tekrarlandığına işaret ediyor. Ve ben, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye daha fazla asker sevkedilmesini öngören yeni siyasetinin sorunu daha da büyüteceğiniş düşünmekten alamıyorum kendimi.

1995 yılına dönelim. Taliban'ın Kandahar ile Helmand'ı ele geçirmesinden hemen sonraları...

O nefret edilesi kontrol noktalarından tamamen kurtulmuş olan sokaklardan geçiyordum arabamla. Pazarlar, yerel halkın uzun yıllardır görmediği biçimde, cıvıl cıvıldı.

Dünyanın en kaliteli narlarına göz atarken, pazarcılardan bazıları, uymak zorunda oldukları yeni yasalardan yakındılar. Ama yine de çoğunluğu, nihayet geri gelen istikrar ve güvenlikten büyük bir memnunluk duyuyordu.

Afganistan'a, Noel sırasında yaptığım son ziyaretteyse, aynı sokaklara, ancak havadan, içinde bulunduğum İngiliz askeri helikopterinden göz atabildim. Üzerimde kurşun geçirmek giysiler vardı.

Pazarlarda, narların yanısıra, kaldırım kenarına yerleştirilmiş bombalar da olabiliyordu.

Molla Burcan, artık yaşamıyor. Taliban'ın 2006 yılında Kabil'i geri almak için verdiği o ilk savaşın ilk devrelerinde öldü.

Ama kendisiyle, aşiret liderlerini devirmek için verdikleri savaş sırasında verilen büyük kayıplar hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum. Bu liderlerin birçoğu şimdi hükümette görev almış durumda.

"Anlamıyorsunuz" demişti Molla Burcan... "Biz, toprağımız için savaş veriyoruz. Bizden bir kişi öldürüyorlar ama, aynı anda 10 yeni düşman yaratıyorlar" diye sürdürmüştü.

Afganistan'da değişen pek fazla birşey olduğunu sanmıyorum.

(BBC Türkçe)
SON VİDEO HABER

Münbiçli Arap esnaf, PKK/YPG'yi anlattı

Haber Ara