Türkiye ‘nerede’ idi ‘ne’ oldu
Tür dış politikasını yorumlayan Atlantik Enstitü ve Princeton Üniversitesi’nden Dr. Walker'a göre ABD ve AB’nin Türkiye için yeni ve özgün bir plan formüle etmesi gerek.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-18 17:38:00
Joshua W. Walker*
ürkiye’ye dair Avrupa’daki yaygın algı, Soğuk Savaş döneminin etkilerini taşıyor. Bizzat Türk siyasetçileri ve bilim adamları tarafından da paylaşılan bu algı, komünizm tehlikesine karşı Türk ordusuna üstün yetenekler atfeden ve Türkiye’nin coğrafi olarak ‘nerede?’ olduğu sorusu üstüne kurulu bir akıl yürütmeyi içeriyor. Buna göre Türkiye, paha biçilmez jeo-stratejik önemi, büyük ve güçlü ordusu, seküler siyaset sistemi, Müslüman halkı ve terörizme karşı sadık mücadelesi gibi özellikleri dolayısıyla dünyanın en istikrarsız bölgesinde istikrar sağlayabilecek bir güç olarak algılanıyor. Öte yandan bu ortak bakış açısı oldukça ölümcül bir yanlış anlamaya karşılık geliyor. Türkiye’ye seküler Müslüman bir demokrasi rolü biçen ve çok rağbet gören konumlandırma, Türkiye toplumundaki ve bölgedeki siyaset oyunun kurallarına dair bürüt bir yanlış anlamaya dayanıyor.
Oysa gerçekte, Türkiye’yi bölgede istikrarlı bir model olarak sunmanın nedenleri, sadece askeri gücünden, Müslümanlıkla sekülerlik arasında kurduğu ‘başarılı’ dengeden ya da jeo-stratejik konumundan değil onun kendi istikrarından ve siyasi prensiplerinin niteliğinden/kalitesinden devşirilmeli.
Sonuç olarak son yirmi yılda bu özelliklerden hiçbiri bir bütün olarak ya da tek başına Türkiye’de bir istikrar yaratamaya yetmedi. Aksine Türkiye siyasetini yönetegelmiş olan bu siyaset ve zihniyet, yaşanan sorunlara şiddet içermeyen çözümler bulmak konusunda başarısız oldu. Türkiye’deki mevcut statüko, geniş insan hakları spektrumuna, yıpranmamış ve sorumlu kamu yönetimlerine erişmek anlamında gelişimi teşvik etmek yerine tüm bu alanlardaki gelişimi sürekli olarak engelledi. Bu nedenle Washington’un ve Brüksel’in, Türk politikasının iç dinamiklerini öğrenerek ve sivil asker ilişkilerindeki dengeye yakın dikkat göstererek; Türkiye’nin sadece coğrafi olarak ‘nerede’ olduğundan değil ‘ne’ olduğundan da hareketle şekillenecek, yeni özgün bir plan formüle etmesi gerekiyor. Washington’daki ve Brüksel’deki siyasetçiler için hala Türkiye’yi modern uluslar arası sistem içine yerleştirmenin zorlayıcı tarafları var. Bunu sonucu olarak da Türkiye’nin kendine özgü/yerel gerçeklilikleri yeteri kadar anlaşılamıyor ve geliştirdiği uluslar arası arenası ve rolü bağlamı içinde görülemiyor.
Türkiye’nin sahip olduğu iki potansiyel var: Ya bölgeler arası bir süper güç ya da - kendini parçası olarak bulduğu, çeşitli bölgeler ve topluluklar içinde mükemmel ‘küçük evren’ olarak- kendi içine odaklanmış bölgesel bir devlet olacak. Bu nedenle coğrafi merkeziyetinin ötesine geçerek, Türkiye’yi tek bir bölgesel gruplaşma veya topluluk içinde sınıflandırmak herhangi bir Batılı politikacının ilgisi dâhilinde değil.
Reel-politik diplomasi
Avrupa Birliği üyeliğini bir kenara bırakmadan Ankara’nın Suriye ve İran’ı kapsayacak şekilde güney ve doğu komşularıyla girdiği ilişki, Türklere bölgesel bir prestij kazandırdı. Bununla birlikte Türkiye’nin bölgesel model olarak rolü, kendi iç problemlerinden kaynaklanan iki majör faktörden dolayı sınırlı. Birincisi, çözümlenmemiş Kürt meselesi. İkincisi ise Atatürk’ün mirasının hala net olmayan statüsüne işaret eden, Türkiye’nin çalkantılı komşularla çevrili bir coğrafyada ve bazılarının işaret ettiği gibi “İslami tehtid” karşısında kendini seküler bir Avrupa devleti olarak dönüştürmede başarılı olup olamayacağı meselesi. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin reel-politik diplomasisi altında yaşanan Türkiye’nin son yıllardaki jeopolitik yükselişi, ülkenin ulusal çıkarlarına yeni ve güçlü bir şekilde hizmet ederken bu durum bazı Avrupalıları rahatsız ediyor. Aynı zamanda bu yeni yaklaşım Amerika ve Türkiye çıkarları arasında son sekiz yılın en büyük uyumunu da sağladı. Bununla beraber Türkiye’yi hiçbir zaman ‘çantada keklik’ de görmemek gerekiyor. Batılı siyasetçilerin çıkarması gereken ders şu: Türkiye’nin kimliği ve hayatta kalması artık bütünüyle Batı’ya bağlı/bağımlı değil.
Bugün Türkiye eş zamanlı olarak daha fazla Avrupalı, daha fazla demokratik, daha fazla muhafazakâr ve İslam-dostu ve yükselen bir şekilde daha fazla milliyetçi. Ortamındaki uluslararası değişimlerin ve yerel dinamiklerinin sonucu olarak Türkiye kendini çevresindeki bölgelere tabi olmayan bölgesel bir güç rolü içinde buldu. Bu sadece İslam-dostu bir siyasi güç değil. Türkiye’nin bölgedeki diplomatik çabaları ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki yeni resmi yeri de onun “aktör” olduğunun farklı göstergeleri.
Obama anladı!
Türkiye’nin yükselişi yeni Amerikan yönetiminin dünyada pek çok ulusun stratejik çıkarlarını ilgilendiren bölgede çözüme yönelik tavrıyla da örtüştü. Bu bölgesel yaklaşım Obama yönetiminin Türkiye’ye yönelik Washington siyasetinde döngüsel bir değişime gitmesini zorunlu kılıyor. Türkiye Obama’nın üç acil stratejik meselesinde -Afganistan, Irak ve İran- önemli bir partner olmalı. Neyse ki Amerikan-Türk çıkarları son altı yılda hiç olmadığı kadar birbirine yakın. Türkiye Afganistan’a asker gönderme konusunda hala isteksiz davranabilir ama Ankara Afganistan’ı ve Pakistan’ı saran ateşin yayılmadan söndürülmesine de öncelik veiyor. Yakın zamanda Amerika’nın Irak’tan çekilmesi ihtimali ise iki ülke arasındaki ilişkilerin ana gerilim noktasını oluşturuyor. Amerika’nın yakın zamanda Afganistan’dan çekilmesi Türkiye’nin Amerikan destekli bağımsız Kürt Bölgesi kurulacak korkularını soluklaştırıyor, korkunun yerini Kürt meselesinin uzun soluklu olarak çözümüne yönelik yeni bir enerji alıyor.
Dahası Amerika’nın PKK ile mücadeleye verdiği destek, Türkiye’nin Kuzey Iraklı liderlere yaklaşımını kolaylaştırıyor ki bu Ankara’nın kendi içindeki Kürt meselsine bir çözüm getirebilmesi için hayati bir önem taşıyor. Sırayla Türk-Kürt ilişkileri sınırda karşılıklı bir ekonomi meydana getirecek ve bu Türkiye’nin Irak’taki etkisini İran yatırımları anlamında arttıracak. Askeri harekat dışında İran’ın nükleer bir tehdit olmasını önlemeye de aynı derecede kararlı olan Ankara diplomatik olarak Obama’nın çözüme yönelik çabalarını destekleyecek.
Amerika’nın Türkiye politikasının, zamanın siyasal açıdan ruhunu ve toplumun faaliyette olan genel ilkelerini tek başına kökünden değiştirmesi beklenemez. Aslında tam aksi geçerli: Türkiye dış politikasının formülasyonunu ve yeni ayarlanmasını, Türkiye siyasetinin parametrelerinin yeniden tanımlanması noktasında cereyan eden iç iktidar mücadeleleri belirleyecek. Bu mücadelenin odak noktasını son birkaç yıldır devam eden, Türkiye’deki statükonun ana çerçevesinde ve Türk siyaset anlayışında değişime neden olan tarihi Ergenekon davası oluşturuyor. Bu mücadelenin bir ucunda ordu tarafından desteklenen seküler kanat; öbür ucunda ise yasaklanan İslamcı partinin içinden çıkan pragmatik muhafazakar iktidar partisi AKP var.
Bazı uzmanlar bu durumun arkasında Washington’ın büyük planı olduğu yorumunda bulunuyor ama daha realist bir okuma Amerikan yönetiminin ise bu sefer Türkiye’deki gelişmelere alışıldığının aksine provokatif olmaktan uzak durduğunu gösteriyor.
Ne yazık ki Washington’un tepkisel davranışı Ankara’da zararlı etkilere yol açtı, devam eden şekilde reform çabalarını kırmak için kullanıldı ve radikal bakış açılarını cesaretlendirdi. Amerika Türkiye’nin karmaşık yerel manzarasından kaçınmaktansa, Türkiye’deki aktörlerin geliştirdikleri esnek ve muğlak kimlikleri kucaklamak gibi bir yeteneğe sahip. Amerika bu stratejik muğlaklıktan faydalanarak her iki taraf için de faydalı olacak ve Washington ve Ankara arasında güçlü işbirliği yaratacak bir yolun gerekçelerini tanımlayabilir. Türkiye’ye yönelik herhangi yeni bir stratejinin yolu, AKP’yi ve orduyu aynı anda bu sürece dahil edebilmekten geçiyor. Fakat Ergenekon davasının getirdiği yeni açılımı düşünürsek, bu işe öncelikle ordudan başlamak gerekiyor. Yerel ve uluslararası seviyede hükümetin Kürt meselesindeki girişimleri ya da Demokratik Açılımı karşısında tedbirli bir iyimserliğin muhafaza edilmesinin nedenleri var. Kürt meselesinin Türkiye’de yerleştirildiği dış politika ve uluslararası ortam hiçbir zaman başarı sağlayacak bir olgunluğa erişmedi.
Tedbirli iyimserlik
Öte yandan yeterince saygı gösterildiğinde Avrupa Birliği şartlarının daha iyi bir yönetime katkıda bulunan etkili bir enstrüman olduğu da bundan önce ispatlandı. AKP hükümetinin daha önce tam üyelik vizyonuyla yapmış olduğu hamle demokratik reformlar çerçevesinde ortaya konulan uyumun temel faktörlerinden biriydi. Avrupa Birliği konusunda şüphe yok ki Brüksel bürokrasisi AKP’nin yeniden canlanarak içerideki bloğun direncinin üstesinden gelmesi için destek vermek; Türkiye demokrasisi Avrupa Birliğini ve uluslararası topluluğu önemsiyor mesajını vermek noktasında daha çok çalışmalı. Avrupa Birliği reform ajandasında ısrarlı olmaksızın AKP için, Kürt meselesinde bir uzlaşma sağlansa dahi, sivil asker ilişkilerini ve yerel politikayı normalleştirmek zor olacak.
Muhtemelen Türkiye tarihinde ilk defa dış oyuncular, uluslararası faktörler ve hükümet gerçekten kalıcı bir çözüm için katkıda bulunmak istiyor ve hiçbiri daha fazla Kürt meselesiyle ilgili kışkırtıcılığın kaynağı olmak istemiyor.
Hükümet ve ordu birlikte
Türkiye’nin stratejik ortağı olarak Amerika’nın sorumluluğu var ama daha da önemli olan Amerika’nın Türkiye ile bölgede ve Kürt sorununun kalıcı çözümünde çalışma fırsatına sahip olması. Türklerin her daim söz konusu olan dış güçlere karşı duyduğu şüphe Washington açısından aşılması zor bir durum. Eğer bu becerilemezse Amerika Türkiye ilişkileri Irak’ın ikinci kez işgalinin ardından yaşandığı gibi bozulur. Bununla beraber eğer bu süreç doğru şekilde atlatılabilirse, Türkiye’nin Kürt açılımına destek vermek Amerika’nın bölgedeki tüm çıkarlarına hizmet edeceği gibi Türkler amaçlarına ulaşmada kendilerine kimin yardım ettiğini de unutmayacaklardır.
Amerika’nın Irak’tan beklenen geri çekilişi Kürt meselesine ve Türkiye’nin komşularıyla bölgesel işbirliğine olumlu anlamda ivme kazandırmışken, Türkiye’nin yeni kendine güveni ve bölgedeki şöhreti, durağan bir Soğuk-Savaş savunma durumunu bölgenin istikrarı için bir katalizör potansiyeline dönüştürdü.
Temel olarak Kürt meselesi etrafında demokratik “sivil” bir perspektifin yeniden canlanışı bu tercihin değişimini temsil ediyor. Seküler ittifakın AKP karşısında ordu tarafından destek gören adımları, hükümeti basitçe güçlü bir ordunun peşinden giden geleneksel dürtülerini zaptetmek konusunda teşvik ediyor. Bu durum hükümete çok anlamlı stratejisini (muhafazakar-milliyetçi) ve ikili kimliğini (liberal-demokratik) vurgulamak konusunda olanak sağlıyor.
Savaş yorgunu bir ülkenin demokratikleşmeyi Avrupa Birliği’nin ötesinde bir mesele olarak alması ona sadece yerel politikada istikrar değil ayrıca bölgesel bir rol ve uluslararası bir statü de kazandırır. Türkiye’nin dünyanın en istikrarsız bölgesinde istikrarı teşvik ediyor olmasının, nerede olduğuyla (coğrafi konumuyla) değil ‘ne’ ve ‘ne için’ orada olduğuyla ilişkisini anlamak ise atılması gereken en büyük adım.
*Dr. Princeton Üniversitesi
[email protected]
SON VİDEO HABER
Haber Ara