Dolar

35,4856

Euro

36,4774

Altın

3.091,70

Bist

9.977,94

'MHP maço parti, SP'liler bizden farklı'

Dünyanın en büyük kadın kolları örgütü olarak gösterilen AK Parti Kadın Kollarının Başkanı Fatma Şahin hemcinslerinin siyasetteki durumunu değerlendirdi. MHP'yi 'maço parti' gören Şahin Saadet'li kadınları da kıyaslıyor

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-01-17 16:20:00

'MHP maço parti, SP'liler bizden farklı'
AK Parti Kadın Kolları, bir milyon 200 bin üyesiyle dünyanın en büyük siyasi kadın örgütü. Böylesine dikkat çekici bir niceliğin niteliksel yapısını insan merak ediyor.

Kadın Kolları, 81 il ve ilçeden 2 bin 600 partili kadının siyasal, sosyal ve kültürel eğitimi için beş haftalık dev bir organizasyon yapıp, siyasetin iletişimi başlığıyla benim de bilgi ve deneyimlerimi paylaşmak isteyince, memnuniyetle kabul ettim. Siz bu satırları okurken ikinci haftanın programı tamamlanmış olacak. İki saat süren ilk dersimde karşımda kendilerine verilen bilgiyi öğrenmeye aç, algıları açık ve uygulamaya hazır coşkulu bir kalabalık gördüm. Organizasyonda emeği geçenleri, Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin'in şahsında kutluyorum. Gaziantep milletvekili Şahin'le söyleşimizde, 8 Mart Kadınlar günü münasebetiyle, dünyanın tüm kadın meclis başkanları ile kadın dışişleri bakanlarının katılımıyla uluslar arası bir toplantı yapacaklarını, ondan önce istihdam, şiddeti fırsat eşitliği ve medya konularında STK'lar, akademisyenler ve siyasilerin katılımıyla geniş kapsamlı bir çalıştayın alt yapısını hazırladıklarını öğrendim.

-Kadınları AK Parti'de siyaset yapmaya iten duygu ne?

-Lidere güven çok önemli. Bizler duygusalız. Bağlanacağımız kişiyi sevmemiz lazım.

-Bir kadın eş seçerken de öncelikle güven arar. Politikayı evlilik gibi görüyorlar demek.
-Eş seçer gibi demek çok doğru değil. Kadın eğer bağlanacaksa, bir yerde konuşlanacaksa ve emeğini verecekse lidere güvenmesi lazım. Fakat eşinin de bunu kabul etmesi lazım. Çünkü muhafazakar bir yapı. Ve evden çıkmasına vesile oluyor. Belki ilk kez evinden çıkıyor bir parti binasına giriyor. Eşi de bu sosyalleşmeye gönül rahatlığıyla müsaade ediyor.

Onu gönderdiği atmosferden emin. Orada insanların birbirleriyle olan ilişkileri, takım ruhu, iş yapabilmek kabiliyeti beraberinde bir ailesel çalışmaya dönüşüyor.

-Belki de kadını güvenmeye iten şey güçtür. Güçlü bir liderin, güçlü bir parti organizasyonun içinde o gücü paylaşmak mı istiyor?
-İsteyen de var, istemeyen de var. Eskiden eşi için, babası için siyaset yapan kadınlar şimdi daha çok kendi için, geleceği için siyaset yapan kadınlara dönüşüyor. Bu çok önemli bir başlangıç.

-Yani ev kadınlığından, siyasetçiye dönüşme, bir çeşit sınıf değiştirme bu

-Sınıf değiştirme değil de sosyalleşmenin önemli bir adımı. Çünkü evinden çıkıyor, sosyal bir alanda takımla beraber çalışıyor ve iş üretiyor. Sosyal projelere destek oluyor. Okumayan kızın evine gidiyor, okumasını sağlıyor. Şehit ailesine gidiyor onlarla beraber oluyor. İyiyi ve kötüyü, sevinci ve kederi paylaşabiliyor. Bu kadına ait bir şey ve kadın kendi yerini buluyor. Yani kadın kendi için bunu yapıyor. Öbür türlü zaten başlar ve devamı gelmez. Lidere güvenip girer ama ortamı beğenmezse devam edemez.

Biz kadın kolları olarak ana kademelerden çok daha motivasyonu yüksek bir şekilde yolumuza devam ediyoruz. Bizde bireysel beklenti yok, hesap yok. Manevi hazla motive oluyoruz.

-Bugün CHP'de bir kadın kolları yok. Vardı eskiden. MHP'ninki de sizin gibi bir örgütlenme değil. Muhalefet partilerinde kadın niye olmuyor? İktidarın gücü daha mı cezbediyor kadınları?

-Hayır, iktidarın gücü değil. MHP tam bir maço erkek parti görüntüsünde. Kadınlar girmeye çalıştığı zaman bile bizimki kadar rahat çalışma ortamı bulamıyor. CHP'de daha önce Güldal Okuducu kadın kolu başkanıydı, İstanbul milletvekiliydi, bu dönem milletvekili olamadı. Yerine kadın kolu başkanı bile atayamadılar. Biz kendi kongremizde CHP'ye davetiye götürdüğümüz zaman muhatap bulamadık.

-Ne kadar acıklı. Peki neden böyle oldu?

-Konuşmaya geldiği zaman her alanda olduğu gibi kadın alanında da otuz yıllık ezberi bozamıyorlar. Diyorlar ki işte biz cumhuriyetin partisiyiz, cumhuriyetle beraber kurulduk. Kadın harekatında da biz varız. Peki bugün için siz ne yaptınız, başbakanımızın dediği gibi bu konuda bir dikili ağacınız var mı diye sorunca, benim yedi yıldan beri dinlediğim bir ezberleri var,

-Cumhuriyetin bekçiliği

-Evet o kadar. Çok soyut, içini doldurma, projelendirme olmuyor. Ak Parti şu kadar yapabiliyor, biz de şunu yapmalıyız şeklinde kadın harekâtında bile yapıcı bir tavır sergileyemiyorlar.

-Sizlerin çalışmalarını merak etmiyorlar mı, gelip size bir şey sormuyorlar mı? Hiç mi temas yok yani.

-Sayın Baykal'ın çok sinirlendiği zaman Sayın Başbakana söylediği bir söz var, "seni kadın kolları bile kurtaramıyor" diyor. O çok manidar bir sözdür. Aslında onlar da bu gücün farkındalar. Ve son seçimde özellikle İstanbul'da yeni bir siyaset yapılanmasına kadını koydular. Ve çok yapay kaldı, sürdüremiyorlar. Sürdürebilmek için özümsemek lazım. Kendi yüreğinden yapmak lazım. Ve karşının bunu hissetmesi lazım. Yani sen seçim otobüslerinde başörtülü, başörtüsüz kadınları koyuyorsun. Seçimden sonraki süreçte, bugün başörtülü belediye meclis üyesi olan kadınlarımızın belediye meclisine girmesine CHP'li belediye meclis üyesi erkeklerden çok ciddi direnişle karşılaşıyoruz. Halk sürdürülebilir, dürüst ve kendi içinde özümsenmiş politikaları benimsiyor ve seviyor.

-Politikaya giren kadın erkekleşiyor mu?

-Türkiye'de daha önce bakanlık yapmış, isim söylemeyeceğim, arkadaşımızın telefon açtığında küfür etmeden iş yaptıramadığının örneklerini görmüştük. Fakat 50 milletvekilinin 30'u Ak Partiden, 30'unun herkesin değişik bir yoğurt yiyişi var. Ama ben hiçbir arkadaşımda böyle sertleşen, erkekleşen, kabadayılaşan bir tavır görmüyorum.

-Kadınlar rekabetle nasıl baş ediyorlar?

-Aslında rekabetle çok başarılı baş edemiyoruz. Çok başarılı değiliz. Duygusalız çünkü. Erkekler kadar hesaplı değiliz. Erkekler kadar uzun soluklu da düşünemiyoruz. Bunlar bizim zaaflarımız. Biz bu zaaflarımızı yönetmek zorundayız. Ben arkadaşlarıma da söylüyorum. Çok kırılganız, çok hızlı bir şekilde vazgeçebiliyoruz. Hâlbuki siyaset duygusallığa yer olmayan, çok akıllı götürmek gereken ve kendi algını içine gömebilecek kadar hızlı toparlanabilmeyi gerektiren çok acımasız bir olay. Ve kadınlar olarak bu erkek alanda var olmaya ve ayakta durmaya, onlarla beraber mücadele etmeye çalışıyorsunuz.

-İşte bunlar katılaştırmıyor mu kadını?

-Katılaştırmıyor. Profesyonelleştiriyor. Yani siyasi alanda amatörlüğümüz belli. En büyük zafiyetimiz takım oyununa müsait değiliz. Ama siyaset ekiple yapılıyor. Biz kadınlar bebeğimizle oynayarak büyüyoruz. Erkekler hemen üç dört yaşında kapıya çıkıyor, üç dört arkadaş birleşiyor hemen bir takım oluşturuyor ya futbol oynuyor, ya voleybol oynuyor paslaşmayı çocuklukta öğreniyor. Biz büyüdükten sonra bunu damdan düşe düşe öğreniyoruz. Bedel ödüyoruz. Suya atlıyoruz yüzme öğrenmeye çalışıyoruz, kimse bize yüzme öğretmiyor aslında. Yüzmenin kurallarını da çok akademik dersler alıyoruz, siyaset okuluna gidiyoruz ama suya atlamak ve daldan düşmek gerekiyor. Bakıyoruz ki biraz tabii akıllı olmak gerekiyor, erkek oyununu çözmek gerekiyor. Ve o takımın bir parçası olarak devam etmek gerekiyor.

-İşte erkek oyununu çözmeye başladığın anda şunu öğreniyorsun: Erkek gibi olmazsan hayat yok sana.

-Erkek gibi olma takım oyunu ise erkek gibi oluyoruz. Ama sertleşmek, küfretmek, kabadayılaşmaksa onu kabul etmiyorum. Ama erkek gibi olmak profesyonel siyaset, bakış açısı gerektiriyorsa erkek gibi oluyoruz.

-Herşey böyle toz pembe mi gidiyor yani?

-Hayır, çok acımasız bir alan. Ben evden gelip de okulu bitirip normal siyaset girmiş olsaydım bugün belki paspas olmuştum. Ama ben 15 yıl çok ağır bir sektörün içerisinde erkek alanda ve özel sektörde rekabetin bu kadar ağır boyutunu yaşamadım ama kısmi olarak rekabeti yaşadığım, en yakınlarımdan darbe yediğim için...

-Bu kadın mı, erkek mi?

-Kadın. Zaten kadın kadına daha çok yapıyor. Erkek kadına yapmıyor. Çünkü biz erkeklerle çok rakip değiliz. Ama kadın kadına çok daha acımasız ve çok daha amatörce, çok daha yüzümüze gözümüze bulaştırarak darbe yapıyor. Şu anda da bunu yaşıyoruz ama yedi yıl oldu. 2002'deki Fatma Şahin bugün daha az duygusal ve en yakından daha az şey bekleyerek yoluna devam ediyor.

-Bir de şöyle bir şey politikada. Kadınlar işçi arılar gibi sahada çalışıyorlar. Ayak işlerini yapıyorlar ama iş yükselmeye gelince kendilerine çok fazla yer bulamıyorlar.

-Aslında dışarıdan algı bu. Ama içeri girdiğin zaman liderin duruşu çok önemli. Aslında lider eşit pozisyonlarda yani erkekle aynı statüde aynı ehliyet ve liyakatte olsa kadını tercih ediyor. Fakat 300 kişilik erkek grubunun içerisindeki seçebilme şansı ile 30'unun içerisindeki seçebilme şansı azalıyor. Zaten şartlar eşit değil, birbirinin yüzde 10'u. Erkekler on beş yıldan beri alandalar ve korkunç tecrübe ile geliyorlar. Şimdi lider de o makamı en iyi kimle dolduracaksa onu tercih etmek zorunda kalıyor. Aslında pozisyonlarımız eşit olsa, mesela 200 kişinin içerisinde yüz erkek, yüz kadınla gelebilsek, başarabilsek o dediğiniz arı muamelesi görmeyeceğiz. Ama biz daha onu değiştiremedik. Geliş şartlarımız eşit değil. Dolayısıyla seçim şartlarımız eşit olmuyor. Biz 300'ün içerisinde en az yüzde 30'a çıkmalıyız ki...

-Ama bu salt sayı ile ilgili bir şey mi?

-Ama sayı beraberinde kaliteyi de getiriyor. 300'ün içerisinde kaç tane hukukçu var dediğin zaman elli hukukçu geliyor. 30'un içerisinde iki hukukçu ile geliyorsun. Bu hukukçudan birini seçmek zorundaysan öbür tarafta iki hukukçu var.

-Lider, en iyisini seçmek zorunda.

-Evet. Şimdi bizim kadın kolları olarak yapmaya çalıştığımız şey, gelişleri eşitlemek, yani havuzları doldurmak istiyoruz. Aday adaylığında mesela ben Gaziantep'ten gelirken 47 aday adayında tek kadındım ve bugün milletvekiliyim. Artık 40 aday adayı varsa kadınları en azından 15, 20'ye çıkarmalıyız. O mücadele zaten baştan kaybedilerek geliyor. Yukarı çıktıkça da daha sertleşiyor rekabet. Erkekler zaten kendi içinde korkunç bir rekabet yaşıyor. Ve hala siyaset erkekler için çok cazibeli. Gelen her bir kadının yerine bir erkek gidiyor. Ve erkekler gitmesin diye kendi içlerinde korkunç bir işbirliği yapabiliyor.

-Partili kadınlar, erkekleri eğitemiyor mu?

-Biz 2002'ye göre muhafazakâr erkekte çok ciddi bir zihinsel dönüşüm başardık. Sayın başbakanımız her ay il başkanları toplantısı yapıyordu. İlk altı ayın sonunda dedi ki gelirken mutlaka kadın kolu başkanlarınız ve gençlik kolu başkanlarınızla geleceksiniz. Bu aslında en önemli zihinsel dönüşümdür. Çünkü il başkanı geliyordu, başbakanla görüşüyordu ve gidiyordu. Kendi ilinde başbakan bana şunu dedi, onunla şöyle bir süreç yaşadık diyordu. Güç kendisindeydi. Şimdi bu güç paylaşımı üçe bölündü. İl başkanı yanında gençlik ve kadın kolu başkanıyla beraber geliyor. Fırça yiyorsa da başbakandan bunu kadın kolu başkanı duyuyor. Söylediği şey neyse karşılığını öğreniyor. Veya kadın kolu başkanı gelmediği zaman niye getirmedin diye başbakan hesap soruyor. Veya gelirken kendi uçakla geliyor, kadın kolu başkanını uçakla göndermiyorsa sen ne şekilde geliyorsan kadın kolu başkanını da aynı şekilde getireceksin şeklinde bir uyarı alıyor.

-Her ilde ve ilçede kadın kolu başkanı ve gençlik kolu başkanı var mı?

-Var. Şu anda 1 milyon 200 bin üyesiyle dünyanın en örgütlü kadın hareketiyiz. Bizim kadar üye sayısı olan Avrupa'da da dünyada da başka bir parti yok.

-Bunun ana sebebi sadece lidere bağlılık mı?

-Hayır, takım çalışması. Lider çok önemli, ama beraberinde kadınların alana girdiği zaman bunu sürdürülebilir kılması da çok önemli. Bunu sürekli plan ve proje üreterek yapabiliyorsunuz. İş odaklı bir çalışma ortamı koyduğun zaman kimsenin kimseyi çok da çekiştirecek zamanı olmaz.

-Bence dedikodunun niteliği değişmiştir. Kadınlar şimdi de parti içinde olan biteni çekiştiriyorlardır.

-Biz tepede buna pirim vermeyen bir sistem kurduk. İş odaklı çalıştırmayı, en iyi iş yapanı en önde gösterecek bir model oluşturmaya çalıştık. Ve ben Fatma Şahin olarak buradan gittiğim zaman tufanlar oluşmayacak. Öyle bir sistem kurduk ki burada, ben gittiğim zaman burası kendiliğinden çalışabilecek bir pozisyona geldi. Her bir birim başkanı kendi içinde yapılanmayı öğrendi. Sistemde kurumsallaşma sağlandı. Bu Türk siyaseti açısından çok önemli bir şey. Ve standart getirildi. ISO standartlarıyla çalışan bir kurum şu anda burası.

-Kadın kolları için ISO standardı nedir?

-Yaptığımız her şeyin formatı var, karşılığı var ve arşivlenmesi var. Yani söz uçar, yazı kalır. Burada yaptığımız her şeyin yazısal karşılığı var. Siyasi partilerde bunlar çok yapılan şeyler değil. Dolayısıyla kurumun kendi hafızası oluşuyor. Dolayısıyla Ayşe gidip Fatma geldiği zaman sistem çalışıyor. Ve biz altı ayda bir iç denetim geçiriyoruz.

-Sizi kim denetliyor?

-Dışarıdan ISO standartlarından müfettişler geliyor, denetliyor. İç denetim ve dış denetim alıyoruz.

-Dünyanın en büyük kadın kolları örgütünün başkanı olmak sizi çok güçlü kıldı mı?

-Aslında bana aşırı bir şekilde sorumluluk getirdi. Bu sayısal gücün karşılığında ben çok güçlü bir kadınım duygusunu asla siyaseten hissetmedim. Daha çok bu kadınların sorumluluğunu ve beklentilerini yönetmeye çalıştım. Çünkü burası gönüllü çalışan, karşılığında para alınmayan bir yer. Gönüllü çalışan yeri disipline etmek zorundasınız. Biz bütün teşkilatı, 81 ili iki sekreter bir danışmanla götürüyoruz. Diğerlerinin hepsi gönüllü. Bireysel hesabın olmadığı bir yerde moral ve motivasyonu düşürdüğünüz zaman ekibi darmadağın edersiniz. Bu açıdan büyük sorumluluk hissediyorum.

-Peki kendi moralinizi nasıl yüksek tutuyorsunuz?

-Mümkün olduğu kadar okumaya, spor yapmaya çalışıyorum ve manevi olarak da kendimi sürekli bu makamın öbür dünya içinde çok büyük bir sorumluluk taşıdığını, eğer buradaki toplumsal yararı sağlayabilir, insanlara hizmeti başarabilirsem öbür dünyadaki makamımın da yükseleceğini düşünerek kendimi motive ediyorum. Bunun sabahleyin alt yapısını oluşturarak evden çıkıyorum. Yoksa çok zor bir alan.

-Şimdi kadınlar için beş haftalık bir eğitim programı hazırladınız. Bu fikir nasıl doğdu ve içeriği nedir?

-1 milyon 200 bin kadın olması çok önemli. Ama nicelikle beraber nitelik de çok önemli. Yani o bireyden en çok istifade edebilmeniz için o bireyi eğitmeniz lazım. Biz şu anda 2 bin 600 kişiyi eğitiyoruz. Bu eğitici eğitimi. Yani biz eğiticileri eğitimiz zaman herkes kendi tabanını eğitecek şekilde zincirin halkalarını ilerleteceğiz. 2010'u biz eğitim ve denetim yılı ilan ettik. Hem üye sayısını çoğaltıp, hem her bireyin 2010'un başındaki kendi bilgi dağarcığı ile 2010'un sonundaki bilgi dağarcığını çoğaltmayı kendimize görev edindik. Siyasal kimlik nedir, demokratik açılım nedir, siyasetçi medya ilişkisi nasıl olmalıdır, yani bir siyasetçiye lazım olan asgari bilgiyi ve anahtarı burada veriyoruz.

-Arkasından denetleyeceksiniz öyle mi?

-Evet. Mesela geçen hafta ben Adana'daydım. Kâğıt üzerinde gördüğümüz şeyin sahadaki karşılığı ne? Siyaset sahada, adam adama markajla yapılıyor. Hala bu en doğru ve en kalıcı yöntem. Adana'da önce toplu görüşmeler, sonra teke tek görüşmeler yaptık. Teke tek görüşme yapmadığınız zaman insanların şahsi görüşünü öğrenemiyorsunuz.

-Şahsi görüşle resmi görüş değişiyor tabii.

-Eğer siz şahsi görüşleri dinleyemezseniz, sorunu iyi algılayamıyorsunuz ve doğru yönetemiyorsunuz. Dolayısıyla yanlış çözüm üretiyorsunuz. Ben mühendis kökenli bir milletvekiliyim. Sorunu çözebilmeniz için anlamanız lazım önce. Ondan sonra analiz edip, takip edip çözmeniz gerekiyor. Bunun için de zaman ayırıp adam adama markajı sağlayacak sabrı göstermeniz gerekiyor. çünkü kitle partisiyiz, iddialarımız var, hedeflerimiz var. 2011'de tek başımıza güçlü bir şekilde devam etmek istiyoruz. Bunun için de kadın harekâtını kartopu gibi büyütmeliyiz.

-Şu an gelinen noktayı da yeterli bulmuyorsunuz.

-Evet. Çünkü bu 1 milyon 200 bin üyeyi aktif hale getirmeniz için koordine yeteneğini geliştirmeniz gerekiyor. İyi bir koordinasyon, iyi bir takım çalışması, şemsiye oluşturmanız gerekiyor. Onun içinde her hafta iki ya da üç ili tamamlayarak 81 ilin MR'ını çekeceğiz, nerede hastalık var, takım nerede zayıflamış, ana kademe ile ilişkide sıkıntı var mı öğreneceğiz.

-AKP, niye sadece kadınları eğitiyor?

-Kadınlar öncü kuvvet. kadının farkı kadın eve giriyor. Erkek kapıyı çalıp eve giremez. Kadın eve girdiği zaman, kadına ulaştığınız zaman aileye ulaşıyorsunuz. En önemli gücümüz bu. Kadını değiştirdiğimiz zaman toplumu çok daha kolay değiştiriyorsunuz. Ben ilk vekil olduğumda Amerika'ya gitmiştim. Sürekli baktım Ortadoğu'da kadın politikaları üzerinde çalışıyorlar Amerika'da. Hâlbuki kendi parlamentosunda yüzde 8 kadın temsili var. Ama Irak'taki parlamentoda yüzde 25 olsun diye eğitim vermeye çalışıyor. Dedim ki ya bu bir problemse niye kendinizinkini çözmüyorsunuz? Orada kullanılan anahtar sözcük oydu, bir toplumu değiştirmek istiyorsan önce kadını değiştireceksin.

-Politikaya girmek, kadının aile içindeki geleneksel rollerini değiştirdi mi?

-Bizim verdiğimiz sosyal politikalar kadını özgürleştirdi ve bireyselleştirdi. Ben 2002'de Gaziantep'te dolaşırken hangi partiye oy vereceksin dediğimde kocam bilir, babama soracağım sözleri çok fazla geliyordu. Şimdi sandığın başında özellikle Diyarbakır'da birebir şahit olmuş arkadaşlar, kadın ve erkek kavga ediyor. Erkek diyor ki sen şu partiye vereceksin, kadın diyor ki Tayyip'e vereceğim. Niye diyor, çünkü senden almadığım desteği ben ondan gördüm diyor. Çocuğunu okutamıyorsa geldi kadına çocuğunu okutmak için para verdi. Eğer hastaneye ulaşamıyorsa hastaneye ulaşması için şartları iyileştirdi. Yani kadının yaşam kalitesini yükseltecek sosyal projelerle kadın özgürleşti ve bireyselleşti. Özgürleştiği zaman kendini kuvvetli gördüğünde bu sefer erkeğine bir dakika diyor. Yani erkeğine one minute diyor. Sen bana zorla o partiye oy verdiremezsin diyor.

-Tersi de oluyordur. Koca Ak Partiye oy vermesini istiyordur kadın hayır ben CHP'ye vereceğim diyordur.

-O da olabilir. Ülkenin demokratikleşmesi ile alakalı bir şey o. Kadın bireyselleştikçe seçimleri de özgürleşiyor. Açık topluma gidiyoruz. Seçme hakkı, seçebilme özgürlüğü seçilmeden çok daha önemlidir. Kadının bu özgürlüğünü kullanması her geçen gün kuvvetleniyorsa Türkiye toplumu adına ve Türk kadınları adına çok sevindirici bir şeydir. Ben orada hangi partiye oy verdiğine bakmam.

-2600 kadını Ankara'ya getirmek de büyük organizasyon. Dersleri 450 kişilik gruplar halinde izliyorlar değil mi?

-Evet. Doğu ve güneydoğudan gelenlerin kar kış dolayısıyla bir gece önceden yatış veriliyor. Geliyorlar otellere yerleşiyorlar. Bu kadınlar açısından o kadar önemli bir şey ki. Belki şehirden ilk kez çıkıyor, belki ilk kez Ankara'yı görüyor. Belki ilk kez bir otelde kalıyor. Belki ilk kez genel merkezimize gelecek. Ama kadınlar hareketleniyor ve bunun için çaba gösteriyor. Bu Türk siyaseti açısından çok önemli bir başlangıç. Bu kadınlar öyle cebinde parası olan, ekonomik özgürlüğü çok kuvvetli kadınlar da değil.

-Eğitim düzeyleri de farklıdır.

-Burayı biz cephe olarak görüyoruz. Cephedeyiz bize komutanda lazım, asker de lazım. Herkes komutan olursa biz o savaşı kazanamayız. Kimisi arkadan kağnı ile taşıyacak, kimisi önden komuta edecek. Dolayısıyla biz bütün elimizdeki malzemeyi maksimum ölçüde kullanmaya çalışıyoruz. Kitle partisinin çok da zorlukları var. İdeolojik bir partiyi disipline etmek çok daha kolaydır. Ama bu farklı mozaikten bir bütün oluşturmak, parçaları birleştirmek bir iş yapmak zorundasınız. Dolayısıyla bizim elimizde mastırlı, doktoralı doçent arkadaşlarımız, kadınlarımız da var, bizim ilkokul mezunu belki okuma yazma bilmeyen kadınlarımız da var. İlçe başkanlarımızın hepsi lise mezunu değil, doğu ve güneydoğuda ilkokul mezunu ilçe başkanlarımız da var.

-Beş haftalık bu eğitimin maliyeti nedir?

-Biz yalnızca projeyi onaylatırız. İdari ve mali işler bunun maliyetini hesaplar ve onlar takip eder. Yani bu birimde hiç para konuşulmaz.

EMİNE ERDOĞAN DOĞAL BAŞKAN MI?

-Aslında bu sizi özgürleştirir.

-Ben çok rahatım. Paranın getirdiği sorumluluk çok fazladır. Para işinde her zaman için dedikoduda çok olur.

-Sponsorunuz var mı?

-Biz güçlü bir partiyiz. Mümkün olduğu kadar sponsor kullanmadan kendi çalışmalarımızı kendimiz yapıyoruz. Hazineden gelen parayla parti bir şekilde gidiyor ve hamdolsun büyük bir sıkıntımız da yok.

-Emine Erdoğan sizin doğal başkanınız mı?

-Lider eşliği makamını taşımak çok kolay bir şey değil. Herkesin bir makam sınavı var.

Benim içinde geçerli bu. Mühendis olarak gelip milletvekili olan Fatma Şahin'in makam sınavı var. Bu makamı ne kadar özümsemiş, ne kadar ayağı yere basıyor, ne kadar egosunu kullanıyor bunlar çok önemli sınavlar. Şimdi Emine Hanım'a baktığınız zaman çok güçlü bir liderin eşi olmak çok önemli bir statü. Ama o kadar bunu içselleştirmiş, o kadar Anadolu kadını duruşu var ki onda. Ben onunla birebir çalıştığım için biliyorum, bugüne kadarki süreçte hep yardımcı olmaya, işimizi kolaylaştırmaya çalıştı. Asla ne bir ego, ne bir ben başkan eşiyim tavrı. Onun yanındakilerde gördüğümüz şeyi onda görmedik. Onda korkunç bir içselleştirme ve doğallık var. Bizim işimizi çok kolaylaştırıyor.

-Askerlerde komutanın rütbesi arttıkça eşin de rütbesi artar. Eşinin rütbesi ile seslenilir kadına. Eminim politikada da bunun muadili bir algı vardır.
-Kurumsal olarak bizim başkanımız değil. Ama Emine Hanım bizim kurumumuzun saygı duyduğu ve sürekli desteğini aldığımız duruşu olan liderimizin eşi. Emine Hanım'ın liderimin eşi olarak çok saygı duyduğum bir pozisyonu var. Buradaki anahtar saygı. Herkesin birbirinin makamına saygı göstermesi. Liderimizin eşinin kadın harekâtında bizim işimizi kolaylaştıran, zaman ayıran ve bize asla problem çıkarmayan bir duruşu var. Benim bu şekilde rahat bir şekilde çalışmam onun o duruşundandır. "Normalde ben bir kadınım. Kadın kollarının çalışmasından her zaman için haberdar olmalıyım, bilgi sahibi olmalıyım" diye baktığı zaman "yok olamazsınız" diyebilir miyiz biz. Ama öyle bir beklenti yok. Sayın başbakanımızın da buradaki duruşu çok önemli. Herkesin doğal bir iş akışı var.

SAADET PARTİLİ KADINLAR

-Saadet Partili kadınlarla temasınız var mı? Onlar nasıl çalışıyor?

-Saadet Partisi'nin geleneksel yapısı içerisinde her zaman için güçlü kadınlar olmuştur. Gene olacaktır. Ama onların çalışma modelleri bellidir. Bizim modelimiz daha farklı. Mesela meydanlarda biz çok daha fazla gözükürüz eskiye göre. Saadet Partisi'nin mitinginde bu kadar kadın göremezsiniz.

-Politikada kutuplaşmayı kışkırtıcı, zaman zaman hakarete ve küfürleşmeye varan bir dil kullanılıyor. Kadın kolları olarak bu duruma nasıl bakıyorsunuz?

-Küfürleşme ilk başta çok hoşuna gidiyor insanların bak ne güzel söyledi diyor. Arkadan sakin kafayla düşündüğü zaman ne o küfredene bir faydası oluyor, ne karşılıklı çatışana. Modern toplumun, açık toplumun gereği oturup konuşabilmek ve ortak dil oluşturabilmeyi başarmak lazım. Küfür bana göre erkeğe de yakışmayan bir dil. O dili kullananlarla birebir görüştüğünüzde bir sorun olmuyor. Ama kürsüye gelen insanlarda korkunç bir baskı oluyor

-İktidar da muhalefet de hırçınlığın, kabalığın sorumluluğunu karşı tarafa yüklüyor. Sen beni kışkırttın, sen öyle söylersen ben de aynısını sana söylerim diyor. İktidarın daha akıllı olması gerekmez mi? Bazen başbakan da çok ağır konuşuyor.

-Toplum psikolojisi var ya, insanı kendisi olmaktan çıkarıyor. Ben de mesela halim salim ve sabırlı olmama rağmen kürsüde özellikle Kamer Genç gibi kışkırtıcı konuşma yapan birine oturduğum yerde söz atmak ve sen ne diyorsun demek zorunda kalıyorum. O toplum psikolojisi o kadar kötü bir şey ki o. Onu yönetmek gerekiyor. Sabırlı olmak lazım. O yaptığının yanlış olduğunu farkedip kendi iç denetimini koyman gerekiyor.

-Ama mesela başbakana yönelik böyle bir laf söyleyebilir misiniz?

-Yok söyleyemem.

-Yani Sayın Başbakanım, sizi ne kadar kışkırtılırsa kışkırtsınlar duygu yönetiminizi çok iyi yapın diyemezsiniz değil mi?

-Zaten başbakanımızın duygu yönetimini çok iyi yaptığını ben düşünüyorum.

-Çünkü bunu söylemeniz politik olarak doğru değil!

-En son bütçe konuşmasında Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin konuşması yenilir içilir değildi Başbakanımız çıktı ve teşekkür etti emeği geçenlere, oturdu. Bunu da görmek lazım.

-Baykal'la atışmaları hoşunuza gidiyor mu?

-Benim kimsenin kimseyle atışması kişilik olarak hoşuma gitmez. Ama halkın algısı ve halk dilini kullanma bir lider için önemli. Başbakan halkın algısını iyi yönetiyor ve halkın dilini kullanıyor.

-Halkın dilini kullanmak, her sataşmaya yüksek dozda cevap vermek, çatışmayı meşrulaştırmak ve yaygınlaştırmak olmuyor mu?

-Herkesin geri adım atması lazım. Herkesin kendini hesaba çekmesi lazım. Tabii iktidar partisinin sorumluluk makamı olmasının psikolojik baskısı çok daha fazla. Yani empati yapmazsa eğer çok fazla eleştirebilir. Ama bu sorumluluk ve bu kadar zor bir süreçten geçerken her şeyiyle dört dörtlük olmasını beklemek de kolay değil. Ve zaten başbakanın kişiliğinde yok. Futbolu bile savunma oyuncusu olarak oynamamış.Hep hücumda oynamış.

-Muhalefetin hırçınlığına bir kılıf bulabiliriz. İktidarı elde edememek, bir değil, iki değil, üç seçim yenilmişlik duygusu, kabalaştırıyor onları. Ama iktidarın hırçın olmasını hiç normal bulmuyorum.

-Siyasetçi insan üstü bir şey değil ki.

-Ama bu bir kısır döngü. Başbakanın üslubuna karşı parti içinde eleştiri mekanizmaları tamamen kapalı mı?

-Bakanlar Kurulu'nu bilmiyorum ama merkez yürütme kurulunda her konuda herkes fikrini söyler ve ortak akıl çalışır.

-Sayın başbakanım biraz daha sakin olun, yani muhalefet çocuk dilini kullanarak denetimsiz bir şekilde size saldırabilir. Ama iktidar partisi başkanı olarak sizin erişkin dilini kullanmanız lazım diyebiliyor mu?

-Şimdi siz dıştan baktığınızda öyle geliyor. Bu diyecekler olanların hepsi içeride, meclisde bu havayı yaşıyor.

-Dolayısıyla içselleştirmişler bunu.

-Evet. Birisi sürekli sana vatan haini diyor, memleketi sattın diyor, ihanet ettin diyor.

-Kalkıp "sensin vatan haini" mi demek lazım yani?

-"Sensin vatan haini" demek bir üslup ve tarz. Ama nasıl cevap vereceksiniz? Siz empati yaptığınız zaman ne dersiniz, hiç duymazdan mı gelirsiniz?

-Duymazlıktan gelmem, daha güzel bir üslupla, daha zekice, daha işi espriye vurarak "sizin algı kapasitenizin bu kadar dar olduğunu zannetmiyorum, sizden daha zekice bir tespit beklerdim" gibi daha ince alayla cevap verirdim. "Neden daha akıllı, daha hoşgörülü, geniş ufuklu konuşma kapasitenize gem vuruyorsunuz, yazık değil mi kendinizi böyle engelliyorsunuz" derdim. Yani "bu söylediğinize sizin de inandığınızı hiç zannetmiyorum" derdim. Gayet sinirleri alınmış bir vaziyette.
-Onları da diyor fakat onlar haber olmuyor.

-İlle haber mi olmak lazım yani.

-E memleketteki habercilik anlayışı ne kadar ters olursa, ne kadar zıtlaşırsa, ne kadar kapışırsa o kadar haber oluyor. Aslında yumurta tavuk hesabı. Birbirini besliyor. O zaman da haber değeri var deniyor. İyi şeyler haber olsun ki bu da prim yapsın. Bak bu da böyle alttan aldı, karşılığını vermedi diye yazılıyor.

-Çözüm basit. Buna karar vereceksin, niyet edeceksin, uygulamaya koyacaksın. Denir ki herkes sinir uçlarını iptal edecek. Biz yepyeni bir dil geliştirmek istiyoruz denecek. Birisi sahada uygulamayı takip edecek. Kim duygularını iyi yönetmiş, kim akıllı, zeki, kışkırtmayan cevaplar vermiş. Bu memlekete en büyük hizmet bu olur. Çünkü öbürü bir kısır döngü. Anlaşılmak istiyorsanız önce anlayacaksınız, önce siz yapacaksınız.

-Tabii siyasetin dilini yumuşatmak gerektiğini herkes kabul ediyor. Bunu nasıl yapacaksın dediğin zaman orada bir soru işareti var işte. Yani onun içini doldurmak gerekiyor. Kim başlatacak, kim yapacak. Aslında sana yapılmasını istemediğini sen de başkalarına yapmayı siyasi dilde sürekli kendimize söyleyebilsek ve bunu uygulasak bu dediğinizi başarabiliriz.

-8 Mart yaklaşıyor. Bir projeniz var mı?

-Var. Uluslararası bir toplantı yapıyoruz, kadın dışişleri bakanlarını ve kadın meclis başkanlarını o hafta Türkiye'ye davet ediyoruz. Mesela şu anda Pakistan'da ilk kez Müslüman bir ülkede kadın meclis başkanı var. İsviçre'de var, Romanya'da var. Romanya'daki de dünya güzeli üstelik. Bu uluslar arası toplantıdan önce bir çalıştay yapıyoruz. Sekiz yıldır yaptığımız şeyler artık bizim görevimiz. Yeni yapacaklarınızla yeniden seçmenin huzuruna gitmeniz gerekiyor. Bunun için de yeni bir eylem planı oluşturmanız gerekiyor. Biz kadın kolları olarak dört ana başlıkta istihdam, şiddet, fırsat eşitliği ve medya konusunda çalıştay yapacağız burada. STK'lar, akademik grup, siyasiler yuvarlak masa etrafında yaklaşık 55 kişilik bir katılım olacak.

-Sadece kadınlar mı?

-Fırsat eşitliğinden erkek milletvekili arkadaşlarımızı da alacağız buraya. Bu dört ana başlıkta amacımız geldiğimiz noktayı ileriye götürecek yeni bir eylem planı oluşturmak. Bunun için de dünya modelleri çok önemli. Ben 10 gün önce ispanya'ya gittim. İspanya, kabinesinde yarısından fazlası kadın olan, savunma bakanının kadın olduğu bir parlamento.

Bu tepede mi böyle diye bakıyorsun, aşağı iniyorsun, toplumsal algı olarak ve toplumsal sorun olarak birebir çözecek mekanizmalar oluşturmuşlar. Her bir kadının uğradığı şiddeti takip edecek mekanizmalara dönüştürmüşler. Kadın sığınma evlerini dört ayrı aşamaya bölmüşler. En son aşamada kadına iş bulup, psikolojik destek verip evine çıkarmak. Ondan sonra kadın diyor ki artık ben size ihtiyaç duymadan yaşamımı devam ettirebilecek güçteyim. Ondan sonra takip edilmiyor. Ama o aşamaya kadar takip edilecek bir sistem kurulmuş.

Bizim başbakanımızın genelgesinden sonra yapılan çok önemli işlerimiz var yani. Çalıştay yapmamızdaki nedeni bu.

-Medyayı şiddetle mücadele bağlamında mı ele alıyorsunuz?
-Evet. Şiddeti besleyen alanda medyanın çok önemli bir rolü var. Oturma odamıza şiddet giriyor ve içselleşiyor aile olarak. Dizilerden bahsediyorum. Bugün siyasi dilde sıkıntı varsa medyanın dilinde de problem var. Şiddeti özendirmemesi için medyanın yeniden yapılanması ve denetimi noktasında yasal olarak ne yapılabilir. Medya okuryazarlığı dediğimiz şeyi, toplumsal bilinci nasıl artırabiliriz. Amacımız bu.

(zaman)

Haber Ara