Tarihsel yalanlar tarihsel gerçekler
Hazırlanan 70’in üzerinde rapor, açılan 30 ekonomik paket işe yaramadı. Sıcak takip, balyoz, çekiç, çelik, sandviç operasyonları sonuç vermedi. Şimdi niye bu açılım karşıtlığı?
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-14 23:30:00
Yıllardır mevcut statükonun sürmesini isteyen ve bu durumdan beslenen kesimler toplumu asılsız iç ve dış mihrak söylemleriyle korkutarak hiç olmasa bir kısmını kendine adeta mecbur hale getirmeye çalışmış ve buna inandırmıştır. Bu statüko ve onun temsilcileri, kuzeyden (bu kış) komünizm gelecek diyerek binlerce gence kıydı; Batı’dan Yunan saldıracak diyerek halklar arasındaki dostluğu düşmanlığa çevirip körükledi, güneyden Suriye bizi içten bölüyor diyerek savaş tamtamları çaldı, doğudan Humeyni’nin İran’ı Türkiye’ye şeriat ihraç edecek diyerek laikleri samimi Müslümanlara karşı kışkırttı. Bu söylemlerle, sürekli iç ve dış mihrak retoriği üzerinden her gün yeniden ürettikleri bölünme paranoyası ile halkı tedirgin etiller. Uzun yıllar geçti ne Ruslar komünist bir işgale girişti (üstelik kendileri komünist rejimi terk etti), ne Yunanlılar batıdan saldırdı. Suriye ile bırakın çatışmayı şimdilerde sınırlar arasında vize bile kaldırıldı, İran ise kendi sorunlarıyla hasbıhal, Türkiye’ye rejim ihraç etmeye ne kudreti var ne de mecali.
Paranoya böler
Statükodan beslenen bu kesimler içerde ise Kürtler bölecek, İslamcılar şeriat getirecek, Aleviler düzeni bozacak diye bağırarak üste çıkmaya çalıştılar yıllar yılı. 85 yıldır bu politika mucibince Kürtleri Türkleştirmek, İslamcıları sistemin “laikçi” karakteriyle ehlileştirmek, Alevileri ise Suni-Hanefi mezhebin egemenliğine almak için uğraş verdiler. Netice koca bir sıfır oldu. Üstelik dünyanın hızla değiştiği bu koşullarda statükocu elit hala da bu politikaların peşinden koşuyor. Ne zaman bir günah keçisi yaratılmak istendiyse Atatürkçülük kisvesinin arkasına sığınarak bölücülük yaftası yapıştırıldı insanlara. Bu manada her türlü milliyetçiliği sürekli pompalayıp kitleleri psikolojik olarak kendi emirlerine biat edecek yığınlar haline getirip amaçları doğrultusunda hazırladılar.
Cumhuriyet şimdiye kadar 60 hükümet kurdu, 11 cumhurbaşkanı, 27 başbakan gördü. Bunların çoğu Kürt sorununu ya inkâr etti, ya da sorun alevlendiğinde “üç beş çapulcu eylemi” diyerek geçiştirdiler. Konu ciddiyet, basiret ve samimiyetle ele alınmayınca bu konuda hazırlanan 70’in üzerinde rapor, açılan 30 (çoğu içi boş) ekonomik paket işe yaramadı. Sıcak takip, balyoz, çekiç, çelik, sandviç gibi adlarla PKK kamplarına 25 operasyon düzenlendi, sonuç ortada. Kürt sorunu yoktur dediler PKK’yı yarattılar, PKK’yı bitireceğiz dediler Susurluk, Yüksekova gibi çeteleri, o da yetmedi Hizbullah’ı ortaya çıkardılar. Ergenekon(un hazırladığı darbe planları) kıl payı kapıdan döndü. Bunca çatışmanın, mal ve can kaybının hesabını vermeyenler şimdi “bu iş çözülmeli” diyenlerden pişkince çözümün hesabını soruyorlar. Asıl hesabı bunların vermesi gerekmez mi?
Hala 25 yıldır süren savaşın sona erdirilmesi için gerekli adımların atılması söz konusu olduğunda hemen bir bölünme fobisi devreye sokuluyor. “Kürt sorunu artık çözülmeli, bunun için AB standartlarında bir demokrasi kurum ve kuruluşlarıyla ihya edilmeli” denildiğinde “ülkeyi bölecekler” diye ortaya çıkıyor birileri ve toplumun en hassas noktasını kaşıyarak feveran ediyorlar. “Askeri vesayet bitsin ülkede artık iktidar kaymaları yaşanmasın, kontrol mekanizmaları demokrasinin gereği olarak atanmışlarda değil seçilmişlerde olsun” denildiğinde “orduyu yıpratıp ülkeyi bölecekler” teraneleri baş gösteriyor. Artık bölücülük yaftası yapıştırmak da yetmiyor, ihanetle suçluyorlar bunları diyenlere. Başbakanın açılımla ilgili sözlerini “ülkeyi bölüyorsun” diye yüksek perdeden susturmaya çalışıyorlar.
Hep inkar ettik
Neden acaba yapılan her iş, getirilmek istenen her yenilik bölünme korkuları körüklenmek suretiyle engellenmeye çalışılıyor? Bunun da ötesinde neden açılım konusundaki tavırlarıyla mevcut öfkeyi nefrete dönüştürüyorlar, halklar arasında gerginlik yaratıp düşmanlığı körüklüyorlar? Nedeni basit: Rakiplerini hiç de ahlaki olamayan böyle bir yolla etkisizleştirip siyasal rantla kişisel ikbal elde etmek.
Gene de sormak lazım: Gerçekten bir bölünme tehlikesi var mı? Doğu ve Güneydoğu’da yapılan bir araştırmaya göre bölge halkının yüzde 70’den fazlası kesinlikle ayrılmaktan yana olmadıklarını açıkça söyledikleri halde, aynı araştırma Batı’daki insanların yüzde 89’unun ise Kürtlerin ülkeyi böleceklerine inandıklarını gösteriyor. Bir olgu algı uyuşmazlığı var ortada. 80 yıl “Kürt yok, kart-kurt var” dedikten sonra şimdi Kürt de var Kürt sorunu da dediğiniz zaman halk buna hemen inanır mı?
Hiç kuşkusuz Batının sorunu böyle algılamasında 80 yıllık red ve inkâr politikalarının payı büyüktür. Ama bunda şimdilerde en büyük pay statükocu partilerin sözcülerinin her gün yaptıkları menfi propagandaya ait. İktidar sorunsalında muktedir olmayı statükonun sürdürülmesinde görenler değişimi bölücülük olarak algılamış ve algılatmıştır. Darbe süreçlerinin ve askeri vesayetinin anlaşılması için nasıl ki ta İttihatçı zihniyete kadar geri gitmek gerekiyorsa bölünme paranoyasının (toplumda karşılık bulmasının) anlaşılması için de tarihteki gelişmelere bakmak gerekiyor. Buraya dönüp baktığımızda ise geçmişte yaşanan bazı tarihi olay ve gelişmelerin bunda etkili olduğunu söylemek mümkün.
Kardeşlik bozulmadan
1912-1922 arasındaki 10 yıllık savaş dönemini yaşamış olan kurucu unsurun Osmanlıdan bir çok milletin kopup ayrı devlet kurduklarını gömüş olmaları onları sürekli bir bölünme fobisi ile karşı karşıya bırakmıştır. 1924’te Lozan’da Musul ve Kerkük’ün kaybedilmesi bu fobiyi derinleştirmiştir. 1924-1938 yılları arasında yaşanan Kürt Hareketleri ve İsyanları kanlı bir biçimde bastırılmalarına rağmen bu fobi atlatılamamış, bilakis kalıcı hale gelmiştir.
Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrasında Rusya’nın Boğazlar, Kars ve Ardahan üzerinde hak iddia etmesi Türkiye’den toprak talebinin devam edeceği kaygılarına yol açmıştır. Nihayet 1984’te beri PKK ile yaşanan çatışma bir yandan bütün bunların yeniden hortlamasına yol açarken öte yandan bunca zaman ve uygulamaya (tedip, ilga ve operasyona) rağmen Kürt sorununun bastırma ile yok edilemeyeceğini göstermiş olmasına rağmen hala sorunun çözümünü askeri mantıkta araması manidar değil mi?
II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş Dönemi sonuçları ile birlikte ortadan kalkmış dünya yeni bir döneme girmiştir. O yüzden eski dönemin kalıp, düşünce ve yaklaşımlarıyla yeni dönemi anlamak ve yeni dönemin sorunlarına çözüm bulmak mümkün değildir. Kürt sorunu da artık eski yaklaşım ve kalıplarla çözüme kavuşturulamaz. PKK’nın, en son isyanın bastırılmasından 47 yıl sonra ortaya çıkması bu sorunun şiddetle çözülemeyeceğini göstermektedir. Kürt sorununu “28 isyanı bastırdık 29. isyanı da bastırırız” zihniyeti ile değerlendirenler, şimdilerde yeniden pişirdikleri OHAL’den, sıkıyönetimlerden, kan kaybından, acı ve gözyaşından başka bir yere vardıramazlar. Acilen yapılması gereken Türklerle Kürtlerin kardeşlik mayası bozulmadan bu kavgayı bu yöntemle ve barışla bitirmektir. Yoksa çözüm için daha ne kadar genç ölmeli? Çünkü tarih hep göstermiştir ki yaşlı politikacılar anlaşamayınca gençler ölmeye devam ediyor. Oysa tam da şimdi kardeşlik zamanı ve şimdi kucaklaşma zamanıdır?
Bu yazı Star gazetesinin Açık Görüş ekinde yayınlanmıştır.
*Prof. Dr. SDÜ, Sosyolog
SON VİDEO HABER
Haber Ara