2009'un en çok konuşulan gazetecisi
Ergenekon sürecini yazan, sorgulayan, olacaklara dair ipuçları veren, tehdit edilen, hakkında sayısız davalar açılan bir isim. İşte 2009 yılının en çok konuşulan gazetecisi:
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-11 12:44:00
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, hiç şüphesiz son yılların en çok konuşulan gazetecisi.
Basında 21 yılını geride bırakan Tayyar, Ergenekon sürecini yazan, sorgulayan, olacaklara dair ipuçları veren, tehdit edilen, hakkında sayısız davalar açılan bir isim.
Operasyon Ergenekon kitabından dolayı 1 yıl 8 aylık hapis cezasına çarptırıldı.
Tayyar, zaman zaman “Beni bu havuza kim itti, nereden bulaştım bu işlere?” demekten kendini alamıyor, her şeyi bırakıp Kaş’a yerleşmeyi düşündüğü bile oluyor.
Ancak “Bırakıp gitmek korkaklıktır!” diyerek Ergenekon’la ilgili yazmaya devam edeceğini söylüyor. “Kim bu adam, nerde çıktı?” diyenler çok. İşte, tanımak isteyenler için, geçen yılın en çok konuşulan gazetecisi Şamil Tayyar’ın portresi.
1965’in Mart ayı... Gaziantep’in İslâhiye ilçesinde sinema salonuna bir film gelir. Fikret Hakan’ın oynadığı Kafkas Kartalı filmi Çeçen direnişçi Şeyh Şamil’in hayatını anlatmaktadır. Filmin ilçeye geldiği tarihlerde Hüseyin ve Fidan Tayyar çiftinin dördüncü çocuğu dünyaya gelir. İsminin ne olacağına, filmi seyreden dayı karar verir: Şeyh Şamil…
Baba Hüseyin Bey de tarihî isimlere meraklıdır. Dayının verdiği kararı onaylar ve Şeyh Şamil diye okur oğlunun kulağına. Ancak nüfus idaresindeki görevli “Bunun doğrusu şeyh değil, şıhtır beyler” deyince Şıh Şamil Tayyar olarak kaydolur nüfusa.
Kalabalık bir ailede büyür Tayyar. Dört erkek, dört kız, 10 nüfuslu bir aile... İki odalı, kerpiç bir evde geçer çocukluğu. Kışları yağmur kar yağınca odaya su sızmasın diye, kardeşleriyle lor taşıyla sıkıştırırlar damı.
Bu kalabalıktan sıkıldığında ise kaçar durur bir yerlere. Çocukluğuna dair en canlı anılarını bu evden kaçmalar oluşturur:
“5-6 defa evden kaçtım. Kilis’e falan gidiyordum. Bir şey yapmıyordum; ama sabahlara kadar evin yakınlarında dolaşıyordum.”
Baba Hüseyin Bey, İslâhiye’nin meşhur kasaplarından biridir. Kız çocuklar evdeki kardeşlere bakınca Şamil ve abisine babalarına yardım etmek düşer. Tabii sadece kasapta çalışmak değildir yaptıkları.
Hem besicilik yapar aile, hem kesim hem kasaplık:
“Sabah erkenden kalkardık, önce evin yanındaki ahırı temizleyip sonra hayvanları yemlerdik. Veteriner kontrol ettikten sonra onları mezbahaya götürürdük. Oradan da dükkâna...”
Dükkândan vakit buldukça ders çalışır Şamil. Diğer kardeşlerine nazaran okumaya, araştırmaya meraklıdır. Rakamlara ise ayrı bir ilgisi vardır. Okula başlamadan çarpım tablosunu ezberlemesi, yaşından büyük matematik problemleri çözmesi dikkatlerden kaçmaz.
Bu özelliği onu mahallenin dâhi çocuğu yapar:
“Eve kuruyemiş aldığımızda kardeşlerim onları yerken ben durmadan sayardım. Rakamların bir dili olduğunu o zamanlar keşfettim.”
Şamil’deki bu çalışkanlığı gören baba Hüseyin Bey, öğretmene gidip oğlunun bu tür özellikleri olduğunu söyler. Öğretmen de ‘Bol bol okutun bu çocuğu.’ diye nasihat eder. Şamil Tayyar, o dönem evdeki kısıtlı kütüphanede ne varsa okur.
Peygamberimiz’in hayatı, Hazreti Ali’nin cenkleri, Horasanlı Eba Müslim’in hikâyesi… Yaşının üzerinde kitaplar okuması klasikleri çok geç tanımasına sebep olur. Hayalleri ise yoktur Şamil’in. Hayat şartları buna engeldir.
Ülkücü bir ailenin çocuğu Tayyar. Babası MHP’nin ilçe yönetiminde görev almış. Abisi de ülkü ocaklarında yetişmiş. Hâl böyle olunca ülkü ocaklarının rahle-i tedrisinden o da geçmiş.
İhtilalden kısa bir süre sonra karşılaştığı bir olay onun için kırılma noktası olmuş:
“İslâhiye’deki subay ve astsubay gazinosunun et ihtiyacını biz karşılıyorduk. İhtilalin olduğu gün bile tek bizim dükkân açıktı. Alay komutanı ve tüm subaylar bizim müşterimizdi. 12 Eylül’den kısa bir süre sonra askeriyeye et götürmüştüm. Dönerken Naci Binbaşı diye meşhur bir istihbaratçıyı gördüm. Naci Binbaşı bir gencin omzuna elini atmış, çok samimi bir şekilde yolda yürüyorlardı. O genç bizim ağabey diye hitap ettiğimiz ve ülkücü hareket içerisinde son derece önemli isimlerden biriydi. İslâhiye’de eğer on bombalama eylemi olmuşsa dokuzunu o gerçekleştirmişti. O tırmanan eylemlerin başaktörlerinden birisini, o istihbaratçı subayla yan yana görmek, bende travma oluşturdu ve bir kırılma anı yaşadım.”
Bu olay beraberinde sorgulamayı da getirir onun için. Eylemi yapan insanların askerle haşır neşir olması dikkatini çeker. ‘Reis’ diye hitap ettiği o kişiyi yıllar sonra önemli bir görevde gördüğünde onun bir proje adamı olduğuna kanaat getirir ve kandırıldığını düşünür.
15 YAŞINDA 15 GÜN HAPİS
Şamil Tayyar çalışkanlığının yanında haşarı bir çocukluk da geçirir. Bir tarafta lise birincisi olmaya aday bir öğrenci, diğer tarafta haylazlıkların, yaramazlıkların başaktörü…
Evden kaçmalar, adam yaralamalar, bıçakla kovalamalar, kavgalar, dövüşler… Yaşadıkları ona küçük yaşta hapis yolunu gösterir.
İhtilalden bir yıl sonra karıştığı siyasi bir kavgada içeri alınır dört arkadaşıyla: “Siyasi bir kavgaydı; ama biz bunu karşı tarafla konuşarak, normal bir kavga gibi gösterdik. Yoksa o dönem 1. Şube’ye götürülüp işkenceye tabi tutulurdum.”
Dört arkadaş içinde en çalışkan Şamil olduğu için, o yapar savunmayı. Ancak hâkim bu durumdan pek hoşlanmaz; tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderir hepsini.
Çalışkan bir öğrenci olduğu için okul da, aile de devreye girer, serbest kalırlar. Çıktıktan sonra İslâhiye’de müthiş bir havaları olur. Kimse bu grubun önünden geçmeye cesaret edemez. Ancak not ortalaması 9,75 olduğu hâlde 15 günlük hapis cezası, Tayyar’ın takdirname almasını engeller.
Şamil Tayyar’ın kavgaları bununla sınırlı değil. Bir defasında da dükkândaki kalfayı bacağından yaralamış. Ailenin araya girmesiyle o olay da tatlıya bağlanmış.
Kavgacı kişiliği oynadığı futbola da yansımış. İslâhiyespor’da santrfor oynadığı dönemlerde en çok kart gören oyuncu olması bunun bariz göstergesi. Ancak gol krallığını da kimseye kaptırmamış.
‘Haksızlığa uğramaya tahammülüm yok’ diyor, Şamil Tayyar. Aksiyoner değil, reaksiyoner olduğunu belirtiyor. ‘Kırmızı çizgilerime dokunulduğu anda kimseyi gözüm görmez’ diyor.
Eskiye nazaran bunu frenlediğine dikkat çekiyor ve bir itirafta bulunuyor:
“Ben çocukluğumun Şamil’i değilim. Artık yeleleri kesilmiş aslan gibiyim. Eski Şamil olsaydım, çok adam nasibini alırdı. O günkü ruh hâlim bugün olsa Tuncay Özkan hayatta olmazdı!” Şamil Tayyar, kavgacı yapısının karşıdakiyle de alakalı olduğunu belirtiyor. “Karşıdaki insan aynı modda değilse asla vuramam.” diyor. Örnek olarak dört sene önce Meclis’te yaşadığı olayı gösteriyor: “Sabah gazetesinde çalışırken son dönemde bir sözleşme krizi yaşadık. Bize o zaman yeni bir sözleşme getirdiler ve biz sözleşmenin lehimize olmadığını düşündüğümüz için imzalamadık. O dönem temsilci konumundaki Muharrem Sarıkaya zorla imzalatmak istedi. Bunu yaparken de ağır hakaretlerde bulundu. Dört yıl önce onu Meclis’te dövüyordum. Ama baktım pısınca bir şey yapmadım.”
Üniformanın cazibesi, polis ve askerin ‘gücü’ temsil etmesi, Anadolu’da yetişen çoğu çocuk gibi onda da aynı hedefi uyandırır.
Büyüyünce asker olacaktır. Orta üçüncü sınıfa geldiğinde Kuleli Askerî Lisesi sınavlarına girer. Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğünü bilmeden soruların hepsini cevaplar; ama sınavı kazanamaz.
Ardından Aksaray’da Koçaş Tarım Meslek Lisesi’nin sınavlarını parasız kazanır. Ancak asker olma fikrini kafasından atamaz. Bir süre sonra meslek lisesi mezunlarının harp okuluna giremediğini öğrenince babasıyla konuşup okulu bırakır.
İslâhiye’ye geri döner. Kuleli’nin sınavlarına hazırlanıp bu kez asker olacaktır. 12 Eylül’den bir hafta sonra dükkânda çalıştığı günlerden birinde parmağını kıyma makinesine kaptırınca askerlik hayalleri de biter. “Okusaydım şu anda albay rütbesinde olurdum.” diyor.
Üniversite sınavında Gazi İletişim Fakültesi’ni kazanınca hayal kırıklığı yaşar Tayyar. Yeniden kendisine hedef belirler. Daha iyi hazırlanacak, daha iyi bir üniversiteye gidecektir.
Türkçe-Matematik alanı olduğu için iktisat eğitimi almaya karar verir. Ancak annesinin ani rahatsızlığı ona dersleri bıraktırır: “Annem bir ameliyat sırasında hayatını kaybetti. Kolunda bir uyuşukluk vardı, sanırım boyun fıtığıydı. Ancak gizli şeker varmış. Annemi kurtaramadık.”
DÜĞÜNÜMDE MİSAFİRLERİ TUNCAY ÖZKAN KARŞILADI
İstemediği hâlde bütün yollar gazeteciliğe doğru iter Tayyar’ı. Uzun süre tartışma yaşayacağı, karşılıklı suçlamalara, polemiklere gireceği Tuncay Özkan’la da üniversitede tanışır.
O dönemler Tuncay Özkan fazlasıyla politizedir. Devrim çocuklarını örgütler, öğrenci derneklerini kurar. Tayyar ise eskiye nazaran daha ağırbaşlıdır. Siyasi olarak aktif değildir.
İhtilalden sonra 15 gün hapis yatması onu bu tür olaylardan geri çeker. Farklı görüşlere sahip olsalar da en ufak bir sürtüşme yaşanmaz aralarında. Ergenekon sürecine kadar da bu böyle devam eder:
“Servet Avcı da (MHP MKYK üyesi) bizim arkadaşımızdı. Tuncay’la en çok o atışırdı. 1985’te ben Milliyet gazetesine başladığımda Tuncay da üç ay sonra Cumhuriyet’e başladı. Beni arayıp sen hangi alanla ilgileniyorsun, ben de o alanı alayım, göreve beraber gider geliriz dedi.
Ben polis adliyeye bakıyordum, o da bu alanı seçti. Ardından beni eğitime verdiler. O da eğitime geçti. Sonra Başbakanlık muhabiri oldum, o da Cumhuriyet’te Başbakanlık muhabiri oldu. Hatta düğünümde misafirleri kapıda karşılayan kişi Tuncay’dı. Ama Tuncay artık eski Tuncay değil. Ergenekon sürecinde gazetecilikten uzaklaşıp başka alanlara kaydı.”
Şamil Tayyar kendi gibi gazeteci bir isimle evli. Geçtiğimiz yıla kadar Anadolu Ajansı İç Haberler Müdür Yardımcısı olarak çalışan Halide Tayyar şimdilerde emekli.
Üniversitede başlayan arkadaşlık sonrasında evlenen çiftin nikâh şahitleri de ilginç isimler:
Zamanın Başbakanı Yıldırım Akbulut ve SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal.
20 yılı geride bırakmış Tayyar çifti. Bu evlilikten Sera ve Bora isimli iki çocukları var.
Evde iki gazeteci olunca haber atlatma durumları da zaman zaman yaşanmış.
Şamil Tayyar, karı-koca gazeteci olmanın ne demek olduğunu, daha evlendiklerinin ilk günü anladığını söylüyor:
‘22 Aralık 1989’da evlendik. Balayı ve yılbaşını geçirmek üzere Uludağ’a gittik. Bir gün geziyoruz, karşıdan bir grup geliyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Doğan Güreş ve daha birçok komutan kayak kıyafetleriyle karşımızda. Eşim Halide kendi makinesiyle, tabii izin aldıktan sonra bir kare çekti. Düşünsenize, komuta kademesindeki birçok paşayı kayak kıyafetleriyle görüntülemişiz. Ben çalıştığım Milliyet gazetesine fotoğrafı ve haberi geçmek istedim. Halide, ‘Ben kendi makinemle çektim. Bunu ajansa geçmem lazım. Fotoğrafı veremem.’ demez mi? Oturduk, 2-3 saat ne yapacağımızı tartıştık. En sonunda evliliğimizi kurtarmak için haberden vazgeçtik.”
AYNI ŞARTLAR OLSA YİNE DSP’DEN ADAY OLURDUM
Tayyar’ın hayat hikâyesinin kısa bir bölümünde siyaset de yer alıyor. Sabah gazetesinde çalıştığı dönemlerde DSP’den adaylık teklifi almış.
O dönem DSP, Gaziantep’te üçüncü milletvekili çıkarabilmek için sağ kesimden bir isme ihtiyaç duyar. Parti yönetimi Şamil Tayyar’la konuşup kendisini aday gösterir:
“Bülent Ecevit diğer liderlere göre daha pozitif düşüncelere sahip, millî konularda duyarlı, dinî düşüncelerde hassas bir siyasetçi profili çiziyordu. Dolayısıyla politik ilkelerimle örtüşen tarafları vardı. Aynı siyasal konjonktür olsa bugün yine DSP’yi tercih ederim. Benim adaylığımı değerlendirenler 99’daki Merve Kavakçı olayına bakarak değerlendiriyor. Son dönemde benim her partiden aday olduğumu söylediler. Fakat teknik olarak bu mümkün değil. Keşke siyaset düşünmeseydim ama siyasal tercihimden pişman değilim.”
BİR NUMARA ETKİSİZLEŞTİ,GÜÇ MERKEZİ BAŞKA YÖNE KAYDI
-Sizin gibi derin mevzuları yazan sağ kesimde pek gazeteci yoktu. Tuncay Özkan, Soner Yalçın gibi isimler bu tür konularda yazılar yazdı. Şimdi ne değişti de yazmaya başladınız?
Sağın kültürel refleksi çok zayıf ve yetiştirdiği entelektüel sayısı az. Bizim sektörün kodlarını ağırlıklı olarak sol düşünce belirlemişti.
Sol daha çok okuyor. Bir de sağ kültürün genetik şifrelerini biat kültürü oluşturuyor. Belki doğru bir tanım değil; ama Sünni inanca göre devlete itaat esastır. Devlet kutsaldır. Devleti sorgulamayan bir siyasi anlayışın içinde bu tarz gazeteci profili çıkmaz.
Sağ düşünce de bir evrim yaşıyor. Bu da onun bir tezahürü. Ama bizden sonra bu sayı daha da artacaktır. Bu da 28 Şubat’la birlikte değişmeye başladı. Muhafazakâr kesim demokrasinin erdemini anlamaya başladı. Tokat yedikçe, darbe yedikçe sistemi sorgulamaya başladı.
-Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek?
Süreci belirleyen faktörlerin bundan sonraki boyutlarını görmek gerekiyor. Burada biter demek de yanlış, büyür demek de... İç ve dış dinamikleri iyi okumamız lazım.
Mesela geriye dönüp baktığımızda AK Parti’ye açılan kapatma davasıyla Ergenekon davasının hız kazandığını görüyoruz. Ama bu iktidar partisinin operasyonları yönlendirdiği anlamını doğurmasın. Şu bir gerçek ki bu kadar büyük operasyonları yapmak için devletin zirvesinde ciddi bir mutabakata ihtiyaç var. Kapatma davasından sonra o iradenin ortaya çıktığını görüyoruz.
Hükûmet kapatma davasından önce bu hadiseyi çok iyi algılayamadı. Para problemleri vardı, onu çözdüler. Deşifre edilemeyen hard diskler vardı, onları aldılar. Savcılar için zırhlı araç, koruma sağladılar. Bu durum soruşturmayı yürüten savcılara ucu nereye varırsa varsın arkamızda bir güç var hissi verdi.
-1 numaraya kadar uzanır mı yani?
Nereye gideceği hiç belli olmaz. Yani ucu açık bir süreçle karşı karşıya kalırız. Ama şu anda eli güçlü olan siyasi iktidar. Sonuçta bu demokratik açılım nedeniyle bir mutabakat var.
Bülent Arınç olayıyla bozulmuş gibi görünse de tamir edilebilir. Ama kapatma davası açılırsa geri dönüşü olmayan bir yola girilir. Anayasada Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu söylense de herkes biliyor ki askerin bilgisi dışında iktidar partisi hakkında bir kapatma davası açılamaz.
-Peki, süreç bunu gösteriyor mu, yani bir kapatma davası açılır mı?
Yargıtay Başsavcısı’nın Milliyet’e yaptığı AK Parti’ye inceleme başlatılabileceğini ima eden açıklamasının özel bir anlamı vardı. Tesadüfi bir açıklama değildir. Süreçte ne gibi sürprizlerle karşılaşacağımızı bilmiyorum. İç ve dış dinamiklerin seyrine göre Ergenekon süreci de başkalaşım geçirebilir.
-Yani…
Burada kesilebilir de... Şu andaki yaygın düşünce burada bitecek gibi görünüyor. Ama bir tarafta da anormal gelişmeler yaşanıyor. Sürpriz gelişmeler olursa o zaman operasyonlar büyük dalga hâlinde gelebilir.
-1 numaranın hâlâ operasyonel gücü var mı?
Giderek etkisizleştiğini düşünüyorum; çünkü güç merkezi kaymıştır. Yani şu anda güç merkezi Ergenekon’un yönetim merkezi değildir. Bir numara büyük ölçüde etkisizleşti.
ŞANTAJ DOSYASI İSTENİNCE STAR TV'DEN AYRILDIM
-Milliyet, Sabah, Yeni Şafak ve Star… Hepsinde çalıştınız ve hepsi de özgür gazeteciliği ‘ben yapıyorum’ diyor. Sizin kendinizi en rahat ve en özgür hissettiğiniz yer hangisi?
9 yıl Milliyet, 8 yıl Sabah, 1 yıl TGRT, 1 yıl Yeni Şafak, kısa bir süre Star TV ve Tercüman’da çalıştım. Ve şimdi buradayım. Kendimi en kötü hissettiğim yer Star TV oldu, sadece 24 gün çalıştım.
O dönemde Star’da Cem Uzan vardı. Zülfikar Doğan’la çalışırken bizden dönemin SPK Başkanı Ali İhsan Karacan’la ilgili şantaj dosyası istendi. Bunu yapamayacağımızı söyledik ve Zülfikar Doğan’la birlikte istifa ettik. Maaş bile alamadan ayrıldık.
Dolayısıyla bende en kötü iz bırakan yer orası olmuştur. Açıkçası çalıştığım tüm kurumlarda fena anılarım olmadı. Hepsinde kendimi özgür hissettim. Meslek hayatımın 17 yılı Milliyet ve Sabah’ta geçti. Bende en çok iz bırakan onlar. Ama burada olmaktan çok mutluyum. İnanılmaz keyifle çalışıyorum.
BIRAKIP GİTMEK KORKAKLIKTIR
-Size karşı açılan kaç dava var?
30-35 arası. Bunun çoğunun beni yıldırmak amaçlı olduğu düşüncesindeyim. Ciddi bir yargı kuşatmasıyla karşı karşıyayım. Çünkü Ergenekon’a çok büyük zarar verdiğimi düşünüyorlar. Yargıda da sahipsiz olduğumuzu bilmeleri onları güçlendiriyor.
-Son aldığınız ceza ne anlama geliyor?
Çok iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. Karar hukuki değil bence.
-Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bir çaresini bulacağız diye yazmıştınız. Müstear isimle falan mı yazacaksınız?
Çeşitli seçenekler var. Gazete yönetimiyle de bunu konuşuyoruz. Ama açılması muhtemel çeşitli davalar var. Sonuçta bir şekilde halka sesimizi duyuracağız. Bırakıp gitmek korkaklıktır.
-Korumanız var mı?
4-5 ay korumayla gezdim; ama bıraktım. Çünkü bir polisle birlikte yaşıyor olmak çok zor bir gazeteci için. Korumasız hayatın daha cazip olduğunu düşündüm. Programlara giderken, giriş çıkışlarda dikkat ediyorum.
-Yormuyor mu bu hayat sizi?
Zaman zaman, beni bu havuza kim itti diye düşünüyorum. Bu durum hem ailemi hem de beni yıpratıyor. Artık bunları sorgulamak için geç kaldık. Su kendi mecrasında akıyor.
Bazen canım çok sıkıldığında Antalya Kaş’a yerleşeyim diyorum. Diğer taraftan da hayatın realitesi var. Çocukların eğitimi var, mesleki kıdeminiz var. Yaşınız kenara çekilecek bir yaş değil. Nereye kadar gider, bilmiyoruz.
-Dizi izliyor musunuz? Kurtlar Vadisi mesela?
Dizi hiç sevmem. Kurtlar Vadisi’ni hiç izlemedim. Sadece Kurtlar Vadisi Irak filmine gittim. Diziyle ilgili bir iki yazı yazdım. Onun için de diziyi izleyen 20’ye yakın insanla konuştum.
-Ne okuyorsunuz bu aralar?
Philip Wallen’in Kuklacılar isimli bir kitabı var. İtalya’daki gladyo terörünü anlatıyor. İhsan Dağı ve Fatih Uğur’un yazdığı Yalnız Demokrat’ı yeni bitirdim. Turgay Güler’in Mehdix diye bir kitabı var, ona başlayacağım.
(AKSİYON)
SON VİDEO HABER
Haber Ara