İçerden DTP ve PKK'ya Kemalist eleştirisi
Eski HEP-DEP yöneticisi Nizamettin Barış, PKK ile Kemalizm arasındaki fikri bağlantıyı deşifre etti. Barış'a göre Türklerle Kürtlerin ortak partisi olması gerek...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-01-04 17:00:00
KEMALİZMLE ÖRTÜŞEN SÖYLEM
“DTP yönetimine alınan marjinal ‘sol’ grupların ‘anti emperyalizm’ söylemi Kemalist söylemle örtüşüyor. İçeriği yabancı düşmanlığı kokan bu slogan Kürtleri çağdaş dünyadan soyutlayacak bir sonuç doğurur” diyen Barış, çözümün Kürt partileri yerine Türklerle Kürtlerin ortak partileriyle aranması gerektiğini söyledi.
H. Hüseyin Kemal’in röportajı...
Bu hafta 1967 yılından beri aktif politikanın içinde olan ancak şu an hiçbir siyasî harekete fiilî olarak bağlantısı olmayan Halkın Emek Partisi’nde (HEP) kurucu üye ve merkez yürütme kurulu üyeliğini, Demokrasi Partisi’nde (DEP) kurucu üye ve parti meclisi üyeliği yapmış Nizamettin Barış’la konuştuk. Barış, sorunun şiddetle değil çağdaş normlarla çözüleceğini belirtirken PKK’nın tek alternatif olarak gösterilmesine karşı çıkıyor. PKK ile Kemalizm arasındaki fikri bağlantıyı deşifre eden Barış, Türklerle Kürtlerin ortak partisi olması gerektiğini söylüyor.
Kürtlerin ‘bir kısmı bloke edilmiş, bir kısmı da arayış içinde’ diyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Devletin yıllarca rutin olarak uyguladığı ırkçı, baskıcı politikalar ile 12 Eylül askerî faşizminin Diyarbakır hapishanelerinde insanlık dışı, yok etme ve sindirme uygulamaları sonucu insanlar isyan edecek noktaya getirildi. Buna karşı Diyarbakır hapishanelerinde insanların hayatlarına mal olan onursal direnişler oldu. Gerek devletin baskıcı politikalarına karşı yapılan direnişler ve gerekse bu direnişlerin Kürt kamuoyunda sebep olduğu potansiyel—Kürtlere çok büyük hedefler gösteren, içinde farklı aktörlerin de yer aldığı iddia edilen—örgütlü bir güce dönüştü. Bu güç, şiddeti temel alan ve örgütlenmede belli bir ivme kazanan, hemen hemen hayatın her alanını kontrol edip yönlendirerek Kürt halkının önemli bir kesimi üzerinde etkili olan PKK’dır. Resmî ideolojiye ters düşmeyen, Kürt halkının ezici çoğunluğunun çıkarlarını birincil gündem maddesi yapmayan, demokratik değerler yerine lider kültü üzerine kurgulanan bir yapı olmasına rağmen, Kürtlerin büyük bir kesimi üzerindeki etkisini ve blokajını halen devam ettiriyor.
PKK örgütlülüğünün dışında kalan Kürt kesimlerini ne küçümsemek ve ne de abartmak lâzım. Son günlerde basında bu konuda ciddî bir tartışma başladı. Bu tartışmanın taraflarından “özgürlükçü sol” olarak tanımlanan kesimin bazı sözcülerinin; DTP ve PKK dışında kalan Kürt kesimlerinin konumunu küçümsemeleri hiç de şık değil. Özgürlükçü olduklarından şüphe edilmeyen bu sözcülerin, yüz yıldır Kürt halkına devlet tarafından uygulanan ırkçı politikaların tek alternatifini; otoriter yapılar olarak göstermeleri anlaşılır değil. Öte yandan, HAK-PAR ve KADEP gibi Kürt orijinli partiler ile aydınlar kişi odaklı, benmerkezci duruşlarını terk ederlerse ve hiçbir örgütlü yapı içinde olmayan kişi ve gruplarla birlikte hareket ederlerse önemli bir güç yaratılabilirler. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalı: yıllarca Kürt sorunu ile ilgilenen ve bedeller ödeyen Kürt aydınlarının büyük bölümü bu kategori içindedir. Kapatılan DTP’nin öncesi ve devamı olan partilerin en önemli eksiklerinden birisi aydın ayağının olmayışıdır. Arayış içinde olanların iki tercihi var: Avrupa Birliği eksenli ve demokrasinin değerlerini temel baz alan, Kürt sorununu başta sorun sayan, ya ayrı bir Kürt örgütlenmesi veya Türkiye genelinde demokrat çevrelerle birlikte bir örgütlenme. Her zaman ikincisini tercih etmenin büyük avantajları var.
Bu bloke edilmiş durum nasıl aşılabilir?
Bu çok kolay olacak bir şey değil. Hayatın her alanında kurumsallaşmış yapılar var. Toplumun kendisini psikolojik baskı altında hissetme durumu var. İşin rantından yararlanan belli kişi ve aileler var. Bunları sıkı bir şekilde birbirlerine bağlayan çıkar ilişkilerinin bitmesi zor görünüyor. Bu durumun ortadan kalkması için az önce belirttiklerimin yanı sıra, hükümetin; eşitlik temeli üzerinde Kürt halkının temel insanî haklarının tanınması için önemli adımlar atması ve ete kemiğe bürünen uygulamalar yapması lâzım. Seyit Rıza olayında olduğu gibi geçmişte devlet güçleri tarafından işlenen cinayetler lânetlenmeli. Yoksulluğun en çok hissedildiği bu bölgelerde çağdaş sosyal politika ilkeleri pozitif ayrımcılık düzeyinde hayata geçirilmeli. Otoriter anlayışların yerine, bireyin özgürlüğünü esas alan anlayışların önü açılmalı.
Siz Türkiye’de uzun zamana kadar iktidar ve muhalefetin ideolojik olarak aynı zemini paylaştığını söylüyorsunuz. Bu değişiyor mu?
Elbette değişiyor. İttihat ve Terakki ile başlayan jakoben anlayış, Kemalizm ile yoluna devam etti. Gerek tek parti döneminde CHP içindeki farklı kanatlar ve gerek çok partili dönemde iktidar ve muhalefet partileri paradigmayı üç söylem üzerine oturtuyorlardı: Komünizm tehlikesi, şeriat tehlikesi ve bölünme tehlikesi. Türkiye insanı yıllarca bu söylemlerle korkutularak yönetildi. Her dönem farklı bir kesim tehlikeli gösterilerek baskı altına alındı. Bazen Kürtler, bazen Aleviler, bazen sosyalistler ve bazen de dindarlar bu baskılardan nasiplerine düşeni aldılar. Hamasî söylemlerle komşuları düşman gösteren Kemalist ırkçı paradigmanın savunuculuğunu bugünkü muhalefet aynı gerekçelere dayanarak yapıyor.
Sizce Kürtler açılım konusunda gerekli desteği veriyor mu?
Derin devlet ile bağlantılı olanlar ile şiddet ve belirsizlik ortamından çıkarı olanların dışında, tüm Kürt halkının açılıma destek verdiğini söylemek abartılı olmaz. Bunu halkın içinde gezerek görmek mümkün. Yüz yıla yakın bir dönemde ilk kez bir TC hükümetinin konuya insanî yaklaşımının karşılık bulması kadar doğal bir şey olamaz. Bu insanî bir tutumdur. Aynı desteği Kürt siyasetinin tümü için söylemek mümkün değil. Bu açılım başarılı olduğu takdirde Türkiye tarihinin yüz akı olacaktır.
Hükümet bazı adımlar atmak isterken bazı kesimlerin ‘’Devlet bunda samimî değil” eleştirilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de yönetim bir türlü tekleşemedi. İki başlı konum halen devam ediyor. Geçmiş hükümetler bu yapıyı değiştirmeyi hiç gündeme getirmediler. Seçimle iş başına gelenler kendisini devletin asıl sahibi ve korucusu olarak görenlerin gölgesinde ve emirlerinde oldu. AB süreci içinde olan Türkiye’nin bu durumu düzeltmesi ve yönetimi tekleştirmesi zorunludur. Jakoben ve Kemalist anlayışın sürdürülmesinde ısrarlı olan ve statükonun devamını isteyen güçler mevcut pozisyonlarını korumak için her türlü yola başvuruyorlar. Ergenekon dâvâsı ile gündeme gelen darbe girişimleri, suikast planları, AKP’yi kapatma girişimleri, geçmişte Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili engellemeler ile taşeron örgüt ve kişiler eli ile yapılan ve yapılmak istenen provokasyonların amacı budur. Seçimle işbaşına gelenleri zor durumda bırakan bu yapılanmanın içinde, CHP ve MHP’nin yanı sıra, askerî bürokrasiyi, yargının büyük bir kesimini, medyanın, üniversitelerin ve işçi sendikalarının bir bölümünü görüyoruz. Kapatılan DTP’nin tavrı da bu yanlışa hizmet etti. Hükümet ile devlet halen ayrı rotalar izliyorlar. Bu durum daha uzun sürmemeli. Anayasa ve diğer yasalarda değişikliğe gitme görevi AKP hükümetinindir. Gerekirse bu değişikliğin gerçekleşmesi için referandum yolu bile denenmeli.
Sizce Kürt siyasetçiler Türkiye kamuoyunu tatmin edici açıklamalar ve teklifler getirme çabası içinde mi? Bu çaba nasıl sarf edilebilir?
Bu sorunuza ne yazık ki olumsuz cevap vereceğim. Çünkü şu anda siyasî arenadaki aktörlerin beceri ve kapasiteleri bunu yapmaya elverişli olmadığı gibi, aynı zamanda icazetli bir politikanın da aracı konumundadırlar. AKP hükümeti ile birlikte süreci ileriye taşımaları mümkün iken, CHP ve MHP ile birlikte eleştiri cephesinde yer almaları yanlıştır. Doğru bir zemin üzerinde çağa uygun, kişilikli bir toplum için çaba göstermek her demokrat siyasetçinin görevidir.
Kürt tarafında bir birliktelik olduğu görünmüyor, ancak nedense hep PKK bağlantılı siyaset konuşuluyor ve o gündemde tutuluyor. Bunu aşmak mümkün değil mi?
Az önce bu soruyu büyük ölçüde cevapladığımı sanıyorum. Buna ek olarak şunu da belirtmek gerek: Kürtlerde her toplum gibi çeşitli kesim ve tabakalardan oluşuyor. Kendi içinde farklılıkların olması, farklı düşüncelerin olması çok doğal. Devletin yıllardır Kürt halkına uyguladığı zulüm ve kıyım politikası sonucu olan PKK Kürtlerin önemli bir kesimi için sığınacak bir yapı gibi algılanıyor. Bu yapının lâyıkıyla temsil yeteneği olduğunu söylemenin mümkün olmadığı inancındayım. Temel haklarından yoksun olan Kürt halkının desteğini almak için ona özgürlüğünü kullanacak ortamlara sahip olmasını sağlamak lâzım. Kaldı ki PKK’nın dışında kalan demokrat Kürt kesimleri de her türlü devlet baskısı ile karşı karşıyadırlar. Onların ne ulusal ve ne de uluslar arası bir destekleri var. Üstelik kendi ülkelerinde otoriter yapıların baskılarını da hissediyorlar. Özgürlükleri geliştirmek ve demokratik hakları sonuna kadar kullanmak için, otoriter yapılara olanak sağlayan yasaları, demokratik özgürlüklere olanak tanıyacak, hatta teşvik edecek şekilde yeniden düzenlemeli.
Sizce Reşadiye baskınından sonra PKK’nın tılsımı bozuldu mu? İnsanlar artık başka seçenekler aramak istiyorlar mı?
Kürt halkının PKK’yı desteklemesinin en önemli nedeni devletin uyguladığı ırkçı ve baskıcı politikalarıdır. Kürt halkına gösterilen her türlü insanî yaklaşım karşılığını buluyor. Kürtlerin büyük bir kesiminin AKP’yi desteklemesinin nedeni; AKP’nin soruna yaklaşımındaki farklılıktır. Reşadiye olayı Kürt halkının hiçbir kesiminden destek bulmamıştır. Kürtler bunu yapanlara karşı bir tutum dahi almıştır. Ahmet Türk, “Reşadiye olayı olduğu zaman DTP’li, Kürt olarak bilinen şahsiyetlerin çoğu telefon açtı. Bu nedir ya dedi. Tepkilerini koydular” (24 Aralık 2009, Taraf) demiştir. Yine Ahmet Türk’ün aynı tarihli gazetede, “Diyarbakır’a gittik. Eğer o küçük eylemler olmasaydı 200 bin insan bizi karşılayacaktı. Ama farklı bir noktaya geldiği için, herkes bir korku bir telâş içinde olduğu için 20 bin kişi geldi” açıklamaları, Reşadiye olayında Kürt halkının PKK ve DTP’ye tepkisinin ifadesidir.
Kürt halkının bu tepkisi daha bitmeden KCK operasyonları başladı. Çoğu seçilmiş ve kaçma olasılığı olmayan insanları elleri kelepçeli tek sıra halinde dizilmiş bir halde medyaya göstermek, her yönü ile provokasyon kokan ve Kürtleri tahrik etmeyi amaçlayan, uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir olaydır. Derin devlet yapılanmasının işi olan insanlık dışı bu olayın sorumluları hakkında gerekli cezaî işlemler yapılmadan, devletin içinde örgütlü olan bu karanlık odaklar teşhir edilmeden, Kürt halkının desteğini almak mümkün mü? Bu olay Kürtler arasında Reşadiye olayına olan tepkiyi geri plana itti.
Şiddeti çözüm yolu olarak görenler için ne dersiniz?
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte soğuk savaş dönemi kapandı. Hak aramanın artık bir merkezin değil, tüm dünyanın sorunu olduğu bir dönem açılmış oldu. Neredeyse dünya tek kutuplu hale geldi. Bir grubun ya da hakları gasp edilmiş bir halkın, istemlerinde ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, sorunlarının çözümünde şiddet yöntemini benimsemeleri olumlu karşılanmıyor. Hatta çağdaş dediğimiz dünya şiddet yöntemini benimseyenlere karşı ortak tavır alıyor. Kendi halkının ezici çoğunluğunun desteğini almayan, birlikte aynı coğrafyayı paylaştığı halkların desteğini almayan ve dünyanın desteğini almayan hareket ve örgütlerin şiddet yöntemlerini benimsemelerinin kimseye yararı yoktur. Çözümlenmemiş sorunların platformu artık bütün çağdaş dünyadır. Haklılığımızı azamî destekler alarak bu platformlarda aramalıyız.
Meclis içinde meşrû zeminde hak mücadelesine devam edilemez mi?
Türkiye’nin altına imza attığı uluslar arası sözleşmelere harfiyen uymasını istemenin zemini, legal siyasî alandır. Avrupa Birliği temel perspektifi bu alanı ön koşul sayıyor. Sorunların çözüm yolu parlamenter sistem içinde aranmalı. Sokak, mecbur kalmadıkça, kullanılmamalı. Ergenekon ve JİTEM gibi derin yapıların cirit atacağı sokakta, başka hangi güçlerin olduğunu bilemez ve kontrol edemezsiniz. Kimlere, hangi kurtlara yem olacağınız belli değil.
Siyaset çözüm üretme mekanizması ise DTP’nin seçilmiş bir parti olarak ‘’Muhatap biz değiliz’’ açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Siyasî partilerin kuruluş amacı iktidar olmaktır. Onun için eldeki bütün imkânlar en iyi şekilde değerlendirilir. İktidar olmak için yan örgütler oluşturulur veya kurulu sivil toplum örgütlerinin desteği alınır. Başka bir partinin yan örgütü gibi davranılamaz. Başka bir siyasî parti ile koalisyon kurulabilir. Siyasî partiler, ne kadar oy alırlarsa alsınlar, hiçbir zaman toplumu yönetme perspektifini kaybedemezler. Siyasal arenada olan partilerin temel görevlerinden bir diğeri de; toplumsal sorunları, iktidarda iseler çözmek, muhalefette iseler çözüm önerileri sunmaktır. Bir partinin herhangi bir sorunun çözümü ile ilgili ‘’muhatap değilim’’ demesi, kendisini devre dışı bırakması anlamına gelir. Dünyada ‘’Muhatap değiliz’’diyen tek bir örnek yoktur.
Kürtleri temsil ettiğini söyleyen siyasî partiler, Kürt aydınlarıyla bilgi alış verişi yapar mı? Araştırmalar yapar mı?
Çağımızın bilgi çağı olduğu söylenir. Öyle ise bilgi en temel enstrümandır. Bu enstrümanı en iyi şekilde kullanmak lâzım. Bilgiye ulaşmak için aydınlar ile iyi bir diyaloğun olması gerek. Aydınların etkin olmadığı yapılanmalar kolaylıkla çağın reddettiği akımlara dönüşebilir. Özellikle otoriter ve monarşik yapılanmalar aydın düşmanlığı yapar. Onları topluma yabancı gibi göstererek dışlar ve çoğu kez de cezalandırır. Tarih bunların örnekleri ile doludur. Diktatörlerin yönettiği ülkelerin aydınlarının çoğu yaşamlarının önemli bir kesitini hep sürgünde geçirmişler. Bu namuslu olan çoğu aydının hep kaderi olmuş. Kürt siyasal yapılanmasının da aydınlardan yararlandığını söylemek mümkün değil. Aydın düşmanlığı Kürt kesiminde de yaygındır. Kürt halkının demokrasi mücadelesi ancak aydını ile birlikte boyutlanabilir anlayışının kabul gördüğünü söylemek çok zor.
Çözümü Kürt partilerinin çoğalması olarak görenler var. Bunun için ne düşünüyorsunuz?
Sorun Kürt partilerinin çoğalması değil. Bu Kürtler için de Türkiye’deki tüm demokrasi güçleri için de iyiye işaret değil. Kürtlerin ve Türklerin ortak partisinin daha yararlı olacağına inanıyorum. Şüphesiz ayrı örgütlenmeye gitmek isteyen insanlara da saygı duyulmalı. Devleti bu işe asla bulaştırmamak lâzım. O cenahtan iyi şeyler gelmez. Devlet demokrasiyi savunanları hep kontrol etmek ister. Söz konusu “demokratik devlet” ise, onun tüm kesimlere eşit mesafede durması ve demokratik haklar bekçiliği yapması yeterlidir.
Siz DTP’nin marjinal Kemalistleri parti yönetimine dahil etmiş olduğundan bahsediyorsunuz. Bu hareketin Kemalizmle nasıl bir bağı var?
Şimdiye kadar DTP’nin Kemalizmi eleştiren bir söylemine rastlamadık. DTP söylemlerinde Abdullah Öcalan’ı temel referans almaya özen gösteriyor. Abdullah Öcalan’ın ise Kemalizme itirazı yok. DTP’nin Kemalist unsurlarla fiilî bir bağı olduğunu sanmıyorum. Ancak DTP yönetimine alınan marjinal ‘’sol’’ grupların “anti emperyalizm” söylemi Kemalist söylemle örtüşüyor. İçeriği yabancı düşmanlığı kokan bu slogan Kürtleri çağdaş dünyadan soyutlayacak bir sonuç doğurur.
Kürt hassasiyeti ile hareket edenleri faşist odakların tahrik edememesi için neler yapılmalı?
Bir ülkede egemen konumunda olanlar her türlü avantaja sahip sayılırlar. Türk kökenliler bu avantaja sahipler ve hayatın her alanında devlet katında örgütlüler. Kürtler mağduriyetlerine ve haklılıklarına Türk kamuoyunu ikna etmek için çaba göstermeliler. Onları barıştan ve demokrasiden yana olduklarına ikna etmeliler. Hamasî söylemler yerine; evrensel değerleri öne çıkaran argümanlar geliştirmeleri lâzım. Böyle insanî bir görev varken, onların desteğine ihtiyaç varken, şiddet yöntemi ile toplumu yaşam endişesine sürükleyen eylem ve söylemlerden uzak durmak lâzım. Belli ritüelleri kullanarak, demokrasi karşıtlarının ellerine malzeme verilmemeli. Gergin, çatışmacı ortamın zararını her zaman yoksul ve ezilen halklar çeker.
Sizce acilen yapılması gerekenler neler? Hem devlet, hem de Kürt siyasetçiler açısından…
Burada en büyük görev ve sorumluluk AKP hükümetine düşüyor. Öncelikle devlet ve hükümeti ayrı değerlendirmek lâzım. Türkiye’nin en önemli sorunu yönetimseldir. Çift başlı yönetimi parlamenter eksenli tek yönetime indirgemek lâzım. Tarık Ziya Ekinci’nin dediği gibi: “Yalnız bağımsız değil aynı zamanda tarafsız bir yargı oluşmalı.” Askerlerin kendi başına buyruk olduğu bir devlet yapısı değil, sivil yönetimin emrinde olduğu bir hukuksal yapılanmaya gidilmeli. Devletin içindeki hiçbir derin yapılanmaya izin verilmemeli. Avrupa Birliği kriterleri ile uyum içinde olan, yeni bir anayasa yapılmalı. Diğer tüm yasalar buna göre düzenlenmeli. Çatışma ve şiddet ortamına gerekçe olan Kürt sorunu ile ilgili somut adımlar atılmalı. İlla da bir muhatap aranmamalı. Tek kriterin demokrasi ve onun vazgeçilmez unsuru olan, eşitlik temeli olduğu asla göz ardı edilmemeli. Farklı kesimlerin ayak sürümelerini gerekçe göstererek, atılması gereken demokratik adımlardan vazgeçmemeli. Çatışma ortamını etkisiz kılmak veya ortadan kaldırmak için gerekli tüm insanî ve barışçı adımlar desteklenmeli. Öncelikle kimsenin onurunu incitmeden bir genel af çıkartılmalı. Yıllarca çatışma ortamının mağdurları olanlara bir rehabilitasyon programı dahilinde yardım edilmeli. Her siyasetçi ve demokrasiden yana olanlar böyle bir çabayı ve girişimi koşulsuz desteklemeli.
Kaynak: Yeni Asya
SON VİDEO HABER
Haber Ara