Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Anayasa raportörü etiketlenmekten rahatsız

Evinin kapılarını basına açan Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, “TÜBİTAK davasında iptal istedim, CHP'li oldum. DEHAP kapatılmasın” dedim Kürtçü oldum, AKP davasında AKP’li oldum." dedi ve sıradaneyin olduğunu açıkladı:

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-12-27 14:31:00

Anayasa raportörü etiketlenmekten rahatsız
Evinin kapılarını basına açan Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can; “TÜBİTAK davasında iptal istedim, CHP’li oldum. DEHAP kapatılmasın” dedim Kürtçü oldum, AKP davasında AKP’li oldum. Yarın gay-lezbiyen dernekleri kapatılmasın dersek de gay-lezbiyen olacağız.

Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, 1968 Iğdır doğumlu. Almanya’ya işçi olarak giden bir ailenin çocuğu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Yüksek Lisans ve doktorasını Köln Üniversitesi’nde yaptı. Doç. Can, Frankfurt Max-Planck Enstitüsü’nde misafir öğretim üyeliği yapıyor.

Eşi Gülnur Can, kimya bölümü mezunu iken girdiği hukuk fakültesini geçen yıl bitirdi, şimdi avukatlık stajı yapıyor.

Can, eşinin hukuk okumasını bir espriyle açıklıyor: ”Bana baktı, ’senden hukukçu olursa benden haydi haydi olur’ dedi. Gerçekten de ben hukuk eğitimini çok sevememiştim ama o çok sevdi.“

Can çiftinin iki kızı - Vera ve Leyla - var. Can, Anayasa Mahkemesi’nde yazdığı raporlarda türbana yönelik Anayasa değişikliğinin iptali istemine ve AKP’nin kapatılmasına karşı çıkmıştı.

Bu yüzden etiketlerle uğraşmak zorunda kalan Can, YARSAV’dan istifa ettikten sonra arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Demokrasi ve Özgürlük için Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin başkanı oldu. Can’la bu sıfatıyla konuştuk ve ülke ve hukuk meselelerine dair çarpıcı görüşlerini dinledik.

Kimler var Demokrat-Yargı’da?

Siyasal, teorik ve hukuksal duruşları net olan arkadaşlar var. Bu, bütün özgürlük taleplerini saygı değer gören demokrasi ve özgürlük duruşudur. Radikal İki’de yazılarıyla demokratik ve özgürlükçü bir yargıç platformu oluşturan arkadaşlar.

AKP’ye yakın bir çizgide olduğunuz yönünde bir kanaat var. Bu etikete ne diyorsunuz?

Bakış açımızı yazılarda ve kitaplarda görebilirsiniz. Bu anlamda kamuya açık biriyim.

Etiketleme yargıya ilişkin tartışmaların ideolojik bir eksende yapılmasının sonucu. CHP’nin TÜBİTAK’ta kadrolaşma iddialarına yol açan yasanın iptali istemiyle açtığı davada yasada hukuka aykırılıklar olduğu yönünde görüş bildirdim, CHP’li olarak etiketlendim.

Sendika, grev hakkı konuları nedeniyle sosyalist dediler. DEHAP dosyasında, parti kapatmanın sadece normatif bir sorun olmadığını, sosyal ve siyasal analizlerin üzerine temellenmesi gerektiğini ve bu bağlamda, etnik temelli bir partiyi incelerken onun o etnisiteden kaynaklı şiddet hareketleri ve siyasal hareketler arasında söylemsel bazı paralelliklerin bulanabileceğini ve bunların kapatma gerekçesi yapılamayacağını söyledim. Kürtçü oldum.

AKP davasında AKP’li oldum. Yarın muhtemelen anarşist filan olacağız. Gay-lezbiyen derneğinin kapatılmaması gerektiğini söylediğimizde bu defa gay-lezbiyen olacağız. Bunun sonu yok.

Yargıda bu tür etiketlemelerin olması tehlikeli değil mi?

Türkiye’de ekonomik, uluslararası, iletişimsel faktörlerin sonucu olarak ortaya çıkan bir dönüşüm var. Politik açıdan muhafazakâr olanlarla, yeniden bir inşa sürecinin başlatılması gerektiğini söyleyenler var.

Eski referanslarla artık Türkiye’nin geleceğini belirleme imkânı yok. Bu durum bütün kurumların politik çatışmanın içine girmesine yol açıyor. Yargı da bundan nasibini alacaktır.

Demokrat-Yargı olarak ortaya çıkışımızın temel gerekçesini Türkiye’nin geleceğini 200 yıldır süren ve DNA’larımıza işleyen Batılılaşma serüveninin hedeflerinde aramak lazım. Batının demokratik değerleri artık Türkiye’ye önkoşulsuz biçimde aktarılmalıdır. Siyasal çatışmanın getirdiği siyasal muarızlarını yok etme duygusunun karşısında olmak gerekir.

Derneğinizin kurulmasıyla 12 Eylül öncesinde polis içindeki POL-BİR ve POL-DER ayrılığının yargıya yansıdığı iddia edildi.

Türkiye 1970’li yılların tarafgirliklerini toplumsal ve siyasal açıdan aştı. İki farklı gruba indirgenemeyecek kadar çeşitlendi. Ama bu uyarıyı üsluba dikkat ve özen telkini olarak önemsiyoruz.

Tüzüğünüzde ’21 Anayasası dışındaki anayasaları reddediyoruz’ deniliyor.

21 Anayasası, olağanüstü koşullarda dahi demokratik katılma ile hazırlanmıştır. Bizim için referans olacak yönü içeriği değil, politik dinamikleri harekete geçirici niteliği ve oluşum sürecidir. Bunu hazırlayan mecliste aydınlar, bürokratlar, din adamları, toprak ağaları, eşraf gibi farklı dinamikler temsil edilmişti.

Çok ilginçtir Birinci Meclis’te Bolşevizm’i savunan din adamları vardır. 61 ve 82 anayasalarını darbe ürünü olduğu için ve politik dinamiği engelleyici yapıları nedeniyle referans almıyoruz. 24 Anayasası’nı ise politik dinamiğe imkân sağlaması nedeniyle saygın buluyoruz. Bugün de önkoşulsuz bir katılımla ortaya çıkacak yeni bir anayasa istiyoruz.

TÜZÜĞÜMÜZE GÖRE ASKER YARGI ÜZERİNDE BİR TEHDİT

Türkiye’de yargı anlayışı, 1930’larda Mahmut Esat Bozkurt ve Recep Peker gibi ideologlarca tanımlanmış, 27 Mayıs’la anayasallaştırılmıştır. Yargı demokratik meşruiyet zinciri dışına çıkarılmış, adeta toplumsal siyasete karşı bir kalkan olarak tasavvur edilmiştir. Militarizm kendini siyaset üstü bir konuma çıkarıvermiş ve yargıya siyaset üstülük misyonu yüklemiştir. Siyaset üstülük iddiası çok tehlikelidir.

1961’den sonra toplumsal irade hukuk düzenini belirleyici olmaktan çıkmıştır. Dinamik bütünüyle militerleşmiştir. Militarist iradenin ürünü olan hukuk sistemi yargının politik bir misyon üstlenmesini ister. Her bir yargıç, sistemin bütününden belli bir siyasal referans direktifi okur ve ona uygun davranmak zorunda hisseder. Hukuk uygulaması açısından militarizmin bir tehdit olduğuna ilişkin Şemdinli davası örneği var.

KAFES İÇİNDE TUTTUĞUNUZ YARGIÇ ADALETİ TESİS EDEMEZ

Siyasetten yargıya çok sayıda müdahale olduğu tartışılıyor...

Hukuk düzenini yaratan bir militarizm var ve buna karşı kendine alan açmaya çalışan bir siyaset var. Öncelikle hukuk militarizmden arındırılmalı, toplumsal yabancılaşmayı ortadan kaldıran ve toplumsal çoğulcuğun egemen olmasıyla yürütmeye karşı direnç kültürüne sahip bir yargı yaratılmalıdır. Yargı toplumsal adalet ve özgürlük taleplerinin muhatabı olduğunu fark edebilmeli. Buna ayrımsız tüm yargı aktörlerinin katılımı gerekir. Bu olmazsa siyasal çatışma, yargıyı etkilemeye devam edecektir. Yargı, kurumsal yapısıyla bu etkilere karşı objektifliğini koruyabilecek durumda değildir.

Bir taraf mı tutuyor yani yargı?

Siyasal çatışmanın içinde ister istemez böyle pozisyona sürükleniyor. Metodolojiyi bir yana bıraktığınızda kendi düşüncenize göre haklı bir karar yazarsınız ama o haklılık hukuki değil, siyasal bir haklılıktır.

Sizin siyasal haklılığınız karşıtınız için siyasal haksızlıktır. Türk yargısında kaybolmuş olan en önemli değer metodolojidir. Yargı kararlarında gerekçe yoktur. Gerekçenin olmadığı yerde keyfilik olur, siyasallaşma korkuları olur.

Yargının siyaset üstü olamayacağını söylüyorsunuz, bu ne demek?

Hiçbir şey siyaset dışı değildir. Kendinizi siyaset üstü olarak gördüğünüz zaman parlamentoda temsil edilen toplumsal iradenin dışında görüyorsunuz. İki yargıcın bir araya geldiği yerde siyaset vardır. Bu siyaset, demokratik siyasetin dışında konumlandığı için anti-demokratik bir siyasete dönüşüyor.

Adalet Bakanlığı’nın HSYK üyelerinin TBMM ve ilk derece hakim-savcıları tarafından seçilmesi önerisine YARSAV karşı çıkıyor.

Demokratikleşme olmazsa yargı adalet dağıtamaz. Adalet Bakanlığı neticede politik bir organdır. Gerçi Adalet Bakanlığı’nda tek sivil kişi Adalet Bakanı’dır. Onun dışındakilerin hepsi yargıçtır. Yargı, bakanlığın içini bütünüyle doldurmuş durumda. Politikanın yargısallığı tehlikesini içinde barındıran bir şey. Mutlaka değiştirilmeli. Demokratik meşruiyet Avrupa’da faşizme verilmiş olan bir cevaptır. Yargıda demokratik meşruiyetin karşısına çıkmak Türkiye’ye yapılacak iyilik değil. Demokratik meşruiyeti yargıda sağlamadığınız zaman bir güç yargıda hâkim olduğu zaman bütün yargıya, dolayısıyla bütün devlet sistemine hâkim olabilir. Yargıyı politik bir araç olmaktan çıkarmak, toplumun yargısı haline getirmek gerekir. Sinop’taki bir yargıç, hakkındaki disiplin kararınının merkezden verileceği korkusunu yaşamamalı.

O bölgedeki bütün yargıç ve savcıların katılımıyla bir bölgesel komisyon kurulmalı. Merkezdeki kurul, yargıç hakkında karar verirken bölgenin araştırmaları ve görüşlerini dikkate almak zorunda olacak. Beklenen asosyal olması, sadece kaymakamla, jandarma komutanıyla, emniyet müdürüyle oturup kalkması.

Yargıcı bir devlet ajanı haline getiriyorsunuz. Bu ajan Yargıtay’a gelince kendini sadece devlet çıkarlarının bir koruyucusu olarak görüyor. Yargıcın muhatabı devlet değil, toplumdur. Yargıcı asosyal yaptığınız zaman sosyal yapıyı tanımaz. Kafes içinde tuttuğunuz yargıç adaleti tesis edemez.

Kürsüye yapılan vurgu bu yüzden mi?

Yargılama kürsüde başlar, kürsüde biter. Yüksek yargı sadece hukuksal denetim yapmalıdır. Yargıtay, Danıştay olayı yeniden inceliyor. Yargıç bu yüzden adalet beklentisini değil, yukarıdan dikte edilen mutlak doğruyu yaşama geçiriyor.

Kapatma davasını açma inisiyatifi Meclis’e ait olmalıdır

YARGIÇ BİR SİYASİ GÖRÜŞE SAHİP OLABİLİR

Telekulak’ta uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dinlemeleri yargı kararına bağladık da ne oldu? Bir müracaatla 200-300 telefonu dinleyebiliyorsunuz. Yargı kararına bağlamanın başlı başına güvence olmadığını görüyoruz. Güvenceyi demokratik süreç sağlar.

Ama telekulak işkence yerine ikame edilen bir insan hakkı ihlali...

Hükümet tarafından değil başka yerlerden de dinleme yapıldığı iddiaları var. Siyasi irade yapıyor diyoruz ama ondan sonra yargı kararı alıyoruz. Çünkü ’devlet söz konusu olduğu zaman yargıç tarafsız davranmak lüksüne sahip değildir’ kuralı dikte edilmiştir.

Hakimlerin siyasi görüşlerini yaşamalarından bahsediyorsunuz.

Yargıç bir ahlaki görüşe, felsefi, dinsel, siyasi görüşe sahip olabilir, buna göre yaşantısını, sosyal, siyasal ilişkilerini düzenleyebilir. Almanya ve Hollanda’da yargıçlar parti üyesi olabiliyor. Kişisel olarak ben de bunu savunuyorum. Yargıcın siyasi görüşünün olması onu yargıç olmaktan çıkarmaz.

Ergenekon haberleri nedeniyle 4 bin soruşturma açılmış. Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu basın üzerinde baskı aracı haline gelmiş.

Eleştirilemeyen bir yargı adil ve tarafsız olamaz. O yargı kültürü toplumu bitirir, devleti bitirir. Ergenekon’un içeriği hakkında hiçbir söz söyleme hakkına sahip değiliz. Ancak dava süreci hakkında basında, toplumda tartışma yapılamayacaksa o davayı nasıl adil yargılama ilkesi çerçevesinde yürüteceksiniz. Çünkü yargının adil ve tarafsız olması ona tanınmış bir otorite değil, toplumun hakkıdır.

Sorunların çözümü için önerdiğiniz bir formül var mı?

Bütün tarafları yargının yeniden yapılandırılması sürecinin bir parçası haline getirmek zorundayız. Bu Demokrat Yargı’nın Adalet Bakanlığı’na ve yüksek yargıya çağrısıdır. Yüksek yargı bu konuda “hayır” diyor ama toplumsal süreç, değişimi bugün ya da yarın önümüze koyacak. Siz sürece çağdaş demokratik örneklerle müdahil olmadığınızda sistem tek taraflı inşa edilecek. Bu da Türkiye’nin kaybı olacaktır. Yapılması gereken şey yargı adına, Türkiye adına kazanmaktır.

(Vatan)

Haber Ara