Irak patlamalarının gerçeği
Arap basınında bugün Irak patlamaları, ABD’nin Afganistan’daki yeni stratejisi ve İran’daki velayetu’l fakih terimi gündeme geliyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-12-09 13:06:00
Arap gazeteleri bugün Irak’ta ardı ardına meydana gelen son patlamaları manşetlerine taşıyor. Irak hükümetinin suçlama oklarını delilsizce direk El-Kaide Örgütü ile Suriye’deki Baasçılara yöneltmesi eleştirilerek bu patlamaların ardında çok farklı tarafların olabileceğine ve yeni seçim kanunuyla aynı zamana denk gelmiş olmasının bir tesadüf olamayacağına işaret ediliyor. Diğer taraftan ABD’nin Afganistan’da son birkaç ay içinde ikinci, savaş başladığından beri de üçüncü stratejiye başvurmasının, ABD ve Nato güçlerinin Taliban’ın etkinliğini kısıtlamada başarısız kaldığının bir kanıtı olabileceği belirtiliyor. İran’da beklenen imamın vekili olarak Humeyni tarafından siyasete sokulan fakih velayeti kavramı ise ayrı bir gündem konusu. Bu noktada Irak’taki mercilerin ve Sistani’nin ülkede siyasete karışmaması, İran’da çıkan karışıklıklarda bir tarafı tuttuğunu açıklamaması da fakih velayetliğini kabul etmediği şeklinde yorumlanıyor.
Londra’dan yayımlanan El-Kudsü’l Arabi gazetesi bugünkü “Kanlı Irak patlamaları” başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; “Irak’ın başkenti Bağdat’ta sokakları hedef alan patlamaların, Irak parlamentosunun yeni seçim kanununu onaylanıp, seçim tarihi olarak önümüzdeki Mart ayının 6’sının belirlenmesiyle aynı zamana denk gelmiş olması bir tesadüf olamaz. Bu patlamaların ardında duranlar, Amerikan işgalinin rahminden çıkan bu siyasi sürece katılan Iraklı siyasilere açık bir mesaj göndermek istiyor. Bu mesajın içeriğinde de şöyle diyor; bu süreci, içindeki çeşitli kusurlar nedeniyle Irak gökkuşağında yer alan her tayf kabul etmiyor.
Nuri Maliki hükümeti hemen “tekfircileri” ve Şam’da ikamet eden “Baasçıları” suçladı. Bu, sahiplerinin başarısızlığını ortaya koyan “hazır” bir suçlamadır. Soruşturma henüz başlamadı. Olaylara karışmış herhangi biri henüz yakalanmadı. Hükümet hemen nasıl oldu da suçluları, bağlarını ve ideolojilerini biliverdi?
Orada; bu patlamaların, hedef aldığı mekanların ve Irak’ta şu sıra mevcut koşulların değerlendirilmesiyle özetlenebilecek bir grup gerçek bulunuyor:
Birincisi: Eylemi gerçekleştirenlerin, Irak’ın başkentinin ortasında öylesine hassas bölgelere ulaşması, güvenlik sorununu ve eylemi yapanlar ya da arkasında duranlarla bu eylemlerin başarılı kılınmasına çalışan emniyet biriminden bazı büyük subaylar arasında irtibat olduğunu ortaya koyuyor.
İkincisi: Dünkü patlamaların yapısı, uygulanması açısından Çarşamba ve Pazar günü gerçekleşen patlamalarla uyum gösteriyor. Bu da demek oluyor ki iktidardaki koalisyondan bazı güçler Maliki hükümetinin gelecek seçimlerde düşüşünü hazırlamak için güvenliği sağlamakta, en belirgin seçim propagandası olan kanun devletini kurmakta aciz kaldığının ortaya çıkıp başarısız kalmasını istiyor.
Üçüncüsü: El-Kaide Örgütü, önceki ve şimdiki patlamaların ardından durmakla suçlanan en bilindik taraf. Ancak suçlamaların aksine çeşitli sebeplerle bu patlamaların ardında yer almıyor olabilir. Öncelikle bundan önceki operasyonları bu derece büyüklükte olmadı. Daima bir hedefe odaklandı. Bu hedef de genellikle yeni göreve alım mekanları, polise yeni katılanların eğitim aldıkları merkezler ya da Şii çarşıları oluyordu. Buna ek olarak El-Kaide, dışişleri, maliye ve sağlık bakanlıkları gibi sıkı şekilde korunan bakanlıklarına ulaşmasını sağlayacak olan güvenlik güçlerine sızmayı başaramadı.
Dördüncüsü: Suriye’nin ve Suriye’de bulunan Baasçıların olaya karıştırılmak istenmesi, bir iç krizin dış cephelere taşınmaya çalışılması demektir. Iraklı vatandaş, şimdiki hükümetin böyle bir yöntemle sorumluluğu üzerinden atmasını kabul etmez ve buna ikna olmaz.
Dünkü patlamalar, seçimlerin sonuçlarına o ya da bu cephenin menfaatine etki edebilmek ya da siyasi süreci tamamen başarısız kılıp Irak’ta iç savaşı körüklemek için yüzlerce kurban gitmesi beklenen daha başka patlamaların öncüsü olabilir."
Afganistan’da yeni strateji
Birleşik Arap Emirlikleri’nden yayımlanan Daru’l Haliç gazetesi bugünkü “Afganistan’a üçüncü strateji” başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; “ABD başkanı Barack Obama’nın Afganistan’daki savaş hususunda ilan ettiği strateji, orada benimsediği ilk strateji değil. Bundan birkaç ay önce oradaki askeri liderliği değiştirdi. Nato güçlerinin genel komutanı olarak General Mc Chrystal şu anki konumuna geldi. O vakit Obama hükümetinin yeni berrak stratejisini uygulayacağı, hava bombardımanlarına bir sınırlama getireceği, halka yaklaşacağı, hayat koşullarını iyileştireceği ve yerel yönetim etkinliğini artıracağı söylendi.
Öyleyse bu, yeni yönetimin Afganistan’da savaşla ilgili birkaç ay içinde dayandığı ikinci strateji. Bu da iki ihtimali yükseltmektedir: Birincisi: İlki yeterli olmadı ya da halkla Taliban’ın arasını açıp ona karşı cephe aldırma hedefini gerçekleştirmekte başarı sağlayamadı. İkincisi: Korku derecesinde tedbirli davranması, meydana gönderdiği askerler ve gerekli yüksek maliyet savaşa ikinci bir başlangıç sayılıyor ve Amerika ile Nato güçlerinin Taliban’ın faaliyetlerini kısıtlamada, geçen seneler boyunca askeri dizginleri elinde tutmada başarısız kaldığı anlamı taşıyor. Büyük komutanlar ve generaller iplerin karşı tarafın elinde yani Afganistan’ın yarısını kontrol altında tutan Taliban’da olduğunu, Taliban’ın çok büyük cesaret ve hayal gücü isteyen türden operasyonlara kalkıştığını söylüyor. Bu esnada Karzai hükümeti ise kurtuluşu olmayan yolsuzluğa batmış durumda. Amerika’nın direnişten ayırıp iki eli kirli, yolsuz Karzai’ye yöneltmeye çalıştığı vatandaşlar arasında kendisine duyulan nefret de giderek artıyor.
Zamansal düzenlemeye göre bu Amerika’nın Hindikuş ülkesindeki üçüncü stratejisi. Bu stratejilerin ilki 2002 yılından önce kabul edildi ve Taliban Rejimi’nin düşürülüp Afganistan’ın işgal edilmesinde uygulandı. İkincisi birkaç ay önce Mc Chrystal’in komutanlığa getirilmesiyle gerçekleşti. Üçüncüsünü ise Obama, yaklaşık üç ay süren tereddüdün ve cumhuriyetçilerden aldığı yoğun eleştirilerin, askeri kurumun yaptığı ve sonunda ikna olmasını sağlayan şiddetli baskıların ardından geçtiğimiz Çarşamba günü ilan etti.”
İmamlık ve velayetu-l fakih
Suudi Arabistan’dan yayımlanan Er-Riyad gazetesi yazarlarından Yusuf El-Kuveylit bugünkü “İmamlık…ve velayet” başlıklı yorumunda şu ifadelere yer veriyor; “Şiilik ve Şii tarihi boyunca dini merciler, doktrini dışında sayarak siyasete ve iktidara önem vermemiş aksine tüm önemini dini okullara ve faaliyetlerine vermiştir. Ta ki Humeyni gelene kadar! Humeyni, beklenen imamın temsilcisi mahiyetinde siyaset ve devlet adamı olarak arenaya girmesi için velayetu’l fakih terimini getirdi.
Ancak garip olan Irak’taki merci ve Sistani mercileri arasında en üst düzeyde yer almasına karşı Irak’ta iktidar işlerine zorunlu kalmadıkça karışmıyor. Bu da fakih velayetini tanımadığını gösteriyor. İran’da iktidardakiler ve reformcular arasında çıkan çatışmalarda bile Sistani’nin herhangi bir tarafı tuttuğunu görmüyoruz. Bu, orada imamların ve ayetuluzmaların bahsettiğinden farklı bir görüntü. Ancak devletin dine karışması Lübnan’da ve Arap Körfezi’nde diğer mercileri, bunu kendi mezheplerinin geleceği için bir tehdit unsuru olarak görmeye sevketti.
Şahı düşüren halk gösterileri senaryolarının yeniden görüldüğü öğrenci gösterileri aynı konumlarla tekrar etti. Çünkü devrim gölgesinde yetişmiş yeni bir nesil söz konusu ve bu devrimin, yönelimleriyle ters düştüğünü gördü. Halk, artık insanlığından çıkıp imamın fetva ve sözleriyle yetişmesini isteyen klasik metafiziğe önem vermiyor. Onun gerek duyduğu çağının değerlerini ve hayatını yaşamak, tüm dünyadaki halkların hürriyet, adalet, eğitim, sağlık güvencesi, iş ve mesken adına sahip olduklarına ulaşmaktır. Yoksa ülkesinin potansiyelini bir kaybediş savaşında dışarı taşımak değildir.”
SON VİDEO HABER
Haber Ara