Söz söyleme hakkı bölgede kimde?
Yenidünyada Türkiye adına söz söyleme hakkı kimin olacak? Bunun cevabı açıktır, İslamlığı merkeze koyan ve partiler üstü bir kişilik oluşturmayı göze alan kişi ve kurumlar. Peki, bunlar var mıdır?
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-12-08 23:13:00
Kazım Sağlam*
Dünya Müslümanları adına konuşacak ve dünyaya karşı İslam’ı-siyasî, fikrî, askerî-savunacak hangi ülke olabilir. Hangi ülkenin ilim adamları İslam’a yöneltilen gerçek tehlikeyi görerek tedbir alabilir. Ülkelerin fikrî birikimi, dünyaya karşı duruşuyla birebir alakalıdır. Bir ülkenin siyaseti, emperyalizme karşı değilse emperyalistlere karşı o ülkenin mütefekkirleri çözüm üretemezler, alternatif olamazlar.
Adına İslam ülkeleri denen hangisi adı geçen davranış sergileyebilir. İslam düşmanlarına karşı dini savunabilir onu müdafaa edebilir. Tek tek ele alırsak; Mısır, İran, Türkiye, Pakistan, Malezya vb. ülkelerden hangisi batıya ve doğuya karşı İslam’ı İslam halklarını savunabilir, sahiplenebilir.
Üç ülke bu hususta söz söyleme önceliğine sahiptir. A- İran B- Mısır C- Türkiye bu üç ülke dışındaki ülkelerin öncelikleri yoktur.
Tarihi birikim, devlet tecrübesi, yetişmiş insan sayısı, askeri ve ekonomik gücü, idari biçimi, coğrafik durumu.. hesaba katarak değerlendirmek gerekir.
İran
İran idari olarak İslamî bir rejime sahip, yani İran İslam devletidir. Tarihi tecrübesi var, köklü devlet geleneği var, yetişmiş insan unsuruna sahip, askeri ve ekonomik gücü var, coğrafik olarak stratejik bir konuma sahip, fikri ve düşünsel altyapısı mevcuttur. Bu yönüyle önceliği olabilir.
Olumsuzlukları da vardır. Farisidir ve komşularıyla problemlidir. İran milliyetçiliği İslam’ın önüne geçer. Şii olması ayrı bir olumsuzluktur. İslam dünyasıyla uyum sağlayamaz. Nüfusu etnik olarak karışıktır ve her an patlamaya hazırdır. Kürt bölgesi hem Sünni hem Kürttür dolayısıyla, siyasetine etki eder. Devlet İslamî de olsa despottur, şeffaf değildir, halkı memnun edememiştir, ayrıca uluslar arası siyasette de yalnızlaşmıştır.
Böyle bir ülke bu şartlarda tüm Müslümanlar adına söz söyleme hakkına sahip değildir. Dünyanın şartları değişir ve İslam dünyası İslamî hükümetlere kavuşursa ve İran mezhepçiliği bırakırsa söz söyleme hakkı doğabilir elan olamaz.
Mısır
Köklü bir İslamî geleneğe ve el-Ezher gibi bir kuruma sahiptir. İhvan gibi teşkilatların ülkesidir. Seyyit Kutup ve Hasan el-Benna yetiştirmiş bir ülkedir. Dünyaya İslamî düşünce ve bilgi aktarma merkezi olmuştur. Arap dünyasının en güçlü devletidir. Devlet geleneği vardır. Nüfusun çoğunluğu Arap’tır.
Olumsuz tarafları da maalesef çoktur. Despot bir idareye sahiptir, halkından kopuktur, ülkenin örf ve geleneklerine ve İslamî duruşuna karşı bir idare vardır. El- Ezheri bitirmek üzeredir. Dünya siyaset dengesinde sözü geçmez, İsrail gibi kötü bir düşmanı vardır. Filistin –İsrail ilişkilerinde büyük hatalar yaparak Arap liderliğini kaybetmiştir. Yetişmiş insan unsurunu kaçırmıştır, ekonomik olarak mütevazıdır. Askeri gücü Arap-İsrail savaşlarında işe yaramamıştır. Dışa çok bağımlıdır.
Böyle bir ülke dış dünyaya karşı İslam’ı savunma gücüne sahip değildir, onun için İslam ülkeleri liderliğini kabul etmez. Ayrıca ciddi manada Türkiye karşıtlığı vardır.
Bazı düşünürler Pakistan’ı da bu kervana dahil ederler. 170 milyon nüfus, halkının bozulmamış olması, nükleer silaha sahip oluşu, Hint alt kıtası ilmi birikimine varis olması.. gibi saiklarla onu dünya siyasetinde bir yeri vardır derler. Yeri tabiî ki vardır, lakin devletin yeni ve oturmamış olması, komşularıyla başının dertte olması.. çabuk devre dışı kalmasına vesile oluyor. Unutulmamalıdır ki Pakistan daima hesaba katılmalıdır ve İslam ümmetinin birleşmesinde büyük katkısı olur. Fakat rehberlik edemeyecek kadar dağınıktır.
Türkiye
Tarihi tecrübesi ve birikimi vardır. Köklü devlet geleneğine vardır, İran’dan sonra en köklü devlet geleneğine sahiptir. Ayrıca İslam medeniyetin tüm tecrübelerini bünyesinde toplamıştır. Emevi- Abbasi- Selçuklu tecrübesi ile Bizans devlet işleyişini mezcederek Osmanlı devletini kuran iradeye yavaş yavaş sahiplenmektedir. Yetişmiş insan gücü, askerî ve ekonomik gücü diğer ülkelere göre daha gelişmiştir.
Coğrafik konumu da artı bir değer katar, hem batı hem doğu/İslam kültürüne ve yaşayışına vakıftır.
Olumsuz tarafları; idaresi laiktir, batı medeniyet dairesine girmiştir, İslamî bilgi ve birikimi sığdır, dil problemi yüzünden kaynaklara vukufiyeti azdır. Laikliğin getirdiği kadın erkek ilişkisi gevşektir. Dini yaşamada devlet engeli ve barikatı vardır, okumuş kesim –bugüne kadar- İslam’dan uzaklaşan keskimdir. ABD’ye bağımlıdır, içişlerinde problemlidir. Hem Müslümanlarla hem de Kürtlerle nizalıdır. Ülkenin üzerinde askeri vesayet vardır...
Bütün bu değerlendirmelerden sonra diyebiliriz ki; mevcut şartlarda Türkiye diğer İslam ülkelerine göre söz söyleme ve İslamî müdafaa etme hakkına daha önceliklidir.
Ayrıca Arap âleminin siyasi beceriksizlikleri ve despotik idareleri Türkiye’nin öne çıkmasına yardımcı olmuştur. Türkiye hak etmekten çok mecburiyetten önceliğe sahiptir.
Fakat Türkiye’nin bir sıkıntısı da iç işleyişte Müslümanların durumudur.
Türkiye yol ayrımına gelmiş ve yeni bir siyaset belirleme mecburiyetinde kalmıştır. Batılılaşma ile başlayan serüven, tekrar gözden geçirilmek noktasına gelmiş, batı değer yargıları zedelenmiş, sahtekârlığı açığa çıkmıştır.
Türkiye’de yeni duruma göre söz söyleme ve siyaset belirleme hakkına hangi çevreler sahiptir?
a- Solcular.
b-Sağcı/ milliyetçiler.
c-Muhafazakâr dindar sağcılar. (Adalet Partisi) çizgisinde olanlar.
d-Müslümanlar.
Yukarıda sayılan çevreleri tek tek gözden geçirip değerlendirmeye tabii tutarsak;
Solcular
Bunları kendi içinde istediğimiz kadar ayrıştırarak sınıflandıralım, neticede sol söylem ve dünya sol siyasetin geldiği yer bir çıkmazdır.
İster liberal sol anlayış olsun, ister ulusal sol anlayış olsun, ister demokratik sol anlayış olsun adını ne koyarsak koyalım, sol söylem Türkiye’de söyleyeceğini söylemiş ve toplumsal bir taban bulamamıştır.
Solun açmazı; toplumun değer yargılarına karşı önyargılı oluşudur. Sol kurgusal bir yapıdır, konjoktürel bir yapıdır. Devlet eliyle yukarıdan dizayn edilmiş bir örgütlenme biçimidir. Elan devletin böyle bir sola ihtiyacı yok dolayısıyla sol da olamaz.
Sol kendini toparlar, yani dine dayanır ve İslam’ın sosyal adalet ilkesini benimser ise tutunabilir aksi halde bu ülkede söz söyleme hakkı doğmaz. Dünya hakim güçleri pompalar, zorlarlarsa bazı kıpırdamalar olabilir ama cılız ve halktan kopuk bir elit anlayış olarak kalmaya mahkumdur.
Müslümanlar arasında sola özenenler de yeni ahvali gözeterek soldan medet beklemekten ve solu büyütmekten vazgeçmelidirler. Solun miadı dolmuştur.
Sağcı/ milliyetçiler.
Irkçılığa dayalı yerel milliyetçilik, evrensel olma özelliği olmayan dar bir düşüncedir. Her ırk/ millet/ kavim, kendini arzın merkezine koyarak dünyaya bakarsa ortak insani ve İslamî değer üretmek imkansızlaşır. Dünyayı ırk esasına göre tanzim etmek ve üstünlüğü; değer merkezli değil de ırk merkezli olarak anlamak ve anlamlandırmak bugün için karşılığı olmayan bir çabadır. Dünyanın iç içe girdiği, devletlerin/ulus- devletlerin kabile hükmüne düştüğü bir dünyada ırka, kavme dayalı geri bir düşünce peşinde koşmak ve bir siyaset yürütmek akıllı inansın yapacağı bir iş değildir.
Yerellik, milli olmak, ülkesini ve ananelerini muhafaza etmekle millici/sağcılığın alakası yoktur, İslam’ın kabul edeceği örfle millici/sağcı anlayışın ileri sürdüğü milli değerler arasında bir uygunluk yoktur.
Ayrıca dünyada saf ırk diye bir kavim de kalmamıştır, hele Türkiye’de dile dayalı etnik milliyetçilik yapmak ülkeyi bölmek demektir, bunu göze alan varsa vebalini de üstlenecek ve tarih önünde Allah indinde hesap verecektir. Bu hususta sağ-sol ulusalcılar ile Kürtçüler birbirlerini hem besliyor hem tahrik ediyor. Tahriklerle, başkasının yanlışıyla siyaset yapılamaz. Siyaset değer üretmek ve dünyaya katkı sağlamakla mümkündür.
Ülkücü/ milliyetçilerle solcular birbirlerini beslerler, biri çöktü mü öbürü de iflas eder, bugün MHP’nin düştüğü açmaz Sovyetlerin dağılması ve dünyada sol diye bir tehlikenin olmayışıdır, CHP’nin açmazı da dünyada solun soluk alamayışıdır. İkiz düşman kardeşlere yeni bir düşman lazımdır. Şimdilik DTP ve Kürtçülerle idare ediyorlar, ya o da biterse?
Muhafazakâr dindar sağcılar. (AP) çizgisinde olanlar.
Bu çevreyi Türkiye iyi tanıyor, 1950 -1990 arası bazı istisnalar ve darbeler hariç hep iktidarda kaldılar. Tipik örneği Demirel’dir, on yıllar bu ülkeyi sadece uyuttu, hiçbir siyaset üretmedi, ülkenin geleceği için sağlam bir adım atmadı, idare-i maslahatçılıkla hem kendi ömrünü tüketti, hem ülkenin geleceğini kararttı.
Muhafazakâr/dindarlık ve sağcılık, kendini gizleme mantığının siyasi şeklidir veya siyaseten münafıklıktır. Aslında İslam karşıtıdır, yerli olana tepeden bakar, milletin inanç ve geleneklerine muhaliftir fakat izhar edecek kadar dürüst ve mert değildir.
Rengini belli etmeyen siyaset ve düşünce 2000’li yıllarda geçerliliğini yitirmiştir, o soğuk savaş siyasetidir, bugüne hitap etmez.
Müslümanlar
Dünyanın bugünkü siyaset tarzı, kapitalizmin ile komünizmin maskelerinin düşmüş olması, vaad edilen cennetin bir türlü gelmemiş olması, tarihin sonunun olmadığı, iki kutubun da birbirlerine benzediği, daha doğrusu birinin diğerini beslediği, dünyanın adil olmayan küresel/kapitalizm ile insan fıtratına ve ruhuna ters sosyalizmden beklentilerinin bittiği zamanda İslam tek kurtuluş yolu olarak orta yerdedir.
İşin aslı bugünkü dünyaya hangi İslamî birikimle, hangi ilim ve fikir adamı çare sunacaktır. Çare İslam’dır lakin çare olabilecek İslam’ı bugünün diliyle ve bugünün problemlerini çözecek önerileriyle takdim edecek bir numune var mıdır?
Müslümanların Türkiye’de söz söyleme hakları var mıdır? Cumhuriyet tarihi boyunca toplumdan tecrit edilmiş, kenar mahallede yaşamaya mahkûm edilmiş ve devlet ricali tarafından hakir ve gayr-i resmi sayılmış bir kesimin söz söyleme, ülkenin siyasi ve kültürel geleceğini belirleme hakları olabilir mi?
İslam, cumhuriyetin ilanıyla resmen ve fiili olarak tali bir düşünce ve çağa uymayan geri bir anlayış olarak tescil edilmiştir. Bu dine mensup insanların dünya siyaset sahnesinde Türkiye adına söz söylemesi ve ülkeyi idare etmesi cumhuriyet erbabınca kabul edilemez.
Devlet ricalinin bu tezi, bazı İslamî çevrelerce de kabul görmüş izlenimini edinmek zor değildir. Yani ülkeyi, liberallerle Müslümanlar ortak idare etmelidir, Türkiye’nin entelektüel birikimi sol-liberal çevrelerde daha baskındır, dünyayı bizden iyi tanıyorlar…
Bu tür anlayışlar artık geçerli değil ve Müslümanların pekâlâ ülkeyi idare edebilecekleri, dünya siyaset sahnesinde onurlu bir duruş sergileme cesaret ve birikime sahip oldukları herkesçe görülmüştür.
Türkiye’de hangi Müslümanlar bu vazifeyi ifa etme hakkına sahiptir; AKP çevresi ve anlayışı bu işin üstesinden gelebilecek mi? AKP, Dünyayla – ABD, AB, komşu ülkelerle -iyi geçiniyor. Dünya siyaset arenasında sözü edilir hale geldi. İslam dünyasıyla uyum içinde görünüyor, bu görüntü çok sağlam temellere dayandığını söylemek mümkün değil, sanki uluslar arası gücün temsilcisi rolüyle bu işi kotarmaya çalışıyor izlenimini veriyor.
AKP’yi değerlendirmek zor ve tehlikeli bir iş, zordur, kaç tane AKP var bilemiyoruz, tüm Türkiye’nin renklerini taşıdığını söyleyen parti aslında ideolojisi olmayan partidir. Fakat AKP; İslamcılığı da üstlenmiş durumda, tüm İslamcıları ihata etmeye çalışıyor, söyledikleri İslamcılık açısından hiçbir değer ifade etmiyor demek insafsızca olmaz. AKP’nin İslamcılığı; devleti güçlendirme ve demokratik devlete işlerlik kazandırma ameliyesidir.
Tarihte de böyle olmuştur, İslamcılığı devlet eliyle yürütürseniz neticede devletin emrinde bir din anlayışı ortaya çıkar, II. Abdulhamid de öyle yapmıştır. Onun panislamik politikası Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmak operasyonu idi. Mahza İslam değildi. Fakat İslamî gelişmeye de katkısı oldu. AKP için de aynı şeyleri söylemek mümkündür, T.C. güçlendirmek için dinle- dindarlarla barışması ülke geleceği için bir umut ışığıdır. Çünkü Türkiye’de söz söyleme ve yenidünyaya alternatif üretebilme şansı sadece Müslümanlara hastır, Müslümanlar dışında hiç kimse dünya istikbarına alternatif olamaz ve yeni bir ufuk gösteremez. Müslüman olmayanların akıl tutulması yaşadıklarını söylemek imkan dahilindedir.
AKP, ülkenin düşünce adamlarının önünü açarsa, İslamî gelişmelerden rahatsızlık duymazsa, sistem dışı İslamî anlayış ve düşünüşleri insanlık için hayırlı bir yol olarak görürse hem Müslümanlara, hem Türkiye’ye hem tüm insanlığa fayda sağlamış olur. Çünkü iktidarlar geçici kültür ve düşünce kalıcıdır. Evvela neslimizi dış dünyanın negatifliklerine karşı korumalıyız.
AKP bu haliyle ve bu tavrıyla gelecek nesilleri düşünmüyor sadece bugünü düşünüyor ve görünür şeylere haddinden fazla değer atfediyor. 10 sene 20 sene sonra bu ülkenin yeni nesli nasıl olacak, hangi ahlaki değerlerle donanarak dünya küresel kapitalizmine dayanabilecek. Hangi aile yapısıyla, hangi sosyal yapı ve dayanışmayla ayakta kalacak. AKP tüm bunları kendi arka bahçesi zannetmekten vazgeçmeli ve bağımsız İslamî kimlik sahibi insanların oluşmasın engellememelidir. AKP, adı konulmamış bir barikat kuruyor, herkesimi kendine bağlıyor buna gücü yetmeyince toplumu ayakta tutan toplumsal yapıları çözüyor. Ferdiyetçiliğin bu kadarı fazla.
Saadet vb. Partiler ne yapabilir doğrusu pek umut vermiyorlar. Numan Kurtuluş’un önü ilk önce saadette açılır sonra yukarıda bahsi geçen endişeleri merkeze koyar bir yeniden yapılanmaya gidebilirse umut olabilir. Mesela, Anadolu gençliğini ciddi bir eğitime tabi tutabilirse, yeni bir basın hamlesini yapabilirse, eğitime ağırlık verir, eğitim müesseselerini geliştirir ve İslamî değerlerle batı değerlerini beraber öğretirse önü açılır ve gelecekte umut olur. Fakat bütün bunları es geçerek AKP’ye karşı sathi bir politik mücadeleye girerse hem kendisi hem de ülke kaybeder. Başka siyasi yapılanmaları hesaba katmak gelecek için umut olamaz.
Yenidünyada Türkiye adına söz söyleme hakkı kimin olacak? Bunun cevabı açıktır, İslamlığı merkeze koyan ve partiler üstü bir kişilik oluşturmayı göze alan kişi ve kurumlar. Bunlar var mıdır?
*Yayıncı-yazar.
SON VİDEO HABER
Haber Ara