Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Arzın merkezine yolculuk - 2

Kurban Bayramı yaklaşırken hacılar Kutsal beldelerde olmanın heyecanını yaşıyor. Timetürk domuz gribi dedikodularının yaşandığı beldeye gitti ve yaşananları yerinde izledi.

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-11-25 10:21:00

Arzın merkezine yolculuk - 2
Ahmet Zahid Zarif* / TIMETURK

Birinci bölüm için tıklayınız

2. BÖLÜM

KÂBE VE RAVZA’YA SAYGISIZLIK

Çoğu kimse camilerdeki hızla artan sandalyeler şikâyet ederek ‘camiler kiliseye’ dönüyor iddiasında. Elbette bel veya diz rahatsızlıkları nedeniyle sandalyede namaz kılıyor insanlar. Ancak dikkatlerden kaçmıyor ki az bir cemaatte bile bu hastalıklara duçar olmuş ne kadar çok insan var.

Kimisi de namazını oturup kıbleye ayaklarını uzatarak kılıyor. Bu sakıncalı mı değil mi ehline sormak lazım. Lakin hiçbir mazereti olmadığı halde ayaklarını Kâbe’ye ve Efendimizin Ravzası’na ayaklarını uzatarak oturan ve yatan Müslümanların sayısı o kadar çok ki. Bu çok üzücü durumdan rahatsız olan bazı kimseler bu kişileri uyarıyor ama çoğu kez nafile. Kaçını uyaracaksınız, uyarsanız da bunu anlayacak kaç kişi bulabileceksiniz.

Bir yanda ceddimiz Osman Bey'in ayaklarını uzatmamak için sabaha kadar uyumadan kaldığı ruh hâli diğer yanda Paşa ve Şâir Nâbi'nin ayak uzatma, şiir ve rüya hikâyesi.

Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şâir Yusuf Nâbî r.a., 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkar. Kafilede devletin ileri gelen paşaları da vardır. Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber'i ziyaret aşkı Nâbî'yi iyice sarar. Öyle ki, vücudu bir hoş olur, uykusu kaçar ve hiç uyuyamaz. Bir gece yarısı kafile Peygamber şehri Medine-i Münevvere'ye yaklaşır. Kafilede bulunan Eyüplu Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble dolayısıyla Ravza’ya doğru ayaklarını uzatmış uyumaktadır.

KUTSAL BELDEDEN FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ

Resül-i Kibriya'nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî'yi çok üzer. Paşayı uyandıracak bir şekilde “Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allahu Teâlâ'nın Habibi’nin beldesidir. Burası, Hak Teâlâ'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa'nın makamıdır. Ey Nâbî, bu dergâha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir” anlamındaki şu beyitleri söylemeye başlar.

Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.

Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açıp hemen kendine gelir. İkazın sebebini anlar ve ayaklarını toplayarak Nâbî'ye döner;
- ‘Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları?’ diye sorar.

Yusuf Nâbî:
- ‘Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sese söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok!’ der.

Paşa:
- ‘Öyleyse bu aramızda kalsın’ diye ricada bulunur. Susup, yola devam ederler. Kafile, sabah ezanına yakın Hz. Rasulullah'ın mescidine yaklaşır. Bir de duyarlar ki, mescidin müezzini, ezandan önce, Nâbî'nin: "Sakın terk-i edepden... " diye başlayan beytiyle başlayan nâtını okuyor.

Nâbî ve paşa hayretler içindedirler. Mescide girip, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koşarlar. Nâbî, heyacanla:
- ‘Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin?’ diye sorar.

Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica eder.

Bunun üzerine müezzin:
- ‘Resûl-i Kibriya s.a.v. Efendimizi, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: "Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın" buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik’ dedi.

Nâbî büyük bir heyecana gark olup ağlamaya başlayarak; Gözyaşları içinde müezzine tekrar sorar:
- ‘O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi’ dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu.

Müezzin:
- ‘Evet, Nâbî’ dedi. “O benim ümmetimdendir” buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamayıp sevincinden düşüp bayılır. Ayıldığınca paşayı ve müezzini yanında ağlarken bulur.

Şayet ziyaret edilen zat Hz Peygamber s.a.v.’se ve bu ziyarette kişi üzerinde farklı haller meydana gelmiyorsa Allah-ü âlem maksat hâsıl olmamıştır. Mesela Ravza-ı ziyaret anında Resulüllah elini uzatıp size öptürmemişse halimizi gözden geçirip ziyareti yenilemek gerekir.

OSMANLININ MAHSUN YAPILARI

Kutsal beldeler 1517 ile 1918 arasında yani tam 400 yıl Osmanlı himayesinde kalır. Osmanlı Hareme karşı kamil manada hadimlik yapar. İngiliz emperyalizmin cetvelle çizdiği yeni haritalar sonrasında Arabistan, Suudi ailesini kurduğu krallığa bırakılır. Suudi yönetimi oldukça geçte olsa Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi için önemli ölçüde nitelikli sayılabilecek yatırımlar yapar. Görkemini kaybetse de her içi mesciddeki Osmanlı yapıları ayakta kalmayı başarır. Çok sık sütunlardan meydana gelen yeni yapı ve özellikle Medine’nin oldukça iyi bir çalışma olduğunu söylemek gerekir.

Kabe’nin çevresinde ise inşaatlar hâlâ devam ediyor. Ancak geçtiğimiz yıl büyük bir yandın geçirerek önemli bir kısmı tümüyle yanan Zemzem tavır büyük eleştiri almaya devam ediyor.

Daha fazlası var mı bilmiyor ama Medine’deki Osmanlı yapısı Mescid-i Nebi çevresindeki birkaç küçük cami ile Medine tren garı ve yanındaki küçük mescid. Ziyaretçileri ise galiba sadece Türkiye’den giden kafileleri. Çevreleri öylesine çok temizlenmeye muhtaç içi birkaç dakika bile orada bulunmanıza izin vermeyen yakıcı sineklere mi yoksa çevredeki atıklara mı üzüleceğinizi şaşırıyorsunuz.

Aslında Mescid-i Nebi’ye uzak değil ama yoldaki rastladığımız bir yakasında turizmci kimliği olan bir Türk yerine soruyoruz. Bilmiyorum dememek için bize yanlış bir yeri tarif ediyor. Sonra önümüze çıkan herhangi birine Medine tren garını soruyoruz. Kimse yerini bilmiyor. Buz kez bir Pakistanlıya soruyoruz o da hatırlamıyor tren garını ama ‘Osmanlı’ kelimesi ona bir şeyler çağrıştırıyor ve Osmanlı Mescidinin yolunu tarif ediyor.

Aynı şekilde Mekke-i Mükerreme’de de Osmanlı Kışlası ve yanındaki camiden başka hiçbir Osmanlı eserini görmek mümkün değil. Osmanlı buraları imar etmemiş değil elbette. Ancak burada ne Osmanlı neden Osmanlı’dan önce hüküm sürmüş hiçbir medeniyete ait hiçbir eser göremiyorsunuz. Nedeni herkesin malumu ancak yerine yapılan mescidlere hatırları olmasa giresimiz gelmiyor.

Kuba (Mescid-i Kıbleyetn), Uhud, Hendek, Tenim, Huneyn gibi bölgelerdeki yahut Kâbe’nin hemen yakınındaki Cin Mescidi istisnasız tümü hiçbir estetik değeri olmayan, beton yığını yapılar. Hepsi birbirine benzeyen hiçbir mimari değeri olmayan sadelik adına ucube yapılar.

Türkiye’de yada fakir Müslüman ülkelerde de kötü yapılı cami ve minareler görürüz ama hiçbiri Arabistan mahallerindeki gördüğümüz mescid ve minarelerdeki kadar estetik yoksunu olamaz.

Özellikle Mescid-i Nebiye yapılan harikulade minarelere rağmen bu yapılar ve bu minarelerden ezan adına yükselen çığlıktan rahatız olmamak mümkün değil. Bir iftar saatindeki Riyad’tan okunup radyoda yayınlanan ve adına ezan dedikleri ucubeyi duyup Müslüman olacak bir insan asla olamaz.

Bana bir daha vize vermeyecek olsalar bile sormak zorundayım Allah aşkına bu kimdir? Bu ne haldir?

MESCİD’İN KAPISINDA SİGARA VE TEMİZLİK

Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’nin temizliği konusunda gösterilen çaba takdire şayan. Fakat başka ülkelerden gelmiş temizlik şirketlerinin görevlisi temizlik işçilerinin işi gücü bırakıp dilenmesi ve Mescidleri temizliyorlar diye kendilerine verilen sadakalardan pay kapmak için adeta dilenci rolüne bürünmelerinin mutlaka engellenmesi gerekiyor. Bu duyguya kapılır onları dilenmeye itmemekte ziyaretçilerin görevi.

Fakat her iki şehirde de özelikle Mekke’de mescidden çıktıktan sonra karşılaştığınız çevre manzarası doğrusu ürkütücü boyutlarda. Çevrede çöp atacak yeterli ve sağlık çöp kutularının olduğu söylenemez. Birçok kimse işi biten elindeki ne varsa olduğu yere bırakır. Hz Peygamber s.a.v.’in hicret anında kullandığı Hicret Caddesi ve Hz İbrahim a.s.’in Mekke’ye geliş dişte kullandığı İbrahim Halilullah Cad gibi caddeler başta olmak üzere birçok cadde ve sokağa kokudan girmek ve caddeden ilerlemek çoğu zaman imkânsızlaşıyor.

Temizlik işçilerinin ellerinde süpürgeden ve kürekten başka her şeye benzeyen kalitesiz ürünlerle ve niteliksiz ve gönülsüz işçilerle bu kadar temizlenir. Bu caddelerden geçtiğiniz zaman birde çöp arabası çöp topluyorsa yarısı arabaya yarısı caddelere dökülen çöpler utanç manzarası oluşturuyor.

Mekke’ye, Medine’ye ve bu beldeleri yönetenlere yakışmayan bu soruna bir çözüm bulunmalı. Temizlik kültürüne riayet etmeyen farklı ülkelerden insanlar geliyor daha iyisi yapılamaz şeklinde sokak söylemeleri ciddiye alınacak şeyler değil.

Mescid-i Haram’ı nasıl temiz tutuyorsanız her bir köşesine seccadesini serip namaza durulan bu alanlarında temizlenmesi Mekke’yi yöneten Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görevi. Çözüm için çok yol denenebilir. Örneğin caddeler sağlık ve temiz çöp kutularına kavuşturulduktan sonra sigara sokağa tükürene 5000 riyal, çöp atana 3000 riyal gibi cezalar oluşturup, bunu farklı dillerden dururu ve bunu da birkaç kişiye uyguladınız mı tüm bu alanlar pırıl pırıl olacaktır. ‘Buraya gelenlerin bir kısmını bu cezayı ödeyecek parası yok’ diye düşüyor olabilirsiniz. Ama basit cezayı veremiyorsa birkaç ay hapsederseniz bakın bir daha kibrit çöpü atan olur mu?

Elbette, Malezya’dan, Avrupa’dan ve Türkiye’den gibi ülkelerden gelenler daha hassaslar ama bunlar bile sigara izmaritlerini uluorta attıklarını görürsünüz. Daha Mescid-i Nebi’nin kapısına kadar sigara içmeye devam eden izmaritini kapı önüne atan çok Türk görürsünüz.

ARABİSTAN DA SU ve BENZİN FİYATLARI

Türkiye’de ise bir litre 95 oktan benzin 2,3 TL iken Suudi Arabistan’da 0,25 Kuruş. Yani 50 Litrelik bir araç deposunu Arabistan’da sadece 12 TL’ye doldurabilirken Türkiye’de bunun için tam 113 TL ödemeniz gerekiyor.

Ya su. Türkiye su cenneti olarak bilinir ve bizde petrol Araplarda su daha ucuz olarak bilinir. Ama durum öyle değil. Orada benzin ne kadar ucuz su da o kadar ucuz. Çeşit çekit boylarda petler görürüz. Örneğin bizde 500 ml 50 kuruş için oradan 1,5 litre 1,5 riyal yani 60 kuruş.

*www.timeturk.com editörü

1. BÖLÜM için tıklayın

DEVAMI YARIN...

Haber Ara