Sistemin apsesi: Ergenekon!
Ergenekon, kimilerine göre Susurluk kazasında açığa çıkan çete-mafya-devlet bağlantısının devamı, kimilerine göre 1960’tan sonra CIA tarafından kurulan bir örgüt, kimilerine göre AKP’nin kendi rakiplerini tasfiyesinin adı...
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-11 19:32:00
Ergenekon, kimilerine göre Susurluk kazasında açığa çıkan çete, mafya ve devlet bağlantısının devamı da sayılabilecek bir organizasyon, kimilerine göre 1960’dan sonra CIA tarafından kurulan bir örgüt, kimilerine göre ise AK Parti’nin kendi rakiplerini tasfiyesinin adı veya JİTEM ve kontrgerilla gibi derin devletin cinayet şebekelerinin sivil kollarının birleşiminden oluşan örgütün adıdır. Türkiye’nin bünyesinde bir “apse” olan Ergenekon Soruşturması, 2007 yılından bu yana yargıda devam ediyor. Belki henüz büyük bir kısmına dokunulmayan Ergenekon Soruşturması, “AK Parti ve Fethullah Güleni bitirme” planıyla Genelkurmay’ın en tepesine kadar uzandı ve beraberinde yeni tartışmaları da getirdi. Uzun bir süredir operasyon yapılmayan Ergenekon’la ilgili olarak yargılamalar Silivri’de devam ederken, kamuoyunun önüne “Ergenekon’un bir numarası işte budur denilecek bir isim çıkartılmadı. Kamuoyu Ergenekon’un bundan sonraki yol haritasını merak ediyor. Askerlere sivil mahkemede yargılama izni veren kanundan sonra acaba ordu içindeki Ergenekoncular tasfiye edilebilecek mi? Yoksa Türkiye için bu kadarı yeterlidir denilerek operasyon burada bırakılacak mı? Gladyonun temizlendiği İtalya’da Galadyo’yu çökerten savcı olarak bilinen Felice Casson’un dediği gibi “Örgütün yeniden doğmaması için gerekli kanun değişiklikleri tam anlamıyla yapıldı mı?”
“Ergenekon, 27 Mayıs darbesi sonrasında kuruldu”
Kamuoyu, “Ergenekon” kavramını, ilk olarak Can Dündar ve Celal Kazdağlı`nın, Show TV’de yaptığı ‘40 dakika’ adlı programın, devletin içindeki yasadışı yapılanmaların tartışıldığı 7 Ocak 1997 tarihli bölümünde öğrendi. Programın konuklarından Stratejist Erol Mütercimler, Ergenekon`u 1991 yılında Dev-Sol militanı tarafından öldürülen emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten duyduğunu ileri sürmüştür. Memduh Ünlütürk, kendisinin de bu örgütün içinde olduğunu söyleyerek, ‘Ergenekon Genelkurmay’ın da, hükümetlerin de, bürokrasinin de herkesin üstünde bir örgüttür. Yasayla falan kurulmuş bir örgüt değildir. Bu, 27 Mayıs darbesinden sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Bunun içinde bulunan insanlar da buraya hizmet eden insanlardır. Ama bunlar vatana ihanet olsun diye hizmet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz, vatana hizmet ediyoruz, vatana yararımız dokunuyor düşüncesiyle bu örgütün içinde yer almışlardır. Özellikle Amerika’da kontrgerilla eğitimi görmüş olan, bu kurslardan geçmiş olan generallerin bir bölümü yeri geldiğinde bu kontgerilla içinde yer alır. Sonuçta ben daha başka insanlardan Ergenekon’u araştırdığımda şunu gördüm: Bunun içinde subaylar var, emniyetçiler var, profesörler var, gazeteciler var, işadamları var, sıradan insanlar var. Bugün çeteler dediğimiz bu küçük birimler var ya, işte bu birimler Ergenekon’un içindeki birer bölüm, birer parça. Adını saydığımız kişiler de Ergenekon adı verilen bu üst örgüt tarafından kullanılan tetikçiler. Turgut Özal, kendisine yapılan suikastı araştırdığında ne dedi? ‘Bir örgüte geldim çakıldım.’ İşte bu örgütün adı Ergenekon’dur.”
2002 yılında Selim Çürükkaya yazdı
PKK’nın ilk beyin takımından olan ve daha sonra Abdullah Öcalan’ı eleştirerek PKK’dan uzaklaşan ve halen Almanya’da yaşamını sürdüren Selim Çürükkaya da, 2002 yılında yazmaya başladığı ve 2007 yılında yayınladığı “Sırlar Çözülürken” adlı kitabında, Ergenekon isimli bir örgütten bahseder. MİT tarafından 1993’lü yıllarda Ergenekon’a yerleştirilen “İpek” kod adlı Tuncay Güney, Ergenekon’u 2001 yılında, kendisi de şimdi tutuklu olan polis şefi Adil Serdar Saçan’a deşifre etmiştir.
Atlatılan darbe teşebbüsleri
AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye adeta belge yağmuruna tutuldu. Her taraftan resmi olarak hazırlanmış raporlar çıkmaya başladı. Bu çalışmalardan en çarpıcı olanı Nokta Dergisi’nin ortaya çıkardığı “Darbe Günlükleri” idi. Bu günlüklere göre Türkiye bir askeri müdahaleden Dönemin Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Hilmi Özkök sayesinde kurtulmuştu. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Oramiral Özden Örnek’in 1957 yılından beri tuttuğu günlüklerin yayınlanan bölümlerinde, 24 Nisan 2004’te Kıbrıs’ta yapılan referandum öncesi, dört kuvvet komutanının, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’e rağmen, darbe yapma planını anlatıyor. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur tarafından hazırlanan “Sarıkız” kod adlı darbe planından, Özkök’ün karşı tutumu, diğer bazı üst rütbeli subayların isteksizliği ve ABD’nin tavrı nedeniyle vazgeçildiği; Eruygur’un bunun üzerine tek başına “Ayışığı” ve “Yakamoz” kod adlı darbe planları yaptığı iddia ediliyor.
Sarıkız-Ayışığı-Yakamoz-Eldiven Darbeleri
Eruygur`un Sarıkız, Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarının başarısız olması üzerine hazırladığı “Eldiven” planının hedefinde de AK Parti vardı. Ergenekon İddianamesine göre “SARIKIZ planı şöyle işleyecekti: Önce basın ele geçirilecek. Sonra rektörler ve sendika liderleriyle temas edilip öğrenciler ve işçiler sokağa çekilecek. Sokaklara afişler astıracak. Dernek ve vakıflarla temas sağlanıp hükümet aleyhine teşvik edilecek. AYIŞIĞI planında ise darbe girişimlerine uzak duran ve engelleyen dönemin Genellkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün emekliye ayrılması sağlanacak. Bu başarılamazsa etkisiz ve yetkisiz hale getirilmesi sağlanacak. Bunun için Özkök’e Genç Genç Subaylar ve Genç Demokratlar gibi imzalar taşınan mektuplar gönderilecek ve bu mektuplar medyaya sızdırılacak. Bu süreçte azami sayıda AK Parti milletvekili ile temasa geçilecek, partide rahatsız olanların dışında aleyhlerinde bilgi ve belge bulunanlar da baskı ve şantajla partiden koparılacak. Bu süreçte dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevini sürdürmesi sağlanacak. YAKAMOZ kod adlı darbe planının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden düzenlenmesi sağlanacak. ELDİVEN planında ise Ayışığı ve Yakamoz darbe planları başarılı bir şekilde gerçekleştirildikten sonra yapılması gerekenlerin planlandığı anlaşılmaktadır. Eldiven planında darbe sonrası TSK içerisinde kimin hangi koltuğa oturacağı, hangi illere kimlerin vali olacağı, kamu kurumlarında yönetime kimlerin getirileceği, AK Parti iktidarı döneminde göreve getirilenlerin nasıl görevden alınacağı tek tek planlanmıştı.
Eylemler sivil değildi
”Nokta Dergisi’nin polis baskınına yol açan ve benim tarafımdan hazırlanan haberde ise, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Aslan Güner tarafından Genelkurmay Hareket Başkanlığı’na Eylül 2004’te gönderilen yazıda “Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri çerçevesinde işbirliği yapılacak sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç duyulduğu” belirtilmekteydi. Cumhuriyet mitingleri, rektör yürüyüşleri gibi eylemlerin bizzat AK Parti Hükümeti’ne karşı düzenlendiği resmi yazışmalarla ortaya konuyordu. Bu haberden sonra Nokta Dergisi Askeri Savcılığın isteği üzerine basıldı ve dergi daha sonra kapandı.
AK Parti’nin iktidara gelmesini hazmedemediler
Emekli olduktan sonra misyonu “Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak”, amacı “bu misyonun yerine getirilmesi için kamuoyu bilinci oluşturmak”, uygulama yöntemleri olarak, “Ulusal güçlerin bir merkezde birleşmesini ve eş güdümünü sağlayacak güvenilir bir üst yönetim oluşturmak, hareketin sesini duyurmak için medya olanağı elde etmek” olarak açıklanan Ulusal Birlik Hareketi’nin başına geçen eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, Ulusal Birlik Hareketi’nin, "28 Şubat döneminde Refahyol hükümetine karşı güçbirliği yapan Türk-İş, DİSK, TOBB, TİSK ve TESK`in oluşturduğu "5`li sivil inisiyatifi andırdığı" hatırlatmasına şu karşılığı veriyordu: "Bu hareket herhangi bir hareketle kıyaslanmamalı. Bugün Türkiye`nin kendine özgü koşulları var. O zaman başka koşullar vardı.” Hurşit Tolon da, yaklaşan seçimlerle ilgili hazırladığı raporda, “Mevcut DSP-ANAP-MHP iktidarının başarısızlığı ve siyasi çıkar çatışmaları nedeniyle birleşerek kuvvetli bir yapı oluşturamayan merkez partilerin, bu seçimde ciddi oy kaybı yaşayacağı ve muhalif kökten dinci bir siyasi parti (AK Parti) iktidara gelebilir. AK Parti iktidarını engellemek için TSK`nın yurt içi istihbarat ağı kullanılarak kökten dinci ve bölücü partiler, uzantıları ve yasadışı faaliyetleri ortaya çıkarılmalı ve elde edilecek bilgiler topluma açıklanmalı” deniliyordu.
MİT 2002’de örgütten haberdardı
MİT`in Ergenekon örgütünü araştırması 2 Temmuz 2002`de bilinmeyen bir kaynaktan içinde iki sayfalık ihbar mektubu ile bilgisayar CD`lerinin bulunduğu bir zarfın gelmesiyle başladı. Gerek ihbar mektubunu gerekse gönderilen CD`leri inceleyen MİT bu bilgileri değişik kaynaklardan da teyit etti. “Konuyla ilgili mevcut bilgiler; asker orijinli yönlendirici bir kadronun kontrolünde, bazı sivil toplum örgütleri (STÖ), Siyasi Parti ve Medya kuruluşlarının kullanılması suretiyle, sivil idarenin örtülü biçimde denetime tabi tutulması ve yeni bir yapı altında yeni bir yönetim biçimi yaratılması amacına dayalı olduğu değerlendirilmektedir` denildi. MİT çalışmasını kitapçık haline getirerek dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e ve Başbakan Erdoğan`a gönderdi.
Ergenekon Soruşturması telefon ihbarıyla başladı
12 Haziran 2007 tarihinde Trabzon’dan yapılan bir telefon ihbarıyla İstanbul Ümraniye`de 27 el bombası ve TNT kalıplarının bulunmasıyla Ergenekon Soruşturması başladı. Emekli Binbaşı Fikret Emek’te, gerek Ümraniye ve gerekse de Eskişehir’de yakalan çok sayıda patlayıcı, ilişkileri çorap söküğü gibi ortaya çıkardı. Bu sırada Kanada’da yaşayan Tuncay Güney’in 2001 yılında, şu an Ergenekon Soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Adil Serdar Saçan’a verdiği ifadeler, Ergenekon Örgütü’nün o tarihte deşifre edildiğini gösteriyordu. MİT’in 1997 yılında ilişkimizi kestik dediği Güney’ın “İpek” kod adıyla 1992 yılında Ergenekon içine sızdırıldığı mahkeme safhasında anlaşıldı. Ümraniye’de ele geçirilen bombalar ve sonrasında yakalanan kişilerin uzun süreden beri izlendiği anlaşılıyordu. Ergenekon Lobi belgesinde Ergenekon Örgütü’nün yapılandırılması bütün şeması ile anlatılıyordu. Buna göre Ergenekon Örgütü’nün basından, finansa kadar birçok yapılanması bulunuyordu.
Danıştay saldırısının Ergenekon’a bağlanması öncesinde dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon ve MGK eski genel sekreteri Tuncer Kılınç gibi isimlerin göz altına alınması, Ergenekon Operasyonunun daha da genişletileceğini gösteriyordu. Ancak soruşturma bir noktadan sonra, gizli bir mutabakat söylentisiyle duraksadı ve hatta tutuklu paşaların çoğu, sağlık bahanesiyle serbest bırakıldı.
“Ergenekoncular İslamcıları tasfiye etmek istedi”
Eski istihbaratçı Prof. Dr. Mahir Kaynak, Ergenekon Operasyonu için “ Alt kadro şu an tasfiye edildi ve yukarıya ‘Yaptığınızı anladık’ mesajı verildi. ABD, Ergenekon’un çökertilmesi sürecinde Türkiye’ye istihbarat sağladı. Ergenekoncular, İslamcıları tasfiye etmek istediler ama ABD bundan yana olmadı” dedi. Özellikle 28 Şubat sürecinde Erbakan Hükümeti’nin düşürülmesi sonrasında yapılan bütün propagandalara rağmen “İslamcılar”ın tekrar iş başına gelmesi Ergenekon’u yeni arayışlara itti. Başbakan Erdoğan’ın öldürülmesi dâhil birçok fikri ve eylemi hayata geçirmeye çalışan örgüt, özellikle Dağlıca ve Aktütün Baskınlarını çok iyi kullanarak kamuoyunda istediği etkiyi yapmaya çalıştı; ancak zaten takip altında oldukları için direkt yapılamayan eylemler “Taşeron” usulü ile başkalarına yaptırılmaya çalışıldı. Örgütün tetikçi olarak kullandığı kişilerin yanında taşeron örgütlere de sahip olması bu tezi güçlendirdi. Ergenekon’un büyük yara almasında en büyük etkenlerden biri ABD’nin yaptığı politika değişikliği oldu. Şu ana kadar Türkiye’de askeriye içerisindeki belli güçlerle iş birliği yapan ABD yönetiminin “Avrasyacılık” fikrinin askeriye içerisinde çok fazla benimsenmesi ve Türkiye’de oluşturulan “Ulusal Dalga”nın gerek kendi çıkarlarına gerekse de bölge politikalarına zarar verdiğini görmesi bakımından, Ergenekon Operasyonu sırasında istihbarat desteği sağladığı uzmanlarca ifade ediliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Şubat 2005’te televizyonda yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasında, çerçevesi daha önce bizzat MİT tarafından hazırlanan ve belirlenen “Türkiye’nin Yeni Dış Politika Konsepti” açıklaması ve Türkiye’nin bu eksene doğru kayması sonrasında, özellikle içerideki tepkileri azaltmak için Ergenekon Operasyonu yapılması zorunluydu. Zaten Ergenekon Operasyonunun bu dönemde başlamasının ana etkenlerinden biri de, AK Parti’nin yer altı yöntemleriyle indirilmesinin hedeflenmesi ve hatta daha da ileri gidilerek hakkında kapatma davasının açılmasıydı. Dolayısıyla Ak Parti’nin iktidarda kalmasının temel yollarından biri Ergenekon’un saf dışı edilmesiydi. Ergenekon’un saf dışı edilmesinin başka bir etmeni de Türkiye’nin mevcut dış politika ve demokratikleşme adımlarında bu örgütün gerek geçmişte gerekse de yakın zamana kadar uyguladığı yöntemlerin keyfi ve antidemokratik oluşuydu. Örgüt, faili meçhul cinayetlerden, esrarengiz patlamalara, dışta ve içte darbe teşebbüslerinden, basının farklı amaçlarla kullanılmasına kadar birçok karanlık ve kirli temel üzerine oturuyordu.
Ergenekon ve Avrasyacılık
Ergenekon Operasyonu sırasında Veli Küçük başta olmak üzere çok sayıda Ergenekon sanığının farklı ülkelerdeki benzer yapılanmalarla fikir alışverişinde bulundukları görüldü. Nitekim Avrasyacı Rus stratejist Aleksandr Dugin “Türkiye’nin yönünü Rusya’ya çevirmesinin ordu içindeki inisiyatifi Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli general Veli Küçük’e aittir” demektedir. Bu soruşturma kapsamında gözaltına alınanları ise genel olarak “Rusya’yla yakınlaşma lobisi” olarak tanımlayan Dugin, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’le dayanışma sergilenmesi gerektiğini özellikle vurguluyor. Türkiye’deki anti-Amerikan ve Rus yanlısı lobiye yönelik saldırılara karşı Moskova’nın gereken cevabın vermesi gerektiğini söyleyen Dugin’in sözleri, Türkiye’de anında basında yer alırken çok fazla irdelenmiyordu. Ergenekonculara göre “Misyonerler hızla Anadolu`ya yayılıyordu. Kürtçüler azıtıyordu. Vatan toprakları yabancılara satılıyordu. İkinci Cumhuriyetçiler, liberaller Cumhuriyet`in temellerine dinamit yerleştiriyordu. İslamcılar, ABD ve Avrupa ile işbirliği halindeydi. Hepsi dış güçler tarafından fonlanıyordu. AB`nin hedefi Türkiye`nin bağımsızlığına son vermek, ABD`nin amacı BOP çerçevesinde ülkeyi bölmekti.” Bunların gerçekleşmemesi için Vatan için ölmek ve öldürmek onlar için kutsal bir işti.
Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Türkiye Danışmanı Ali Yurttagül, Abantta kendisiyle yaptığım görüşmede, Ergenekon soruşturması nedeniyle bazı kimselerin kendilerinden aktif tavır almalarını beklediklerini ancak kendilerinin, "İnsan hakları açısından ne bir işkence ne de bir kötü muamele var. Bu nedenle yargılamayı sadece takip ediyoruz" diyordu. Ergenekonculara göre Tayyip Erdoğan BOP’un eş başkanıydı ve ülke bölünüyordu. Bunun için ittifak yapılabilecek herkesle ittifak yapılabilirdi. Türkiye’de bu soruşturmaya mesafeli duranlara göre “soruşturma bir AK Parti planlaması değildir. ABD, İngiltere ve İsrail merkezlidir. ABD, İngiltere ve İsrail, kendilerine karşı güçlü negatif kamuoyu oluşturan nüfuzlu kesimi elemine ederek ülke içinde kendi çıkarlarını koruyacak yeni bir yapılanmaya gitmektedir.” Ancak demokrat solcular ve sosyalistler, ulusalcı cepheye karşı soruşturmaya destek verdiler.
Ergenekon ve PKK
Ergenekon ve PKK iddiaları kamuoyunda en çok dillendirilen iddiaların başında geliyordu. Yargılamayı yapan Silivri’deki mahkeme geçen günlerde Abdullah Öcalan’ın Ergenekon üyesi olup olmadığının yetkili kurumlardan sorulmasın karar verdi. Öcalan ise avukatları aracılığıyla “Bu Ergenekon`un PKK ile ilişkisi olduğu söyleniyor. PKK`ya sızan ajanlar üzerinden ilişki kurarak PKK`yı denetime almak istemişlerdir. Veli Küçük, bu kişileri kastederek, `örgüte hâkim olduğu ve kendi denetimlerinde olduğu` yönünde beyanlarda bulunmuştur. Bunlardan önce MİT eliyle harekete sızıp denetim altına almak istediler, Pilot Necati, Kesire gibi. Pilot Necati öldü mü yaşadı mı, uçak kazasında öldüğünü duymuştum. Kesire MİT`ten mi tam bilemiyorum, ama babası Ali Yıldırım onlarla bağlantılı. Kesire daha sonra biriyle anlaşıp gitti, bize karşı hareket etti” açıklamalarında bulundu. Öcalan, soruşturmanın “Türkiye`yi kendi lehine çekmek isteyen küresel aktörlerin Türkiye`yi üzerinde hesaplaşmaya gittikleri ülke pozisyonuna düşüren bir istikamette yürütülmekte” olduğunu ifade ederek kendi tabanını bu işe bulaşmamaları konusunda uyarıyordu. Öcalan’ın “Yol Haritası” nı hazırlarken “Ergenekoncular 40 metre ötemde” sözünde Ergenekonculardan çok çektiğini ifade ediyordu. Öcalan buna rağmen örgüt içerisinde belli grupların bunlarla iş birliği yapabileceklerini ifade ediyordu. Ergenekon ve PKK arasındaki bağ özellikle 33 erin öldürülmesi ve Dağlıca Baskını noktasında son dönemde yoğunlaşıyordu. Dağlıca’nın Komutanı Onur Dirik’in Ergenekon sanıklarının biriyle yaptığı görüşmeler ve baskındaki güvenlik zafiyetleri PKK içerisindeki belirli grupların Ergenekon ile iş birliği yaptıkları şüphesinin dillendirilmesine yol açıyordu. Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu’nun Irak Federe Kürt Bölgesi Başkanı Mesud Barzani ile yaptığı görüşmeden sonra “Dağlıca Baskınından sonra biz savaşmayı değil barışı seçtik” sözleri de, Dağlıca’dan sonra sınır ötesi operasyona hükümetin ne derece direndiğini ve içeriden oynanmak istenen oyunun ne derece büyük olduğunu ortaya koymaktadır.
Apse ne olacak?
Türkiye’nin Kürt açılımı, Ermenistan Protokolleri, Suriye ve diğer İslam Ülkeleriyle başarılı temasları ve daha da önemlisi Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki “One minute” çıkışı, AK Parti iktidarına dışarıda epey prestij kazandırmış durumda. Ancak özellikle Kürt Açılımı sırasında ortaya çıkan belge ve bilgilere bakıldığında, hala “Karargâhta” AK Parti ile ilgili değerlendirmeler ve raporlar hazırlanıyor. Bunun son örneği de “AK Parti ve Fethullah Gülen’i Bitirme Planı.” Ancak bir yandan da Ergenekon Operasyonu’nun bu aşamada kilitlendiği ifade ediliyor. Gerek soruşturmayı yürüten savcılar üzerinde HSYK gibi yapıların yürüttüğü psikolojik baskı ve gerekse de soruşturmanın Genelkurmay’daki bazı üst düzey generallere uzanması soruşturmanın önünü kilitliyor. Bunun aşılabilmesinin temel yolu ciddi anlamda kamuoyu baskısı ve mevcut kanunların daha da demokratik bir şekilde hesap verilir halde değiştirilmesidir. Genelkurmay’ın arşivinde hala arama yapamayan sivil savcıların bu saatten sonra yargılama dışında fazla yapabilecekleri çok fazla şey bulunmuyor. AK Parti iktidarının bu durumda ikinci bir Şemdinli Kazası yaşamaması için kamuoyunda algılandığı biçimiyle “Anlaşma yaptılar” hatasına düşmemesi ve soruşturmanın arkasında durması gerekiyor. Soruşturmanın arkasında duramayan bir AK Parti, iktidarını yarın Ergenekon’un arzuladığı şekilde CHP-MHP koalisyonuna kaptırırsa, Türkiye içerisinde bulunduğu barış atmosferinden uzaklaşacağı ve yeni toplumsal çatışmaların içerisine düşmekten kendisini kurtaramayacağı gibi, bugüne kadar elde etmiş olduğu kazanımlarını da hızla yitirecektir. Sonuç itibariyle Ergenekon, Türkiye’nin bünyesinde temizlenmesi gereken bir apsedir. Bu apsenin açılması, deşilmesi, dökülmesi ve sosyal bünyenin sıhhatine kavuşturulması gerekiyor. Bu apseyi beğenenler, beğenmeyenler, yanlış bulanlar olabilir; ancak her halükarda bu yaranın tedavi edilmesi gerekiyor. Temennimiz apsenin bünyeyi bir çöküşe sürüklemeden önce temizlenmesi; yoksa Encümen-i Daniş veya Kırklar grubu gibi oluşumlarla apsenin kendisine yeni hareket alanları ve eylem planları bulması imkânı ve tehdidi henüz ortadan kalkmış değil.
SON VİDEO HABER
Haber Ara