'Milli Birlik günü'nde açılım konuşulur mu?
Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, "10 Kasım'da Kürt tartışması olur mu?" tartışmasını yorumladı. Akdoğan'a göre Milli Birlik gününde bu Milli Birlik projesi neden konuşulmasın.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-08 22:09:00
Yalçın Akdoğan*
emokratik açılım süreci devam edecek, devam etmeli. Otuz yılda otuz bin insanın ölmesi, binlerce insanın sakat kalması, ülkenin imkan ve kaynaklarının heba olması, birlik ve bütünlüğün risk altına girmesi artık kabul ve tahammül edilir bir durum olamaz. Açılımın devam etmesi, siyasi değil, öncelikle insani bir gerekliliktir, vicdani bir mesuliyettir. Ölümün, kanın, gözyaşının tekabül ettiği maliyeti kimse göğüsleyemez, hiçbir siyasi hesap, hiçbir hikmet-i hükümet böyle bir acının devamını meşrulaştıramaz, sıradan göremez. Bu süreci ne MHP’nin aşırı milliyetçi bağırışları durdurabilir ne PKK’nın gözü dönmüş açıklamaları ne DTP’nin sorumsuz tavırları... Kürt meselesini üreten şartların, Kürt meselesinin doğurduğu olumsuzlukların, buna çanak tutan anlayışların sürdürülebilir olmaktan çıktığı çok açıktır. Ne bu sorunu doğuran yanlışlıklar devam edebilir ne sorundan beslenen çarpık anlayışlar sürdürülebilir... Çözüm, sorunun tüm tarafları için ertelenemez, gözardı edilemez, reddedilemez bir gerekliliktir, herkesin yüzleşmek zorunda kaldığı bir gerçekliktir. Açılımın devamı herkese ve her şeye rağmen şarttır. Çözümü kökten reddedenlere ve çözümü istiyor gibi görünüp sürecin altını oyanlara rağmen şarttır.
TÜRKİYE TARİH YAPIYOR
Açılım, bu hafta Meclis’te tartışılacak. Salı günü ön görüşme, Perşembe günü asıl görüşme yapılacak. Muhtevaya yönelik söyleyecek sözü olmayanlar, başından beri sorunun aslını astarını konuşmak yerine demagojiyle işi idare etmeye çalışanlar, bu sefer de konuyu çarpıtmaya, başka mecralara çekmeye, topu taca atmaya devam edecekler. “10 Kasım gibi milli birlik gününde bu konu görüşülür mü?” türünden çıkışlar, bu niyeti ortaya koyuyor. Meclis Salı günü çalışmasa, başka konular gündeme alınmasa, Meclis kapalı olsa, ‘niçin böyle bir zorlama yapılıyor’ denebilirdi. Ancak madem Meclis açık, madem görüşmeler sürüyor, madem belli gündem maddeleri ele alınmaya devam edecek, niçin açılım meselesi konuşulmasın? Milli birlik günü, Milli Birlik Projesinin konuşulması için iyi bir fırsat değil midir? Böyle hassasiyeti olan bir günde, böyle hassas bir konunun ele alınması daha büyük bir anlam taşımaz mı? Eğer hükümetin yapmaya çalıştığı, iç barışı, toplumsal huzuru, milli birlik ve bütünlüğü güçlendirmek ise, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini tarihe not düşen Atatürk’ün vefat yıldönümü bunun için en iyi fırsat değil mi? Atatürk’ün amacına hizmet etmenin, hedeflerine doğru yol almanın, ilkelerine bağlılığı ortaya koymanın bundan güzel bir göstergesi olabilir mi? CHP buna pozitif bir anlam yüklemek yerine negatif bir anlam yüklemeye çalışıyor. Bu, çok hayati bir konuyu mecrasından saptırmaktan, özü ıskalayıp şekilde boğulmaktan başka bir anlam taşımaz. CHP her zamanki gibi meseleyi demagojiyle başka bir alana sıkıştırıp, hedef saptırıyor. Baykal’ın “hükümet gerekli bilgilendirmeyi yapmadan konuyu meclise getiriyor” eleştirisi ayrı bir komedidir. Hükümet aylardır toplumun her kesimini dolaşıp, söyleyecek sözü olan herkesi
dinlerken ve kendisini bilgilendirmek için randevu isterken, diyalog kanallarını kapatan Sayın Baykal, konunun meclisin gündemine getirilmesini bile eleştirebiliyor. Oysa, konunun Meclisin gündemine taşınmasının amacı, müzakere, tartışma ve bilgilendirmeye zemin hazırlamaktır. Muhalefet, aylardır muğlaklığın oluşturduğu karanlıkta sağa sola yumruk sallamaktadır. Açılımın ayrıntılarının ve çerçevesinin belli olmaması, muhalefetin haksız eleştirileri, suçlamaları, iftiraları ve komplo teorileri açısından bir imkan vermiştir.
SİYASİ RANT DEVŞİRENLER
Hükümetin tüm bilgilendirme çabalarına rağmen, açılımın mahiyetinin açık seçik olarak ortaya konmamasının bir sebebi, muhalefetin iletişimi ve diyalogu reddeden tutumu olmuştur. Muhalefet, bu durumu lehine dönüştürmeye çalışmıştır. Ancak artık kara görünmüş, denizin sonu gelmiştir. Açılımın net bir şekilde ortaya konması, muhalefetin elinden önemli bir istismar malzemesini alacaktır. Silopi ve Habur görüntülerinin Türkiye toplumunda uyandırdığı olumsuz havaya ek olarak PKK çevrelerinden yükselen çatlak ve tahrik edici sesler, hükümetin açılım kararlılığını sarsamamıştır. DTP’lilerin hükümetin net irade ortaya koyması şeklindeki uyarıları aslında kendileri için geçerlidir. Çünkü hükümet, açılıma devam etme iradesini ortaya koymuştur, şüpheli olan DTP’nin bu süreçte ne derece çözüm istediğidir. Çözüm istemek, “istiyorum” deyip, elinden gelen her türlü olumsuzluğu yapmak değildir. Çözüm sürecini siyasi şova dönüştürmek, bundan siyasi rant devşirmeye çalışmak, etki alanını genişletip oyunu artırma gayretine girmek de değildir. Hükümetin göze aldığı siyasi riskle ortaya koyduğu siyasi kararlılık oranlandığında, DTP’nin ne kadar geride kaldığı daha iyi anlaşılır. Hükümet, oy kazanma-kaybetme hesabı yapmadığını ortaya koymuştur. Silopi ve Habur’da sevgi gösterisinde bulunanların bir çoğu belki de, DTP’nin siyasi emellerinden daha masumdur. Çocuklarının gelişine sevinenler, çocuklarının dağa gitmeyeceğine sevinenler, terörün son bulacağına sevinenler, siyasi hesap yapanların hesapları sebebiyle tedirginlik verecek bir şov görüntüsü ortaya çıkarmıştır.
PKK ÇARESİZ DURUMDA
Bu, kontrol dışı bir durumla, DTP yönetiminin aciz kalmasıyla değil, DTP yönetiminin basiretsizliği ve kötü niyetiyle izah edilebilir. Habur görüntülerini muhalefetin, devletin acziyeti olarak yorumlaması da yanlıştır. Her türlü tedbiri alan güvenlik güçleri, açılım sürecinin ruhuna ters düşmemek ve daha büyük olaylara sebep olmamak için sağduyuyla hareket etmiştir. Devlet, şehirde veya kırsalda güç kaybetmiş, zafiyete düşmüş değildir. Açılım süreci de devletin çaresizliğinin bir ürünü olarak ortaya çıkmamış, devletin en güçlü ve en avantajlı olduğu durumda bir özgüvenin neticesi olarak şekillenmiştir. PKK, ABD’de, Avrupa’da ve Kuzey Irak’ta en zayıflatılmış konumdadır. Murat Karayılan’ın geçen günlerde meydan okuyan sözleri, bu çaresizlik psikolojisinin bir neticesidir. Karayılan, “Öcalan’la diyalog başlarsa, süreç de ilerleyecek” diyor, Ankara diyaloga girmeyi reddederse, terör eylemlerinin süreceğini söylüyor. “Kuzey Irak’taki dağlarda on yıllarca mücadelemizi sürdürebiliriz” diyor.
Karayılan’ın bu sözleri ne hikmetse ertesi gün Gündem sitesinden çıkartıldı. Acaba PKK onlarca yıl daha dağlarda mücadele edebilir mi veya böyle bir mücadeleyle elde edebileceği bir şey var mı?
Oysa Barzani bile PKK’nın değişmek zorunda olduğunu, aksi halde Kürt halkının baskısı altında kalacağını söylüyor. ABD’nin ortak düşman ilan ettiği, AB ülkelerinin her geçen gün faaliyet alanlarını yasakladığı, Kuzey Irak yönetiminin değişin baskısı yaptığı bir PKK, meydan okuyan tavırla ne elde edebileceğini düşünüyor? Öcalan’ın gelgit halindeki halet-i ruhiyesini, PKK’nın ölümü gösteren hezeyanlarını, DTP’nin acziyetle izah etmeye çalıştığı sorumsuzluklarını destekçi Kürtler bile daha ne kadar çekebilir?
Açılıma komşu desteği
A. Davutoğlu, Barzani görüşmesinden sonra, “PKK tasfiye edilirse, önümüzde parlak günler var, ama kardeşin kardeşi vurması devam ederse, o zaman parlak günler olmaz” sözleri bir gerçeği ifade ediyor. Çözüm, Kuzey Irak için de, Irak ve İran için de kaçınılmaz ve arzu edilen bir durum. Türkiye’nin Irak ve Suriye ile geliştirdiği stratejik işbirliği, üçlü güvenlik mekanizması ve bölge ülkeleriyle yoğunlaşan diplomatik ilişkiler, bölgenin terörden arındırılmasını gerekli kılıyor.
Türkiye’de yaşanacak demokratik dönüşümün dolaylı bir neticesinin Suriye’de hak ve özgürlüklerin genişlemesi olduğu da tartışılıyor. Kürt meselesinin çözüm sürecine girmesi, bölgesel bir gerilimin ortadan kalkması, bölgede genel bir normalleşmenin sağlanması anlamını taşıyor.
Duran Kalkan, “dağa çıkıyoruz, korkuyorlar; dağdan iniyoruz, korkuyorlar” diyor. Oysa dağdan iniş süreci Türkiye’nin özgüvenini ve gücünü ifade eder. Asıl korkan karşı taraftır, asıl korkulan demokrasidir, silahı elinden bırakmakla medeni bir siyasi mücadele girebilmektir; haraç, baskı ve zorlama olmadan bölgede varlık gösterebilmektir.
Hukuki sürece rıza göstermek
DTP’nin bölgede ulaştığı siyasi gücün PKK’nın baskı, sindirme, haraç alma, tehdit etme faaliyetlerinden bağımsız olduğunu söylenebilir mi? DTP dışındaki partilerden aday olanlara yönelik tehditler, aday yakınlarına yönelik saldırılar, parti binalarını taşlamalar bu acziyetin bir göstergesi değil midir? Asıl cesaret, silahlı mücadele yerine, siyasi mücadele verebilmek, insanların gönül rızalarıyla tercih yapabilmelerine imkan sağlamaktır.
Kimi DTP’lilerin huysuzluğu, bu gücün ortadan kalkması durumunda önemli bir destekten mahrum kalacakları korkusundandır. Çözüm süreci neticesinde PKK’nın Irak ve Suriye’den tasfiyesi, kendisini Kürtlerin temsilcisi gibi konumlandırmaya çalışanların siyasi hesaplarını da boşa çıkaracaktır. Süreci provoke eden davranışların bir sebebi de, demokratik çözümü kendi siyasi hedefleri açısından yetersiz görmeleri, oyunun kurallarına uydukları takdirde etki alanlarının daralacağı düşünmeleridir. Herkes şunu iyi bilmelidir: Çözümün yolu, dağdan değil, demokrasiden ve Meclis’ten geçiyor. Masum ve meşru talepleri olduğunu söyleyenler demokratik ve hukuki sürece rıza göstermek durumundadır.
Konunun Meclis’te müzakere ediliyor olması, haftalardır Kürt meselesinin toplumun her kesiminde konuşulması, tartışılması bile açılımın başlı başına büyük bir başarısıdır, somut bir faydasıdır. CHP ve MHP’nin söylemleri de, DTP’nin tutumu da tarihe önemli bir not düşecektir. Sürecin selameti, Türkiye’nin selametidir; bu hafta herkes bir şekilde tarihe geçecektir...
*Doç. Dr. Siyaset Bilimci
Bu yazı Star'ın Açık Görüş ekinden alıntılanmıştır...
SON VİDEO HABER
Haber Ara