Bütünlük içinde çevrecilik anlayışı
Son yıllarda özellikle batıda bazı hareketlerin kendilerini bir takım yerlere zincirledikleri gemilerle denizde gösteriler yaptıklarını medyadan takip etmekteyiz.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-04 17:55:00
Haberlerin alt başlıklarına döndüğümüzde bu insanların ekolojik felaketlerden bahsettiklerini okumaktayız. Ekoloji deyimi özellikle geçmiş 10 yıllarda gündemimize girmiş bulunmaktadır. Ekoloji kavramı ilk kez yaklaşık yüz yıl önce batılılar tarafından hayvanlar, bitkiler ve inorganik çevreleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin araştırılmasını ifade etmek için kullanıldı. Çok konuşulan bu kavramın anlaşılır manada Türkçe karşılığının çevre olduğunu tanımlayabiliriz.
Çevre hareketleri ile ilgili olarak çevre temizliği, çevreyi korumak, ekolojik dengeye zarar vermemek gibi konulara basın yayın organlarında çok sık yer verilmekte ve çokça vurgu yapılmaktadır. Toplumda ise vurgulanan bu hususları hayata geçirebilmek için dernek, vakıf gibi sosyal oluşumlar meydana getirilmektedir. Bu organizasyonlar insanların dikkatlerini konuya yoğunlaştırmak, insanda bir çevre bilinci oluşturmak için, çeşitli faaliyetler yaptıkları iddiası ile faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu hareketler zaman zaman insanı umutlandıran bir takım eylemlere de imza atmaktadırlar.(Medyada yer alan Greenpeace üyelerinin Japon balıkçılarla olan mücadelesi) Burada gözden kaçan bir hususu da değinelim. Ekoloji ve çevrecilik adı altında var olan bu anlayışlar, küresel ilişkiler ağı ve bunun ön kabullerini sorgulamadan, sistem içinde tüm görünüşleriyle insan refahına zarar vermeden, “teknik” reformlar yoluyla, mevcut toplumun ihtiyaçlarını ve onun sömürücü kapitalist buyruklarını, içselleştirerek faaliyetlerini sürdürmektedirler. Temel çıkış noktalarını ise sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir çevre adı altında belirlemektedirler. Bu faaliyetler mevcut toplumun temel kavramlarını, özellikle de ‘insanın doğaya hükmetmesi’ ve ‘varlığın anlamsızlığı' ön düşüncesini sorgulamadan ve tahakkümün yol açtığı hasarları, görünüşte azaltacak teknikler geliştirerek, bu tahakkümü maskelemeyi ve kolaylaştırmayı sağlamaktadırlar. Böylece çevreci mühendislik anlayışları teknik ürünleri ile sadece doğayı değil, aynı zamanda, kamuoyunu da mevcut kapitalist anlayış ve onun beslendiği modernitenin toplumsal ilişki anlayışına uydurmaktadırlar. İlerlemeci modernizmin temel anlayışı olan, doğaya hükmetme, sonsuz yaşam ve varlığın anlamsızlığına ilişkin kavramları gözden saklamaktadırlar.
Bugünkü kâr üzerine kurulu, ya büyü ya yok ol düşüncesi ile yol alan, bir tarım ve sanayi tekniği ile çevre ile barışık anlama gelen; sürdürülebilir eki ne kadar bir araya gelebilir. Modernitenin yeryüzünün iliklerine kadar işleyen bir yok etme faaliyetinde olduğu, artık gözlerden kaçmaz olmuştur. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, yediğimiz besinlerin sağlıksızlığı, kıyılarımızın, denizlerimizin, göllerimizin derinliklerinin ve neredeyse tüm doğanın geri dönüşümsüz bir şekilde yok edildiği ortadadır. Tüm bunları dillendirmek sadece bu sorunların kaynağına inip, somut ve kökten çözüm önerileri getirdiğimiz takdirde önem kazanacaktır. Yoksa çevre adına yapılan tüm girişim ve önerilerin temel önermelerden uzak ve hayatın diğer alanlarından kopuk bir anlayışa sürüklenmesine neden olacaktır.
Konuyu iki yönden değerlendirirsek birinci olarak batıdaki (Yeşiller,Yeşil barış.vb) hareketlerin aslında bir çaresizliğin unsuru olarak batıdaki toplumsal vicdanın kendini hapsettiği duvarlar arasındaki haykırışlarından başka bir şey olmadığı gözlenebilir.Bu durumda batı merkezli çevreye ve tüm insanlığa dair önermelerin arka planda var olan ve kabul gören varlığın anlamsızlığına ilişkin paradigma,içinden çıkılmaz bir yaklaşımı taşımaktadır.
İkinci duruma gelince;. batıdaki çevre kuruluşlarının çeşitli şüpheler uyandıran bir yaklaşım içinde oldukları, özellikle Avrupa merkezli çevre kuruluşlarının Avrupa kapitalizminin rekabet edemediği ABD sermayesine karşı toplumsal bir muhalefet oluşturma ve çevrecilik adına ABD ,Çin ekonomik yayılmacılığına karşı farklı gümrük anlayışları geliştirme çabasının bir ürünü olduğu gibi söylemler ortaya atılmaktadır.Buna en güzel örnek GLOBALGAP (EUREPGAP) Eurep Avrupa perakendecileri ürün çalışma grubu (Euro Retailer Produce Working Group) Avrupa’da tarımsal gıda endüstrisi sektöründeki lider perakendecilerin bir araya gelerek oluşturdukları bir oluşumdur. iyi tarım uygulamaları şartları,buna uymayan tarım ürünlerinin AB sokulmaması yanında hiçbir Avrupa birliği ülkesi tarım üreticisine bu zorunluluğun getirilmemesi yada gevşek davranılması yanında dışarıdan gelen ürünlere bu şartların uygulanması,AB tarımının dolaylı gümrükleme ile korunması olarak değerlendirilmektedir.
Batıdaki her erdemli hareketin sonuçta kapitalizme kurban edilmesi örneği bu yazının hacmine sığmayacak kadar çok olduğu bilinen bir gerçektir.
Bizdeki çevre hareketlerine gelince bunlar ne yazık ki diğer alanlarda olduğu gibi batının birer kötü taklidi, ya da emeklilerin ve eski tüfek 68’lilerin zaman geçirdikleri ve geçmişe özlem duydukları birer hobi alanları olarak karşımızda durmaktadırlar.
Batı ürettiği düşünce dünyasını, algı biçimini ve çevreye ilişkin hiçbir önermesini değiştirmeye yanaşmamaktadır. Bu algılardan hareket eden zihni üretimin ortaya koyduğu görünen her erdemli hareket sonuçta eşitsizliğin ve ifsadın yeniden üretimine zemin hazırlamaktadır. İşte tüm alanlarda modern insan ve onun karikatürleri tarafından yapılan üretimlerin ortaya koyduğu hayat, yaratılışı özellikleri dışına zorlamaktadır. Varlığın bu zorlamaya karşı refleksinin yıkıcı olması kaçınılmazdır. (Çevre felaketleri) Burada batı değerlendirmelerinin vahiy anlayışı dışında şekillenen algı biçimlerinin somutlaşmış bir ifadesi olduğunu düşünmemizde yarar olduğunu düşünüyorum. Yoksa batı bilindiği üzere coğrafi bir tanımlama değildir. Yoksa o zaman coğrafyanın farklı yönlerindeki ifsadı bir anlama zorluğuna düşebiliriz.
Davranış önce hayatın varlığına ilişkin bir tanımlama ile başlar. Var oluşun anlamına ilişkin sorulara getirilen yanıtlar insanın eyleminin de şeklini belirleyecektir. İnsan bu anlamda var oluşun nedenleri üzerine getirdiği yanıtları şu yöntemle belirlemektedir; Beş duyu ile kavranan ve toparlanan bilginin akıl tarafından bir ön kabul (pradikma) temelinden hareketle kullanılması ve pratiğe aktarılması yaşamdaki tüm tavırlarını belirleyen bir önermeye dönüşmektedir..Bu ön kabullün neyle oluşturulacağı insanlığın tarih boyunca en çok üzerinde durduğu bir konu olmuştur.
Bu ön kabulün beş duyu ile toparlanan bilginin akıl ile değerlendirilmesinden çıkması hemen hemen mümkün görülmemektedir. Çünkü aklın burada kıyas yapacağı bir ön kabulün varlığı kaçınılmazdır.İşte burada karşımıza iki ön kabul çıkmaktadır.Birincisi kişinin sosyal,etnik,sınıfsal ve bireysel çıkarları ile oluşan dürtüleri diğeri ise aşkın(Vahiy) bir bilgidir. Vahiy rehberliğine ihtiyaç duymayan akıl, Kıyasında hayatın merkezine dürtülerini oturtacak iyi kötü gibi evrensel tanımlama ihtiyacı duyulan kavramlar, haz dürtülerinin etkisiyle, ben merkezli bir tanımlama ile ifade edilerek birey için iyi olan tüm varlık için iyidir ve gereklidir; kötü olan ise tüm kainat için kötüdür sonucu çıkacaktır.
Bireyden hareketle bu düşüncelerin eyleme dönüşmesi sonucunda egemenlik peşinde koşan ben çatışmaları ve kargaşanın varlığı kaçınılmaz olacaktır. Bugün neden sonuç ilişkisinden hareket ettiğimizde bu tanımlamaların hangisinin modernitenin ürettiği insan tipine ve onun çevre anlayışına oturduğu tartışmasız görülmektedir. Bu yaklaşımdan çıkan sonuç;
Vahyi reddeden ben merkezli hayat anlayışından çevreye ilişkin tutarlı ve bütünlük içinde bir anlayışın çıkması mümkün değildir.
Çevreye ilişkin duyarlılığımızın temellerini varoluşun anlamına ilişkin sorulan sorulara getirilen yanıtlar belirlemektedir. Vahyin şahitliğini yapan muvahhid kimlik için (Şüphesiz müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip, yeryüzüne yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün ardı ardınca gelişinde, gökten, Allah’ın rızkı vermek için yağmur indirip onunla, yeri ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarları yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.).(Casiye 3-5) Evrendeki varlıklar birbiriyle bağlantılı hiyerarşik bir düzen meydana getirmektedir. En küçük ve en az karmaşık birimler kendilerinden daha büyük ve kompleks üst sistemlerle etkileşim içinde çalışırlar. Her düzeydeki birim kendi içinde dinamik bir bütündür ama üstündeki veya altındaki birimlerle bağlantısı olmaksızın varlığı düşünülmez. Burada bütüncül organik bir yapıdan bahsetmek zihinlerimizde oluşacak olan yansımaya da hizmet etmesi açısından bir değer taşıyacağı muhakkaktır. Bu bütünlüğün parçalarından birinde oluşacak olumsuzluğun varlığın tüm unsurlarının çalışmasını nasıl etkileyeceği düşünülmelidir.
Pratik olarak insan da tabii varlığı itibariyle bu sistemin bir parçasıdır. Bu parça ki farkındalık gibi diğerlerinden sorumluluk anlamında bir ayrılıştır.Yoksa biyolojik fiziksel kimyasal yani fıtri bir ayrılış değildir.
Buradan varılacak anlayış Müslüman kimliğin çevre anlayışının tüm hayatın farklı alanlarındaki anlayışlardan ayrılamaz bir yönü olduğunu ve bu anlayışın tevhidin sosyalleştirilmesinin içinde olduğunun algılanması ile ilgilidir. Tüm varlık sorunlarla beraber parçalanamaz bir bütünlük içindedir. Bu anlamda Filistin sorunundan, Latin Amerika yağmur ormanlarının tahribinin Aral gölünün kurutulmasına oradan, Afrika’daki açlık sorununa ve tüm emperyalist saldırganlıklara ve İnsan Hakları ihlallerine kadar hepsi bir bütünlük içinde algı dünyamızda Tevhidi bilinç gereği yer alması gerekmektedir. Bugün ne yazık ki zihnimiz bu anlamda karışık ve dağınıktır. Bu dağınıklığı gidermenin yolu algılar dünyamızı Vahiyden beslediğimiz tevhidi bir bilinç içinde bütüncül kılmaktır. Bu bütünlükle beraber sorunların çözümünün sıralaması yaşayan pratiklikten üretilmelidir.
* Ziraat Mühendisi
SON VİDEO HABER
Haber Ara