Eve dönüş ya da çanlar kimin için çalıyor?
Modern demokrasilerin vazgeçilmez aktörü olan siyasal partilerin temel amacı siyasal katılmayı sağlayarak iktidarı ele geçirmektir.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-10-31 18:08:00
Modern demokrasilerin vazgeçilmez aktörü olan siyasal partilerin temel amacı siyasal katılmayı sağlayarak iktidarı ele geçirmektir. Siyasal partileri vazgeçilmez kılan özellik; onların, halkı temsil etme, politika belirleme, farklı grup ya da sınıflara ait menfaatleri birleştirme gibi işlevlerinin olmasından kaynaklanır. Modern demokrasiler, partiler demokrasisidir ve partilerin olmadığı bir demokrasi düşünülemez. Demokratik sistemin ahenkli bir şekilde işlemesini sağlayan asıl güç de budur. Anayasanın 68. maddesine göre de siyasal partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasal partiler, hem tikel hem de ülkenin bütününü ilgilendiren konularda politik görüşlere sahiptir. Özü itibariyle halkın siyasete katılma aracı olan partiler, bir toplumda demokratik konsensüsün yerleşmesini ve sürdürülmesini sağlar.
Ekonomik ve siyasi pek çok “genetik sorun”un çözümü için imkân sağlayan 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Türkiye için tarihi bir eşiktir. Şöyle ki, AK Parti, Türkiye’nin her bölgesinden oy alarak ezici bir çoğunlukla iktidar olmuştur. Bununla birlikte Demokratik Toplum Partisi de (DTP), Kürtlerden ve Kürtlerin yaşadığı bölgeden oy alarak bağımsızlar kanalıyla meclise girmiş ve Türkiye, Kürt meselesi ile bir kere daha yeniden karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye, son yirmi beş yıldan beri terör ile mücadele eden ve Türk’ü ile Kürd’ü kırk binin üzerinde insanını teröre kurban vermiş bir ülkedir. Bizler böyle kanlı bir dönemin tanıklarıyız.
Ancak son yıllarda bu ülkede farklılıklar yaşanmaya ve tarihimiz ile yüzleşmeye başladık. Bir taraftan ‘düşmanımız’ Ermenistan ile sorunlarımızın çözümünde önemli bir aşama ve katalizör olabilecek bir protokol imzalandı. Diğer taraftan Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve uluslararası ilişkiler bağlamında “boğan” Kürt sorununda -bazı eksiklik ve iğretiliklere rağmen- tarihi bir aşamaya gelindi. Evet, bizler aynı anda hem umudu ve hem de endişeyi yaşıyoruz. Umutluyuz, çünkü uzun zamandır bu ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal sermayesini hoyratça tüketen bir sorunun çözümünde tarihi denebilecek adımlar atıldı. Fakat diğer taraftan da bu tarihi sürecin baltalanmasından, akamete uğratılmasından endişeliyiz. Özellikle muhalefetin ve statükonun söylemi endişelenmemiz için fazlasıyla yeterli. Kanın, gözyaşının ve şiddetin fazlasıyla normalleştiği bir ülkede, sorunun çözümünde -sembolik bile olsa- adım atmanın ne kadar zor, sancılı ve riskli olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Ancak psikolojik eşik aşıldığına inanmak istiyoruz.
AK Parti hükümeti tarafından başlatılan Demokratik Açılım sürecinde somut adımlar atılmaya başlandı ve 34 PKK’lı eve dönüş yasasından yararlanmak üzere Habur sınır kapısından giriş yaptı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamalarından, eve dönüş sürecinin daha devam edeceği, arkasının geleceği anlaşılıyor. Ancak özellikle sınırda karşılama esnasında yaşananlar, toplumun pek çok kesiminde ve kafalarda soru işaretleri doğurdu. Acaba eve dönüşte, demokratik açılımda bir yanlışlık mı yapılıyor?
İlk olarak Türkiye, Kürt meselesi ve Terör sorunu ile uzun zamandan beri karşı karşıya olan bir ülkedir. Bu ülkenin uzun zamandan beri belini büken bu kanlı sorunun çözüm aşamasında muhakkak eksiklikler, hatalar, iğretilikler olacaktır. Aslolan Türkiye’nin her bölgesinden oy alarak iktidara gelen siyasi partinin çözüm iradesine sahip olması ve bu iradeyi cesaretle sürdürebilmesidir. Ve bu tarihi süreçte en yüksek erdem, silahlara veda mevsiminde çözüm iradesini cesaretle sahip olmak ve bu çözüm iradesini sürdürebilmektir. Ve bu kritik dönemeçte asıl sorulması ve tartışılması gereken sorular şunlar olmalıdır: içinde bulunduğumuz yüzyılda nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz, nasıl bir ülkenin hayalini kuruyoruz?
Bir de terör ile ilgili olarak şu hususun altının çizilmesine kuvvetle ihtiyaç var: Türkiye’nin terör sorununu başarı ile çözebilmesinin yolu; kendi iç sorunlarını demokratik yollardan çözerek, küresel sistemle bütünleşebilmesinden geçiyor. Bu noktada Türkiye’nin son beş yılda gerçekleştirmiş olduğu demokratikleşme hamleleri sorunun çözümüne önemli katkılar sağlamıştır. Tüm çeşitleriyle terörü besleyen en önemli kaynağın dolaylı da olsa Kürt meselesi ve Türkiye’nin kendi iç sorunları olduğunu unutmayalım. Evet, iki kıtanın orta yerinde bulunan Türkiye, bu küresel dünyada nasıl bir ülke olacaktır? Yazgımız, kendi sorunlarını çözemeyen, kendi toplumsal barışını tesis ve inşa edemeyen bir ülke olmak mı olmalı?
Hayatımızın siyasi ve toplumsal yönlerini kuşatan barış iradesi, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en önemli parametredir. Siyasetin üst amacı da, toplumun farklı kesimleri arasında toplumsal barışı ve huzuru temin etmek olmalıdır ve bu görev en başta siyasi iktidara düşmektedir. Eğer toplumsal barış başarı ile gerçekleştirilebilirse, Türkiye hem kendi topraklarında hem de bölgesinde derinleşebilecektir.
Defalarca vurgulamakta yara var: İçinde bulunduğumuz zaman diliminde sorunun çözümünde temel sorumluluk AK Parti’ye yani hükümete düşmektedir ve –hakkını teslim etmeliyiz-hükümet bu kanlı sorunun çözümünde, pek çok riske rağmen, demokratik açılım sürecinde somut adımlar atmıştır. Bölgenin önemli siyasi aktörü ve sorunun çözümünde kilit rolü oynayabilecek olan diğer parti Demokratik Toplum Partisi’dir (DTP). Sorunun çözümünde henüz yeterli performansı gösteremeyen DTP, bu tarihi eşikte hem ismini layık bir siyasi duruş sergilemek hem de ısrarla vurguladığı Türkiye partisi söylemini gerçekleştirmek zorundadır. “Sil baştan” tartışmasının yaşandığı bu zor zamanlarda, DTP siyasi tutku ve hırslarına yenik düşmeden, soruna yapıcı katkıda bulunarak siyasal düzlemde varlığını ortaya koymalıdır. Ve DTP, Tüm Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alan bir siyasi duruş sergileyebilirse hem Türkiye’nin partisi olabilir hem de bölgede etkili ve kalıcı bir siyasi aktöre dönüşebilir. CHP VE MHP’nin kırık not aldığı bu süreçte DTP, acilen, siyasi aklını devreye sokarak bu kritik eşiğin aşılmasına ve sorunun kalıcı olarak çözülmesine katkıda bulunmalıdır.
Ayrıca Türkiye’nin uzun süreden beri belini büken bu kanlı sorunun çözümünde muhakkak siyasi eksiklikler, taktik hataları olacaktır ve olması da kaçınılmazdır. Bu silahlara veda mevsiminde aslolan çanların kimin için çaldığı değildir. Bilakis aslolan çanların tüm bu topraklarda yaşayan Türk, Kürt herkes için çaldığını bilmek ve Türkiye’nin geleceğini tayin edecek iradenin barış iradesi olduğunu bilmek ve bu iradeye sahip çıkmaktır.
İnsanın/insanlığın putlarını balta ile kıran Nietzsche, Almanlar için şöyle der: “Bugün Almanlar için yalnızca bir ruha sahip olmak yeterli değildir. Bir alman aynı zamanda bir ruha sahip olma cesaretine de sahip olmalıdır.” Siyasi iktidar, bu riskli zamanlarda Kürt sorununu çözme iradesinin göstergesi olan demokratikleşme açılımını sürdürmelidir. Bu duygusal atmosferde DTP’den de beklenen, sorunu kangrene dönüştürebilecek bir siyaset izlemesi yerine, barış iradesini ortaya koyan bir siyaset izlemesidir. Ayrıca hem Türk halkı hem de tüm siyasi parti ve aktörler bir an evvel romantizmin, duygusallığın büyüsünden kurtulup siyasal aklı devreye sokarak nasıl bir Türkiye inşa edeceğimizin kararını vermelilerdir.
Haber Ara